05 Aralık 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;hagoker@ttmail.com 4000 yıllık tohum çimlenir mi? Kütahya Seyitömer Höyüğü'nde, Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümünce yürütülen kazıda, 4 bin yıl öncesine ait olduğu ileri sürülen 3 tohumdan birinin, toprağa ekildikten sonra çimlendiği haberi gazetelerde yer aldı. Kazı Grubu Başkanı Prof. Dr. Nejat Bilgen, bu bilgiyi Anadolu Ajansı muhabirine açıkladı. Y‘Yıl biterken’ yazılarından bu sonuncusu... 2010’da her şeye rağmen aydınlık günleriniz; güzel günleriniz olsun. Yıl Biterken4: ‘Sistem tıkır tıkır çalışıyor’... Evet, keşke böyle diyebilseydik... Bu başlığı kurgularken bazı sözcüklerini ödünç aldığım o ünlü reklâmdaki mesajın aslı şöyle: “Dünyada rekabet gittikçe zorlaşıyor, artık teknoloji konuşuyor, tasarım konuşuyor. Hızınızla, fiyatınızla ve kalitenizle hep daha iyi olmak zorundasınız. Bu yüzden sistemin tıkır tıkır çalışması gerekiyor.” Biliyorsunuz, iş çevrelerinin önde gelen isimleri bu reklâmda yer alarak makina imalât sanayimize destek verdiler. Gerçekten de destek verilmesi gereken bir sektör. Açıklanan rakamlara göre, 2000’li yıllarda ihracatta önemli bir artışa imza atmış. Bu başarı benim için öznel bir nedenle de sevindirici. Öznel bir neden; çünkü ben makina mühendisliği eğitiminden geliyorum ve insan, eğitimini aldığı dalı yakından ilgilendiren bir alandaki başarıya doğal olarak seviniyor. (Sırası gelmişken belirteyim; ben hep ‘makine’ değil ‘makina’ olarak yazıyorum ama editörümüz bunu düzeltiyor. Ne yapayım, mezun olduğum yerin adı İTÜ Makina Fakültesi!) Öznel neden bir yana, aslında bu sektörde Türkiye’nin belirli bir yetenek düzeyine geldiği; gelecekte çok daha büyük başarılara imza atma potansiyeline sahip bulunduğu herkesçe biliniyor. Bilindiği için de, bu sektörün daha büyük başarılara imza atmasını öngörenler, bir zamanlar şöyle demişlerdi: “Makina imalâtı ve malzeme alanında, orta ve yüksek teknoloji alanlarında tasarımdan satış sonrası hizmetlerine uzanan değer zincirinin katma değeri yüksek halkalarında yer almak; küresel pazarlara rekabetçi, yenilikçi ve katma değeri yüksek mal ve hizmetleri sürekli olarak sunmak” Türkiye’nin sosyoekonomik hedefleri arasındadır... Bunu diyenler, öngörülen hedefin tutturulabilmesi için hangi stratejik teknoloji alanlarında yetkinleşilmesi gerektiğini de bir bir saymışlardı: Mekatronik (Mikro/Nano Elektromekanik Sistemler [MEMS/NEMS] ve Sensörler; Robotik ve Otomasyon Teknolojileri; Kontrol Teknolojileri ve Algoritmaları; Gömülü Yazılımlar); Üretim Süreç ve Teknolojileri (Esnek Üretim; Hızlı Prototipleme; Yüzey / Arayüzey, İnce Film ve Vakum; Metal Şekillendirme; Plastik Parça Üretim; Kaynak ve Talaşlı İmalat Teknolojileri); Tasarım Teknolojileri (Sanal Gerçeklik Yazılımları ve Sanal Prototipleme; Simülasyon ve Modelleme Yazılımları; Grid Teknolojileri ve Paralel ve Dağıtık Hesaplama Yazılımları); Hafif ve Yüksek Mukavemetli Malzeme Teknolojileri. Ve bu teknoloji alanlarında yetkinleşilmesi için şu üç politika uygulama aracının yürürlüğe konmasını önermişlerdi: (1) Ulusal ARGE fonu ve [konuya özgü] ulusal araştırma programları oluşturulması; (2) Kamu ve savunma tedarikinin ülke içinde ARGE yapma koşuluna dayandırılması; (3) Belirlenen konularda üniversiteler, diğer araştırma kurumları ve özel sektör sanayi kuruluşlarına ya da oluşturacakları ortak girişimlere yeni teknoloji, süreç, ürün geliştirilmesi veya mevcutların önemli ölçüde iyileştirilmesi için yararlanılabilecek bilgi birikimini yaratmak üzere, finansmanı kısmen ya da tamamen kamu tarafından karşılanan sınaî araştırma projesi (güdümlü ARGE projesi) siparişi yoluna gidilmesi... 2004 tarihini taşıyan Vizyon 2023’teki bu öngörüler geçen beş yılda hayata geçirilebilseydi, makina imalât sektörümüz 2010’a çok daha yetkin bir düzeyde girmez miydi? Ama bunun için bir sistemin, ulusal yenilik sistemi ve bu sistemde yer alan kamunun siyasî karar, finansman ve politika uygulama mekanizmalarının gerçekten tıkır tıkır çalışması gerekirdi. Biliyoruz ki, bu sistemin kurumlarının neredeyse tamamına sahibiz; ama, sistem çalışmıyor. O güzel reklâmda rol alanlar, 2004’teki o öngörülere o zaman sahip çıksalardı ve ağırlıklarını da bu makro sistemin tıkır tıkır çalışmasından yana koysalardı çok daha iyi olmaz mıydı? Her neyse, yine de yıl biterken ülkenin zifîrî karanlığında sanayiden gelen bir umut ışığı var... B ilgin şu açıklamayı yaptı: “Katmanlar, Orta Tunç Çağı dönemine ait olduğunu ve burada bulunan tohumların yaklaşık 4 bin yıllık. Bulduğumuz üç tohum, kabın bir kısmının dışına taşmıştı. Kap kırıldığı için bu şekilde bulduğumuzu düşünüyoruz. Geçen yıl yaptığımız çimlendirme denemesinde başarılı olamadık. Bu yıl bu tohumlardan birini yeşertmeyi başardık. Bundan yaklaşık 4 bin yıl öncesine ait toprak altından çıkmış bir tohum yeşerdi. Bu tohumdan çimlenen bitki, canlı halde bilim dünyasına sunulmak ve üzerinde çeşitli analizler yapılmak üzere inceleniyor. Kabın bulunudğu yerin depo olarak kullanılıdğını sanıyoruz.'' Yine ajans haberine gore, DPÜ Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Nüket Bingöl, ''Bilimsel olarak yolun başındayız. Öncelikle diğer tohumlarla beraber bunların yaş tayininin yapılması ve günümüzde yetişen mercimeklerle karşılaştırılması gerekiyor. Her ne kadar arkeolojik kazılarda buluntunun içinden çıktıysa da bunu bilimsel olarak kanıtlamalıyız. Bu tohumların dışarıdan gelip gelmediğini incelememiz gerekiyor. Günümüzde bilinen mercimek bitkileri gibi çok kuvvetli değil, oldukça cılız bir bitki. Çiçeklenip tohum üretebilirse son zamanlarda çok güncel olan organik ve Genetiği Değiştirilmiş Organizma (GDO) özelliğini taşıyan bitkiler açısından bizim elimizde çok önemli bir veri olacak. Çok eski zamanlara ait, hiç genetiğiyle oynanmamış, herhangi bir değişikliğe uğramamış, organik olarak elde edilmiş tohumların ilki olacak.'' KARŞI GÖRÜŞ: PEK MÜMKÜN GÖRÜLMÜYOR Aksaray Üniversitesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Alptekin Karagöz ise (alptekinkaragoz@yahoo.com), 4000 yıllık tohumla ilgili yapılan açıklamalar üzerine şu bilgiyi verdi ve “mercimeğin genetiğiyle oynanmamıştır, 4000 yıldan bu yana mercimeğin canlı kalması mümkün değil…” Tohum canlılığının uzun süre korunmasında tohumun ve ortamın nemi, ortam sıcaklığı, bitki türü, tohum yağ oranı, tohum nişasta oranı, tohum kabuğunun kalınlığı ve geçirgenliği gibi faktörler etkilidir. Ülkemizde yaygın olarak tarımı yapılan buğday, arpa, mercimek, fiğ, korunga gibi türler hasattan sonra zarar görmeyecek şekilde kurutulmaları ve güneş görmeyen kuru ve serin bir depoda muhafaza edilmeleri durumunda, canlılık oranı düşmek kaydıyla 15 yıl kadar canlı kalabilirler. Bu süre yonca bitkisinde 25 yıla kadar çıkabilir. Arkeolojik kazılardan çıkan kimi tohumların aradan geçen birkaç yüzyıl gibi sürelerde canlı kalmaları sürpriz değildir. Kütahya’da daha önce de çıkarılan ve halk tarafından “çömlek buğdayı” olarak adlandırılan 150 yıllık buğday (Triticum turgidum var. plinianum) buna örnektir. Dünya’da kazılardan çıkarılarak çimlendirilebilen en eski örnek bir çeşit hurma (Phoenix dactylifera) türüdür. Buğday, mercimek gibi bitkilerin tohumlarının canlılığını çok uzun süre muhafaza edebilmeleri için tohum neminin en fazla % 4.5 olacak şekilde kurutulmasının ardından nem geçirmez kap içinde 200C’de depolanması gerekir. Her şeyden önce tohum neminin doğal ortamda % 4.5 düzeyine inmesi mümkün değildir. Bu tohumların nemi Kütahya koşullarında en fazla % 7.5 düzeyine inebilir. Mercimek çok geçirgen bir dış kabuğa (testa) sahiptir ve kabuğun iç kısmı (endosperm) oldukça yumuşaktır. Mercimek uygun koşullarda 34 gün gibi çok kısa bir sürede çimlenebilir. Dolayısıyla aradan geçtiği iddia edilen binlerce yıl içerisinde nispeten nemli bir ortamda bu tohumun canlı kalması mümkün değildir. Konunun GDO ile ilgisi de yoktur. Ülkemizde yetiştirilen hiçbir mercimek çeşidinin GDO ile ilişkisi yoktur. Dünya’nın hiçbir ülkesinde de GDO’lu mercimek yetiştirilmemektedir. Mercimek olduğu iddia edilen bitki gazetedeki resimden anlaşılabildiği kadarıyla mercimek de değildir. Bitkinin büyüme formu itibarıyla fiğ (Vicia) veya mürdümük (Lathyrus) olma olasılığı daha yüksektir. Bilgisayar alırken yazılım seçimi artık serbest Günümüzde satın alınan bilgisayarların çoğu ile birlikte kullanıcıya seçenek sunulmadan satılan Microsoft Windows işletim sistemi, 1.Tüketici Mahkemesi’nin 14 Aralık’ta aldığı karar gereğince iade edilebilecek ve sistemin bedeli faizi ile birlikte kullanıcıya ödenecek. Böylece kullanıcılar bilgisayar satın alırken işletim sistemi seçimini özgürce yapabilecekler. Linux Kullanıcıları Derneği Onursal Başkanı Doç. Dr. Mustafa Akgül’ün bildirdiğine göre satılan bilgisayarların çoğu ile birlikte satılan Microsoft Windows işletim sistemini istemeyerek, iade etmek isteyen, ancak iade talebinin reddedilmesi nedeniyle Ankara 1.Tüketici Mahkemesi’ne başvuruda bulunan Pardus Kullanıcıları Derneği başkanı ve Linux Kullanıcıları Derneği üyesi Avukat Nihad Karslı, 2008 yılında açmış olduğu davayı 14 Aralık 2009 tarihinde kazandı. Mahkeme kararı uyarınca kullanıcının özgür yazılım kullanmak istemesi durumunda, Microsoft Windows işletim sistemi bedeli faizi ile birlikte iade edilecek. Özellikle sadece özgür yazılım kullanan insanların, satın aldıkları bilgisayar ile birlikte dayatmacı bir üslup ile satılan Windows işletim sistemini bir kez bile kullanmadan çöpe atıyor olması ve bilgisayarların Windows işletim sistemi olmadan satın alınmak istenildiğinde, yetkili kişilerin olumsuz bir şekilde yanıt vermesi, uzun zamandır Linux Kullanıcıları Derneği üyeleri başta olmak üzere birçok bilgisayar kullanıcısının mağduriyetine yol açmaktaydı. Bu hukuksuzluğu gidermek için Av. Karslı tarafından açılan davada, işletim sisteminin bilgisayarın ayrılmaz bir parçası olmadığı ve tüketicinin tercih etme hakkı olduğunun savunuldu. Bu davanın sonucu olarak özgür işletim sistemi kullanıcıları gibi yasal işletim sistemi lisanslarına sahip kullanıcılar dava açmak yerine, satıcı firmanın zorluk çıkarması durumunda, mahkemenin verdiği örnek karar ile tüketici heyetine başvurarak, masrafsız bir şekilde istemediği işletim sistemini iade ederek ederini geri alabilecekler. Bu davanın sonucu ayrıca ülkemizde uluslararası firmaların kendi ülke hukuklarına göre hazırladığı son kullanıcı sözleşmelerinin değil, Türkiye Cumhuriyeti yasalarının geçerli olduğunu göstermiş oldu. CBT 1188/ 6 25 Aralık 2009
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle