05 Aralık 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HUKUK POLİTİKASI Bilim insanı olmanın büyük sorumluluğu Lise Meitner, atom bombası yapımında görev almayı reddetmişti. Ama Enrico Fermi bu çalışmalarda önemli bir rol üstlendi. Osman Bahadır, bahadirosman@hotmail.com Hayrettin Ökçesiz hayret@akdeniz.edu.tr 20. yüzyılın en büyük fizikçilerinden Avusturyalı Lise Meitner (18781968), yaşamı boyunca çeşitli baskılara maruz kaldı. Önce bir kadın bilimci olarak erkek yöneticiler ve meslektaşları tarafından aşağılandı, başarılarıyla orantısız biçimde geri planda tutuldu ve yıllarca Berlin Üniversitesi’nde ücretsiz çalışmak zorunda bırakıldı. Daha sonra da Yahudi asıllı olduğu için Nazilerin baskılarıyla karşılaştı ve 1938’de önce Hollanda’ya, oradan da İsveç’e iltica etmek zorunda kaldı. Lise Meitner, Almanya’dayken dostu ve meslektaşı olan Otto Hahn ile başlatmış olduğu radyoaktif bozunum çalışmalarını İsveç’te de sürdürdü ve ablasının oğlu ve ünlü Lise Meitner Danimarkalı fizikçi Niels Bohr’un da damadı olan fizikçi Otto Frisch ile birlikte, uranyum çekirdeğinin düşük enerjili nötron bombardımanına tabi tutularak parçalanması olgusunu, nükleer fizyonu ortaya çıkardı. MeitnerFrisch’in bu keşifleri, 16 Ocak 1939 tarihli Nature dergisinde yayımlandı. Bu keşif, İtalyan asıllı ABD’li fizikçi Enrico Fermi’nin (19011954) öncülüğünde 1942 yılı aralık ayında ABD’de Manhattan atom bombası projesi çerçevesinde, ilk nükleer zincirleme reaksiyonun ve nükleer pilin gerçekleştirilmesiyle sonuçlandı. Karısı Yahudi asıllı olan Fermi de, 1938 Eylülün’de ilk antisemitik yasaların İtalya’da yürürlüğe girmesi üzerine İtalya’dan ayrılmıştı. Fermi, yeni radyoaktif elementlerle ilgili buluşundan dolayı 1938’de Nobel Fizik Ödülü’nü kazanmıştı. Aynı yılın aralık ayında ödülü almak üzere Stokholm’e gitti ve oradan da ABD’ye iltica etti. Enrico Fermi, ABD’nin atom bombası yapma çalışmalarına önce Şikago’daki deneylerle başladı, sonra da birçok fizikçi, kimyacı, matematikçi ve mühendisle birlikte New Meksiko’da Los Alamos’taki çalışmalara katıldı. Fermi’nin karısı Laura Fermi, Şikago çalışmalarıyla ilgili şunları yazmıştı: “İşin başındaki kişi Fermi’ydi. Araştırmayı yönlendiren ve teorileri ortaya koyan oydu. Temel fikirler ona aitti. Zincirleme tepkiyi yürütme ve kontrol etme ayrıcalığı ve sorumluluğu ondaydı.” Fermi’nin bir biyografisini hazırlayan ve kendisi de bir fizikçi olan Emilio Segrè ise, Fermi’nin Los Alamos’taki çalışmaları için şunları söylüyordu: “Amacın acımasız ve dehşet verici olmasına karşın, bütün zamanların en büyük fizik deneylerinden biri söz konusuydu. Fermi bütünüyle bu uğraşa gömüldü. Testin yapıldığı sırada Alamogordo’da yürütülen faaliyetlerin doğuracağı bütün teknik sonuçları anlayan birkaç kişiden biri, belki de tek kişi oydu.” Fermi, belki de her şeyi sadece bir fizik deneyi olarak görüyordu. Ama 1945 Ağustosun’da Hiroşima’ya ve Nagasaki’ye atılan atom bombalarıyla on binlerce insan ölürken Fermi hâlâ Los Alamos’taydı. Lise Meitner ise nükleer silahların yapılmasına kesinlikle karşıydı. Los Alamos’taki fizikçiler grubuna katılması yönünde Meitner de davet almıştı. Fakat öneriyi kararlılıkla geri çevirdi ve böylece müttefik devletler saflarında bu tutumu takınan tek seçkin nükleer fizikçi oldu. “Benim bir bombayla hiçbir ilgim olmayacak” diye açıklama yaptı. Lise Meitner’in mezar taşında şu yazılıdır: Lise Meitner: İnsanlığını hiç yitirmeyen bir fizikçi. İnsan varlığının korunması ve geliştirilmesinde, bilim insanlarının gittikçe artmakta olan büyük bir sorumluluğu vardır. İnsanlık, bilim insanlarındaki bu sorumluluk bilincinin yaygınlaşması ölçüsünde aydınlık bir geleceğe sahip olabilecektir. Unitopya’nın üniversitelerinden Akuni, kendisini “Ampul” üniversite olarak adlandırmış. Yöneticileri, ışık saçtığı için böyle bir adı fevkalade isabetli bulmuşlar. Kaç dönemdir önce mesut, sonra müteşebbis ve steril sıfatlarıyla onurlandırılan bu üniversite nihayet bugün armut olmanın coşkusunu yaşıyor. Ne mutlu bu üniversitenin öğrencilerine, öğretim elemanlarına, tüm diğer personeline, kurduna kuşuna! Unitopya3 Nurlanmakta olduğunu bir süredir izliyorduk. Ampulcülüğün üniversiteleri ne denli ihya edeceğini tüm Unitopya kamuoyu kısa zamanda Akünü örneğinde öğrenmiş olacaktır. Unitopya’da üniversiteler bina yapar. Uysun, uymasın bina yaparlar. Elbette binasız ilim olmaz. Her şeysiz olur da, binasız olmaz. Bu amaçla Avrupa’nın en büyük hukuk fakültesi bina projesine imzanızı atsanız yeridir. Akuni’de olduğu gibi on sekiz bin metrekarelik, Hitler’in “Reichsparteitagsgelaende” mimarisini andıran bir tasarımla hukukun ne denli önemli olduğunu gururlanarak cihana haykırabilirsiniz. Kitlesel hukuk talimi hedefinizi görselleştiren bu tasarımda öğrencilerin okuma salonuna yalnızca yüzde birlik bir alanı, yüz seksen metrekareyi yeterli görebilirsiniz. Bir fakültenin en az otuzbin ciltlik bir kütüphaneyle açılabileceği söylendiğinde önceki yöneticilerin “kitap size ne için lazım” diye sordukları gibi, kitapsız da üniversite ve fakülte olabileceği için; alabileceği öğrenci sayısına bakarak kişi başına yaklaşık 1/4 metre karelik bir dikilme alanıyla bu yeni binada öğrencilerinizi onurlandırabilirsiniz. Dekanlık katı elbette kaptan köşküdür. Makam tuvaletiyle birlikte tüm müştemilatının büyüklüğü bu okuma salonuna misildir. Burada at koştursa yeridir. Böylesine amaçsız, orantısız, işlevsiz, anlamsız mimarlık garibelerini gerçekten bu denli amaçsız ve anlamsız saymak mümkün müdür? Bence hayır. Bunlar çok amaçlı yapılardır. Bağdat’a vali yaptığı oğlunun mali şikâyetlerini mektuplarından okudukça “oğlum bina yap” diye karşılık veren sadrazamın uyarısını bu devlet geleneğinde kim bilmez ki? Geçenlerde rast geldiğim Sayıştay denetçilerine yalnızca usulden değil, yerindelikten de denetim yapmalarının bu yoksul ülkenin dişiyle tırnağıyla biriktirip teslim ettiği üç beş kuruşunu çarçur eden bu sorumsuzların iştahını bir nebze kesebileceğini söylemiştim. Onlar da bu denetimin pek zor olduğundan, hemen hiç gerçekleşmediğinden yakınmıştı. Akuni’de her yeni rektör kısa zamanda yeni konutuna, yeni arabasına kavuşur. Kanunda özel tahsis nedeni olmamakla birlikte, kendilerine bir rektörlük konutu uydururlar. Her gelen rektör yüz binlerce dolar harcayarak konutu yeniden tefriş eder, söker takar. Kâh gider kendi evinde oturur, kâh gelir çifte lojmanında kurulur. Öncekinin bindiğinden daha pahalı bir arabaya binmek adettendir. İki yüzbin, üç yüzbin dolardan aşağısı kurtarmaz. Bu arabalar elbette katma bütçeden alınmaz. Bu tür gelirlerin pek çok yolu vardır. İş bilenin, kılıç kuşananın değil midir! Bu rektörler her ikisinde de mahirdir. Bunların yollarını avamın bilmesi pek kolay değildir. Duyuran ayağını tekin basmalıdır. Hakkında soruşturma açmadıkları muhalif bırakmazlar. Özelde ve genelde caydırıcı her türlü yaptırımı maharetle kullanırlar. İş bilmeye gelince, Deli Dumrul gibi, geçen, geçmeyen demezler. Gerekirse sinekten yağ çıkarırlar. Bir zamanlar cami imamlarının iştahını kabartan baz istasyonları pazarlıklarının Akuni’de de layıkıyla semeresini verdiğini basından okumayan kalmamıştır. Bir kampusa beş devasa çelik kule, kimi kamuflajlı, kimi çıplak, seyre nazır dikilmişler öylece dururlar. Sadece minareler, kubbeler değil, üniversite yerleşkeleri de, bilmezkişi raporu kendisinden, bu muhterislere yüksek gelirlerle sunulur olmuştur. Akuni’de dekanlar da pek hamarattır. Kimi payitahtta oturup burada parttime dekanlık yapar, başka bir anabilim dalının, başka bir hocanın dersini sesiz sedasızca kendi üzerine yazıverir, kimi de öğretim elemanlarına “sorumluluklarımı yerine getirmezsem cumhuriyet savcılığına yapılacak suç duyurusunu taahhüt ve kabul ederim” gibi zırvalar imzalatarak sağına soluna korku salmayı meslekten sayar vs. Kim bilir, başka üniversitelerde, başka fakültelerde daha ilginç neler oluyordur? Velhasıl, Unitopya’da “anything goes”! CBT 1181/ 7 6 Kasım 2009 Dr. Kiraz, ''İleri yaş döneminde erkeklerde de görülebiliyor, ancak menopoz sonrasında kadınların üçte birinde osteoporoz gelişebiliyor. Kadınlık hormonu östrojenin azalması nedeniyle kemiklerde kalsiyum kaybı ortaya çıkıyor'' diye konuştu. Osteoporozun ''kemik erimesi'' olarak bilinmesine rağmen, bu hastalıkta kemiğin erimesi veya kaybının söz konusu olmadığını bildiren Prof. Kiraz, ''Sadece kemikteki kalsiyum oranı azalıyor. Kemiğin dayanıklılığı azalıyor ve daha kırılgan hale gelebiliyor. Osteoporoz hastalarını tedavi etmezsek menopoz sonrası 60'lı yaşlarda omurga kırıkları sıkça ortaya çıkıyor. 65 yaş ve üstünde ise düşmelere bağlı olarak kalça kırıkları karşımıza çıkıyor. Her ikisi de ölümcül sonuçlara neden olabiliyor. Onun için osteoporozun erken dönemde teşhis edilip tedavisinin yapılması gerekiyor.'' dedi. Bu hastalıktan korunmanın da önemli olduğuna değinen Prof. Dr. Kiraz, bunun için yeteri kadar kalsiyum ve D vitamini alınması gerektiğine dikkati çekti ve kalsiyum ve D vitamininin her yaşta alınmasının önemini vurgulayarak, ''Kemiklerin gelişimi anne karnında başlıyor. Hamileyken annenin yeteri kadar kalsiyum ve D vitamini almadığı durumlarda, çocuğun kemik gelişiminde gerilik oluyor. Geriden başladığı kemik gelişimi yaşamı boyunca sorun çıkarıyor. İleri dönemde o tip çocuklarda erken yaşta ciddi osteoporoz gelişebiliyor.'' dedi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle