Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Hukuk fakülteleri ve yargı reformu Ülkemizde, genelde hukuk özelde yargının sorunlu olduğu bir olgudur. Neden? Bu soruya piramit örneğiyle yanıt vermeyi yeğliyorum. Hukuk öğretimi, piramidin tabanını oluşturur. Nitelikli hukuk fakültelerine ve öğretimine sahip olunmadıkça daha üst düzeylerde taşlar çözüm değil sorun yaratır. Çağdaş uygarlığa erişmiş ülkeler, bu bilinçle, hukuk öğrenimine ve eğitimine üst düzeyde önem vermişlerdir: Almanya’da uzman hukukçuluk iki aşamada çok ağır koşul ve sınavlarla kazanılır; yargıç ve avukat olmanın ortalama yaşı 30’dur. Çetin Aşçıoğlu Yargıtay Onursal Üyesi – cetinascioglu@gmail.com OOOF OFF LINE Tanol Türkoğlu (tanolturkoglu@gmail.com) Sanal kimlik hakkında fikir veren temel bileşenlerin başında kimlikle oluşturulan dijital içerik gelmekte. Epostalar, blog sayfaları, web siteleri, vb. Bu imkânları ise kimlik sahiplerine standard şablonlarda sunulmakta. Sanal dünyada Kimlik Kimlik derinlemesine incelenmesi gereken önemli bir olgu. Jean Baudrillard’ın da altını özellikle çizmiş olduğu üzere “Çağımızı karakterize eden devrim, belirsizlik devrimidir, hayatlarımızın tüm cephelerini, özellikle kimlik duygumuzu etkileyen bir belirsizliğin devrimi”. Bu devrimi demokrasi, ötekinin tanınması gibi klasikleşmiş deyimlerle ya da yeni çağ, kuantum gibi popüler deyimlerle ilişkilendirmek mümkün. Özgürleşme, sonsuz olasılıklar karşısında seçme imkânına sahip olma başlangıçta tüm zincirlerden kurtulmuşluk, hürlük olgularına atıfta bulunduğundan kulağa hoş gelse de “peki sonra ne olacak” dediğimizde manipüle edilmedik, saf bir çözüm üretme zorluğunu da beraberinde getirdiğinden bizi bir belirsizliğin içine sürüklemekte. Sanal dünyanın sonsuz imkânları bu belirsizlik sorununa pratikte nasıl çözüm getirmekte? Ya da sağladığı imkânlar birer çözüm olarak yorumlanabilir mi? Bir yanda siberuzayda bedensiz bir kimliğin olup olamayacağı tartışılırken öte yanda bireyler sanal dünyada diledikleri isime, cisime bürünebilmekte. Bir sanal öznenin (örneğin bir kişinin) kimliği hakkında fikir veren temel bileşenlerin başında o öznenin sanal kimliği ile oluşturduğu dijital içerik gelmekte. Epostalar, blog sayfaları, web siteleri, vb. Burada hassas bir nokta devreye giriyor. Bugün artık gerek eposta olsun gerekse de blog ya da web sitesi olsun, sanal özneyi (ya da bireyi) hızlı hareket edebilmek amacıyla belli alanlara doğru kanalize eden hazır şablonlar yer almaktadır. Diyelim ki kendinize ait bir blog oluşturmak istiyorsunuz. Yapacağınız en basit şey blog oluşturma konusunda ücretsiz hizmet veren bir blog sunucusu bulmak buraya kayıt olup kendinize ait bir blogu hazırlamaktır. Hazırlayacağınız bu blogun şekilsel yapısı, renkleri, içerik bileşenleri vb size şablon olarak sunulur ve siz hazır şablonlardan bir tanesini seçerek blogunuzun nasıl görüneceğini belirlersiniz. Her ne kadar blogun içeriğini bütünüyle sizin yazacağınız, oluşturacağınız malzeme belirleyecekse de o blogun görsel yapısı çoğunlukla hazır şablonlardan biri olacaktır. Böylece sanal birey, siberuzayda sanal bir kimlik oluştururken, şekilsel olarak belirlenmiş yapıların dışına çıkmakta güçlük çekmektedir. Aslında burada teknik bir sınırlama yoktur. Ancak arzu edilen bir şeklin oluşturulması ek maliyet getireceğinden tipik bir sanal özne çoğunlukla kendilerine sunulan hazır şablonları kullanmaktadır. Bu basit öge aslında bugün dünya üzerindeki “özgür birey”i en güzel şekilde ifade etmektedir. Bireyin ya da öznenin özgürlüğü ancak global dünyaya yön verenlerin tanımladıkları “özgürlük” olgusunun sınırları içinde kalındığı sürece var olabilmektedir. Birey bu sınırı herhangi bir (doğrudan) baskı altında kalmadan kabul etmektedir. (Çünkü aksi durumda özgürlüğünü hissedecek imkana sahip olamayacaktır). Ancak özgürlüğünü satın alabilecek kadar maddi imkânı ve politik gücü olanlar bu oyunun dışında kalabilmekte ve gerçek anlamda “özgür” olarak addedilebilmektedir. Bilgi Toplumu’na yön veren sanal özneler de işte bu özgürlüğünü satın alma gücüne sahip istisnalardır. Bunlar incelendiğinde de ortaya farklı bir tablo çıkar. Bu cephede yer alanların önemli bir kısmı da özgürlüklerini ötekilerinin özgürlüklerini belli sınırlar içinde yaşamasını olanaklı kılan imkânları sunmada kullanmaktadır. Böylece hem kendi özgürlüğüne tehdit oluşturacak unsurları azaltır hem de bu işten kazanç elde eder. Özgürlük yukarıda belirtildiği üzere kademeli olduğu sürece kölelik olgusu da ortadan kalkamayacaktır. Çünkü her zaman daha az özgür bir özne bulunacaktır. Özgürlük ne ithal edilebilecek bir olgudur ne de borç ya da hediye alınabilecek bir olgu. Y CBT 1181/ 10 6 Kasım 2009 argı reformu açılımında “hukuk fakültesi ve öğretisinden söz edilmemesi”; siyasal erkin, bilgi ve bilinç yoksunu olduğunun kanıtıdır. Daha önemlisi: YÖK’ün, Roma Hukuku ana bilim dalını kaldıran kararı ve fakültelerin nitelikli öğretim sığasını düşünmeden öğrenci sayısının arttırılması; bilim insanlarının da ayaküstü çözüm arayışında olduğunu gösteriyor. Hukuk fakültelerinde nicelik ve nitelikçe yeniden yapılandırma kaçınılmazdır. Bu bağlamda “yapısal düzen” ve “öğretim yöntemi” sorgulanarak çözümler aranmalı: Y a p ı s a l d ü z e n: Ülkemizde kırkın üzerinde hukuk fakültesi hukuk öğretimi veriyor. Devlet üniversitelerine bağlı fakültelerinin büyük çoğunluğu, sağlıklı bir öğretim için gerekli olan öğretim üyesi kadrosundan yoksundur. Açık, “dökme suyla değirmen döndürme” örneği ya sıradan hukukçularla ya da günü birlik bir atımlık bilgi sunusu yapan kiralık öğretim üyelerince karşılanmakta. Bu nitelikteki hukuk fakülteleri birleştirilerek ya da öğrencilerin hakları korunarak kapatılmalı ve yeni fakülte açılmamalı. Devlet üniversitelerinde, sayıları beş ya da altıyı geçmeyen köklü hukuk fakülteleri de, öğretim üyesi erozyonu ile karşı karşıya: Bir yandan geçici görevlendirmeler ve özellikle emeklilik hakkını kazananların vakıf üniversitelerine kaçışı tehlikeli boyutlara ulaştı. Öğretim üyelerinin bir bölümü, avukatlık ya da danışmanlık da yaparak yarım gün çalışmayı yeğlediklerinden, fakülte ile ilgisi, büyük ölçüde derslere girip çıkmakla sınırlı kalmakta. Öğretim üyelerinin, öğrencilerle ilgi ve iletişiminin sağlanması ve üretkenliklerinin arttırılması için tam gün çalışmalarını sağlayacak düzenlemeler yapılmalı. Yarınların öğretim üyesini oluşturacak “araştırma görevlisi” çekiciliğini büyük ölçüde yitirdi. Bir araştırma görevlisi, yargıç adayından az aylık alıyor. Bu nedenle üstün yetenekli kendine güvenen hukuk çıkışlılar başka alanları yeğliyor. Alınacak öğrenci sayısını, nicelik ve nitelik açısından hukukçu gereksinimi ve fakültelerin olanakları ile öğretim sığası gözetilmeden YÖK belirlemektedir. Hukuk öğretimini olumsuz etkileyen bu keyfi tutum, fakülte yönetimi, Adalet Bakanlığı, yargı organları ve Barolar Birliği’nin görüşüne ağırlık verilerek önlenmelidir. Vakıf üniversitelerindeki hukuk fakültesi sayısı genel toplamın yarısı civarındadır. Vakıf üniversitelerinin pek çoğunun az ya da çok ticari işletme mantığıyla çalışmaları, ülkemiz koşullarında doğal bir durumdur: Kolay diploma sağlama bir yana yakın gelecekte buralardan sürücü kurslarında olduğu gibi parayla diploma verme kaygısı (1) umarız gerçekleşmez. Bu nedenlerle vakıf hukuk fakülteleri için gerçek anlamda hukukçu yetiştiren bir öğretim düzenine sahip olması ve denetlenmesi için ağır koşullar öngörülmelidir. Hukuk fakültelerinde öğretim süresi dört yıldır. Nitelikli hukuk öğretimi için sürenin çeşitli biçimlerde arttırılması önerilerinin dışlanamaz gerekçeleri söz konusudur. Ancak yapısal değişikliğin riskli olacağını düşünüyorum. Sorun, nitelikli lisans eğitimi ile “yüksek lisans ve doktoraya” ağırlık verilerek çözülmelidir. Ö ğ r e t i m y ö n t e m i : Hukuk fakültelerinde öğretimin “kuramsal (teorik) ve akademik” olması asıldır. Buralarda ileride yargıç, savcı veya avukat olarak çalışacak kimselere mesleki bilgi (formasyon) ve yetenek verilmesi beklenmemelidir. Bu meslek alanlarının sorumlu kurumlarının görevi ve işidir (2). Fakültelerimiz, her iki görevi de yerine getirmeye çalıştığından başarılı olamamaktadır. Zorunlu ve seçimlik dersler, sayısal olarak, lisans öğretiminin yöneldiği amacın ve orta düzeydeki öğrencinin bellek ve usunun sınırlarını aşacak yoğunlukta verilmeye çalışılmaktadır. Çok şeyi öğretmeye çalışmak, öğretimin niteliğinden ödün vermekle olur. Bu nedenle; ders sayısı azaltılarak teorik bilgilerin ana bilim dallarının temel, çekirdek konular ve kavramları içinde işlenmesi, yorumlanmasına ağırlık verilmelidir. Bu bilgi, yeteneği kazanmış hukukçu, özel konularda önüne çıkacak sorunları; kaynaklardan da yararlanarak zorlanmadan çözebilecektir. Kaldı ki, “borçlar ve ceza özel hukuku”, “deniz ticaret, sigorta hukuku”, “muhasebe”, “tıp, spor, imar hukuku” gibi ders programında yer alan konularda yüksek düzeyde uzmanlık almak isteyen hukukçulara “seminer”, “yüksek lisans”, “doktora” programlarına katılma olanakları sağlanması daha verimli ve yararlı olacaktır. Derslerin, çoğun, monolog anlatımlarla yapılması hukuk eğitimini olumsuz etkiliyor. Kuşkusuz monolog anlatımlar olacaktır. Ancak, öğrencinin kaynaklara doğrudan ulaşarak metodolojik araştırma, sorgulama ve tartışma yöntemiyle katılımı olmadan, günümüzde olduğu gibi yapılan bilgi sunuları, eğitim hastalığı olan ezberci yöntemin olumsuz sonuçlarını verir. Diploma alan hukukçuların büyük bir çoğunluğu çalışma alanına girdiğinde: Hukukçu için olmazsa olmaz kuramsal bilgileri ve yöntemleri kullanamadığından, usta çırak ilişkisi içinde çoğu yanlış saçak bilgilerle hukukçuluğu yeğlemektedir: Türkiye Adalet Akademisi ve yargı yerlerinde eğitim gören adaylara “teorik bilgilerin önemli olmadığı” ve Yüksek Mahkeme inançlarıyla sorun çözme önerilerek akıl yürütmeyen nakilci hukukçuluk özendirilmektedir. Bu durum, avukatlar için de geçerlidir. Ülkemiz de, hukuk öğretimindeki, genel hatlarıyla açıklamaya çalıştığımız, olumsuzluklar nedeniyle; “pratik bilimselleşeceğine bilim pratikleştiğinden” hukukun üstünlüğü ilkesi gizil bir tehlikeyle karşı karşıya kalmaktadır. Yargı reformu açılımını gündeme getirenler iyi niyetli iseler, önce hukuk fakülte ve öğretiminde bilim ve aklın ışığında yeniden yapılandırmaya ağırlık vermeleri gerekir. Zor olanı başarmadan günübirlik önlemlerle yargı reformunun gerçekleşmesi olanaksızdır. (1) Prof. Sebattin Bektaş, Vakıf ve devlet üniversiteleri Tıp Fakülteleri Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji Ekim 2009 (2) Prof.Yaşar Karayalçın Türkiye Adalet Akademisi sh: 37