05 Aralık 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Yazılım sektörünün geleceği ve Türkiye’nin konumu Yazılımın günümüzdeki yerini anlatmak için bazı rakam ve örnek önemli fikirler verebilir. Bir cep telefonunda yaklaşık 15 milyon satır, bir arabada 50 milyon satır kod (bilgisayar program komutu veya komut dizisi) bulunmaktadır. Yaklaşık tüm elektronik cihazların temelini oluşturan transistörlerden bugün dünyada kişi başına 1 milyar tane düşüyor olması ve adeta gerçek kimlik gibi kullanılabilen radyo frekanslı kimlik kartlarının (RFID) sayısının otuz milyara yaklaşması, teknolojik gelişimin göstergelerinden birkaçı. Barış Can Kaşıkçı, akademik ve profesyonel yazılım uzmanı, Siemens Kurumsal Teknoloji departmanında araştırmacı, bariskasikci@gmail.com T ransistörlerin ve dolayısıyla elektronik cihazların sayısı ile birlikte, kullanıcıların yazılım ihtiyaçları da artıyor. Bugün dünyada her gün 50 petabyte (elli milyon kere bir gigabyte) yeni bilgi üretilmektedir. Arabanızı park edip telefonunuzda bir düğmeye basın, alışverişinizden döndükten sonra tekrar bir düğmeye basın, acaba arabamı nereye park ettim diye düşünmenize gerek olmayacak. Veya size en yakın otoparkların nerede olduğunu ve bu otoparklarda kaç arabalık yer bulunduğunu gene telefonunuzdan bir tıkla öğrenebilirsiniz. Yazılımın, üretim maliyetlerinin düşmesindeki ve verimin artmasındaki payı da yadsınamayacak düzeyde. Boeing firması, 767 uçağını tasarlarken 75 rüzgâr kanalı1 kullandı. Ancak 787 uçağı tasarlanırken hiç rüzgâr kanalı inşa etmedi ve sadece bilgisayar yazılımı kullanarak sanal rüzgâr kanalları ile testlerini gerçekleştirdi. Böylece, rüzgâr kanalının maliyetinden kurtuldu. Bu kanalların ortak özellikler gösterdiği de hesaba katılırsa, yazılım ile geliştirilmeleri büyük kazançlar sağlıyor. Fiziksel olarak bu kanalın inşası için ciddi bir maliyet söz konusudur. Ancak sanal bir rüzgâr kanalından çok sayıda üretirken, fiziksel kurulumların tekrar masrafından kurtuluyorsunuz. Ayrıca sanal bir kanalda değişiklikler ve uyumlandırmalar yapmanın avantajı vardır, yıpranmaz, idame ve güncelleme maliyetleri de çok düşüktür. Bunlar yazılım sayesinde mümkün oluyor. Karmaşıklaşan ihtiyaçlarımız ve teknolojinin sağladığı rahatlık, klasik seri üretim anlayışından uzaklaşan, “kişiye özel seri üretim” anlayışını da beraberinde getiriyor. Tabii bu durumda yazılımın hızlı üretilmesinin ve önceki yazılım geliştirme faaliyetlerinde edinilen bilgi ve kurulan altyapıların yeniden kullanılmasının önemi artıyor. Bunun sağlanması ise yazılım geliştirme süreçlerindeki ve yöntemlerindeki iyileştirmeler ve tekniklerin kullanımına bağlı. Kullanıcı ihtiyaçları çok hızlı değiştiği içinse kimi zaman bu uyum süreci kolay olmuyor. Yazılım şirketleri yeni teknikleri devreye almak için daha ucuz yerlerin arayışına itiyor. Çin ve Hindistan’in “yazılım devi” gibi gösterilmesinin arkasında bu yatıyor. Peki, yazılım sektöründe baş gösteren sıkıntılar ve gereksinimlerle başa çıkmak için yurtdışında ve Türkiye’de neler yapılıyor? Sektörün sorunlarını ve odak noktaları izlemek için ilgili akademisyenlerin ve sanayi kuruluşları temsilcilerinin katıldıkları sempozyumlarda, panellerde ve konferanslarda bulunmak önemli. Son iki ayda uzmanların bir araya geldiği bir uluslararası bir de ulusal konferansta da konuşmacı ve katılımcı olarak bulundum. Türkiye’de ve uluslararası düzeyde yazılım mühendisliğinin sorunları ve geleceğine ilişkin değerlendirmeler arasındaki ciddi farklardan söz etmek gerekiyor. ÖNE ÇIKAN FİKİR Ağustos 2009 sonunda San Francisco’da gerçekleştirilen 13. Uluslararası Yazılım Ürün Hatları Konferansındaydım (SPLC 2009). Yazılımın da, tıpkı bir otomobil fabrikasındaki arabalar gibi bir hat üzerinde çeşitli eklemeler yapılarak ürün halini aldığı fikri, yazılım ürün hatları kavramının temelini oluşturmakta. Önde gelen akademisyenler ve sanayi kuruluşları temsilcileri, yazılımda geçmiş bilgilerin ve altyapının yeniden kullanımını arttırıp, nasıl daha hızlı ve daha kaliteli yazılım üretilebileceği üzerinde durdu. Öne çıkan temel fikir şu oldu: Yazılımların, ait oldukları uygulama alanında, özelleşmiş ve kullanıcı ihtiyaçlarına yönelik birtakım yazılım parçacıklarının birleştirilmesinden oluşturulması gerekir. Bu sayede yeniden kullanım düzeyleri artacak, daha kaliteli yazılımlar daha düşük maliyetle ve daha az işle üretilebilecek. Ulusal Yazılım Mühendisliği Konferansı (UYMS 2009) ise Yıldız Teknik Üniversitesi ve Elektrik Mühendisleri Odası’nın organizasyonu ile ekim ayında gerçekleştirildi. Teknik sunumların gerçekleştiği bölümlerde birçok alana yönelik çalışmalar ve tartışmalar yapıldı. Konferans başarılıydı ancak geneline, davetli konuşmacılarla olan soru cevap bölümlerine ve panellere bakıldığında, bazı noktalarda uluslararası ortamlara kıyasla ciddi anlayış farklılıkları vardı. UYMS, yazılım mühendisliğinin sorunlarının ve geleceğinin tartışıldığı bir ortam olmalıyken, açılış konuşmasında ve izleyen bazı konuşmalarda konuyla ilgisi olmayan toplumsal olaylara girildi ve ayrıca panellerde sadece sektördeki olumsuzluklar ön plana çıkartıldı. “Yazılım mühendisliğine bilgisayar mühendisleri mi sahip çıkmalı yoksa elektronik mühendisleri mi daha fazla söz sahibi olmalı?” gibi sonu gelmeyecek mesleki tartışmalara girildi. ODTÜ Elektrik Elektronik Mühendisliği bölümünden Prof. Dr. Semih Bilgen belki de en güzel özeti yaptı: Çorba gibi her yerde her şeyi birbirine karıştırıp, üzerine de biraz acılı ‘ne olacak bu ülkenin hali’ sosu ekliyoruz. Evet, bu konuları da tartışmamız gerekiyor ancak ulusal yazılım mühendisliği sempozyumu bunun yapılması için doğru yer değil... Birçok akademisyen ve araştırmacı durumu şöyle özetledi: “Treni kaçırdık, Çin ve Hindistan olamadık”. Şunu iyi anlamak gerekiyor ki, teknolojinin üretilmesinde ve geliştirilmesinde ön saflarda bulunan ülkeler, Çin ve Hindistan gibi ülkelerde yazılım geliştirme üsleri kurarken, buradaki ucuz işgücünden faydalanmayı amaçlıyor. Tabii tek itici faktör bu değil. UYMS’ye davetli konuşmacı olarak katılan IBM Rational Software Development Genel Müdür Yardımcısı Michael O’Rourke’un da vurguladığı gibi, bu kadar çok insanın bulunduğu ve gelişmekte olan ülkelere yatırım yapılmasının asıl nedeni, bu gelişen ülkelerde zamanla zenginlesen insanların, yatırımları yapan firmalar için önemli bir müşteri kitlesi oluşturacak olması. Bu pazarlara hitap edecek yazılımların geliştirilmesinde, bu pazarlardaki kültürü ve geçmişi bilen insanların rol alması gerekiyor. UYMS’de ise kaçırılan bu trenden hep bahsedildi… Peki ama hangi treni kaçırdık? Bir Avrupalının 5’te birine hatta daha az maliyetine çalışma trenini mi kaçırdık? Teknolojiyi üretme değil, üretenler tarafından insan kaynaklarımızın ve işgücümüzün ucuza sömürülmesi trenini mi kaçırdık? Teknolojiyi üreten firmaların ürünlerini satması için potansiyel bir pazar olma trenini mi kaçırdık? Eğer bu trenleri kaçırdıysak ne mutlu bize! VERİLMESİ GEREKEN KARAR Ünlü bilgisayar firması Apple’in ürünlerine baktığınızda şöyle bir yazıyla karşılaşırsınız: “Designed in California, assembled in China”, yani “Kaliforniya’da tasarlandı, Çin’de birleştirildi”. Bu cümlenin arkasında Apple firmasının, ürünün tasarımı gibi önemli ve yüksek yetenek isteyen bir işin kendi topraklarında gerçekleştirilmesinden ötürü duyduğu haklı gurur yatıyor. Biz şu kararı vermeliyiz: Ürün üzerinde ismimizin nasıl geçmesini istiyoruz? “Tasarlanan” mı “birleştirilen” ülke mi? Sonu olmayan kısır tartışmalara kendimizi hapsetmek yerine, özkaynaklarımızın bizi destekleyebildiği alanlarda teknoloji üretimine yatırım yapmalıyız. Bu çok mümkün. Hiç de azımsanmayacak kaynakların aktarıldığı alanlar Türkiye’de var. Gerekli olan, bu kaynakları ve eforları organize edecek bir ulusal yazılım politikasının masaya yatırılması. “Türkiye’de tasarlanmıştır” demek için hiç de geç kalmış değiliz. 1 Rüzgâr kanalları, aerodinamik araştırmalarda kullanılan ve havanın katı cisimlerin etrafından geçerken oluşturduğu etkiyi anlamak için kullanılan yapılardır. kin bir tedavi yöntemi olduğu ispatlandı. Kanser hastalığına yönelik Faz 3 denemeleri tamamlanmış oldukça başarılı gen tedavi klinik denemeleri mevcut ve bunlar yetkili mercilerden şu an için onay bekliyor. Ayrıca, gen tedavi klinik denemelerinde mevcut genlerin henüz yalnızca %1’i test edildi. Oysa gen havuzumuzda klinik denemelerde kullanılabilecek en az 100 kat daha fazla gen bulunuyor. Hastalarımızın beklentilerini yakın gelecekte karşılayabilmek için, hem klinik öncesi hem de ve klinik seviyede daha fazla sayıda çalışma yapılması gerektiğini ve gen tedavisinin bugün için pek çok genetik hastalıkta halen tek çözüm yolu olduğunu belirtmemizde yarar var. Hazırlayan: Prof. Dr. Salih Şanlıoğlu Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Gen Tedavi Ünitesi Başkanı doktora eğitimini (19921996) Ohio State Üniversitesi’nde moleküler genetik alanında tamamladı. Yüksek lisans eğitimi sırasında çocuk genetik hastalıkları üzerine çalışırken 2 yeni insan geni keşfetti, doktora eğitimi esnasında da gen tedavisine temel oluşturan in vivo gen transfer modelleri üzerinde çalışmalarda bulundu. zoolog olan 3 bilim adamı, 1962 Nobel ödülünü DNA’nın moleküler yapısını; nükleik asitleri, açıkladıkları için kazandılar. İnsan sağlığı için çarpıcı (kuduz ve şarbon aşıları, pastörizasyon) buluşları yapmış olan Louis Pasteur de kimyacıdır. Gen tedavisinde hangi umutlar var? Baştarafı 89. sayfadan cıyla yapılır. (Şekil GTFazlar). Sonuç: Gen tedavi klinik denemelerine kabul edilen hastalar, genel olarak daha önce geleneksel tedavi yöntemleri ile (kemoterapi, radyoterapi ve cerrahi) tedavi görmüş ancak sağlığına kavuşamamış olan, hastalığı ileri evrede olan hastalardır. Buna rağmen yıllar süren gen tedavi çalışmaları meyvelerini nihayet vermeye başladı. Örneğin, Dr. Roncarolo ve grubunun ADASCID hastalarında gerçekleştirmiş olduğu retrovirus aracılı ADA gen transferinin uzun süreli takibi bu yöntemin hastalarda oldukça güvenilir ve oldukça yararlı bir tedavi yöntemi olduğunu kanıtladı. Bunun yanında, Pensilvanya Üniversitesi Çocuk Hastanesi doktorları ve İngiltere Londra Üniversitesi araştırmacıları tarafından ayrı ayrı yapılan çalışmalarda doğuştan olan körlükte bile gen tedavisinin güvenli ve et AYRIMCILIĞI BIRAKIP İLERİ BAKMAK Temel tıp bilimlerinde kişileri “doktoralısın, uzmansın, hekimsin, biyologsun” gibi ırk ayrımı yapar gibi ötekileştirmek çağdışı bir düşünce ve davranıştır. Bu tip tartışmalar bizi ileriye götüremez. Bilimde gelişmiş ülkeler, bu son derece “garabet” çekişmenin önüne geçtikleri için bilim üretebildi ve bu sayede gerçek anlamda bilimsel gelişme sağladı. Biz de esas olanı, yani bu eğitimlerde yürütülen aksaklıkları, yetersizlikleri, yanlışları eleştirmek ve evrensel standartlara ulaşabilmemiz için neler yapmamız gerektiğini tartışmalıyız. Kişilerin yetkinliklerini göstermelik kalıplardan çıkarabilecek tarafsız cesareti göstermeliyiz. Temel ve klinik bilimlerde kişilerin doğru sınırlar içinde, karşılıklı saygıyla üniversitede olmanın gereğini yerine getirir şekilde, bilimin ölçütlerini ön planda tutarak araştırmasını ve eğitimini yapıp yapmadığını sorgulamalıyız. “Ayrımcılık”la bunları yapabilecek olan varsa bana da öğretsin. CBT 1188/15 25 Aralık 2009
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle