Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SON ARAŞTIRMALAR NANOTÜPLER, ASBEST LİFLERİ KADAR TEHLİKELİ Bir veya birden fazla atom tabakasından oluşan nanotüpler örneğin mikroelektronik için değerli bir hammadde. Fakat dış görünüşleri asbest liflerine benzediği için araştırmacılar aynı zararlı etkileri yapabileceğini düşünüyorlardı. Son araştırmalar bu endişenin hiç de yersiz olmadığını gösterdi. Amerikalı bilim insanlarının Nature Nanotechnology dergisinde yayımlanan araştırma sonuçlarına göre, belli başlı nanotüpler havada çok fazla bulunduklarında, akciğer dokusunu aşarak akciğer zarına yerleşebiliyor. Farelerle gerçekleştirilen deneyler, nanotüplerin tehlikeli asbest liflerine benzer şekilde davrandıklarını göstermekte. North Carolina Eyalet Üniversitesi’nden James Bonner’in deneyinde bazı fareler altı saat boyu yoğun oranda çok katlı karbon nanotüpler içeren hava solurken, diğerleri düşük oranda karbon nanotüp içeren havayı solumuş. Karbon nanotüp yoğunluğu fazla olduğu zaman parçacıklar özel akyuvarlar tarafından akciğerin dış zarına taşınıyor ve böylece akciğer hücrelerine zarar veriyorlar. Bilim insanları ayrıca nanotüplerin akciğer zarında biriktiğini ve burada iltihaplanmayı başlattığını saptamışlar. Ancak bu etki nanotüp oranı düşük ve parçacıkların daha büyük olması halinde görülmüyor. yıl içinde körlüğe neden olmakta. Biri sekiz diğeri kırk dört yaşında olan iki hastanın gözlerine (iki hastada da daha kötü durumda olan göz seçilmiş) aşılanan virüs, genetik malzemeyi bozuk göz hücrelerine taşımış. Tedavi gören on iki hastada iyileşme görülse de en iyi gelişmeler yaşları sekiz ila on bir arasında değişen çocuklarda yaşanmış. Terapinin başarısı, ağtabakasındaki bozukluğun ne derece ilerlemiş olmasına bağlı diyor bilim insanları. Hayvanlardan sonra ilk kez insanlarda uygulanan yöntem henüz deneme aşamasında ve yeni araştırmalarla test edilmeye devam edilecek. yaşam alanları da gitgide daralmakta. Moskova IFAW Başkanı Maria Vorontsova, avlanma, çevre koruması için gerekli yatırımın bulunmaması ve kaplanların yeterince avlanacak hayvan bulamaması tükenişin baş nedenleri diye yakınmakta. Amerikan Yabanıl Yaşamı Koruma Birliği yöneticisi Dale Mikell ise ormanların korunmasını önermekte. Bu şekilde kaplanların yaşam alanları küçülmeyecek. Kimi yetkililere göreyse Sibirya kaplanları aşırı avcılık yüzünden yiyecek hayvan bulamadıkları için tükeniyorlar. Ancak yasadışı ticaret de önemli ölçüde zarar vermekte. Sibirya kaplanının en büyük alıcısı Çin. Ölü bir Sibirya kaplanı Çin karaborsasında 10.000 dolara alıcı bulmakta. Çin’de kaplanın pençelerinden, dişlerine kadar tüm organları işlenmekte. SİBİRYA KAPLANININ SOYU TÜKENİYOR Uluslararası Hayvanları Koruma Vakfı’nın (IFAW) açıklamasına göre Rusya’nın doğusunda geriye sadece üç yüz Sibirya kaplanı kalmış. Oysa dört sene öncesine kadar sayıları beş yüzü buluyordu. Vurularak öldürülen kaplanların PLASEBO ETKİSİNİN GİZİ ÇÖZÜLDÜ Psikolojik faktörlerle ağrı hissini etkilemenin çeşitli yolları vardır. Mesela dikkatin dağıtılması, hipnoz veya Plasebo etkisi. Peki ama ağrı hissinin azalmasında hangi nörobiyolojik mekanizmalar işlemekte? Almanya’daki Sistematik Sinir Bilimleri Enstitüsü (Hamburg Üniversite Kliniği) bilim insanları, şimdi Plasebo etkisinin sırt omuriliği sinir hücrelerindeki etkinliğin azalmasıyla ilgili olduğunu saptadılar. Plasebo etkisi şimdiye dek şu şekilde açıklanıyordu: İlacın etkili olduğuna inanan kişilerin beyinlerinde endorfin de olarak adlandırılan endojen opiyatlar salgılanmakta. Bu süreç hem insanda çok iyi gelişmiş olan frontal büyük beyin kabuğunda, hem de evrimsel açıdan daha eski olan beyin kökünde işliyordu. Bu endojen opiyatların salgılanması ağrı hissinin azalmasına ve ağrıyı yayan beyin bölgelerindeki sinir hücrelerine daha az tepki verilmesine yol açmakta. Ancak opiyat salgısı ve ağrıya yol açan sinir hücrelerindeki etkinliklerin azalışı arasındaki bağlantı bilinmiyordu. Son teknik gelişmeler sayesinde araştırmacılar yüksek çözünürlüklü çekirdek spin tomografisi görüntüleriyle, Plasebo etkisinin, sırt omuriliği sinir hücrelerindeki etkinliğin azalmasıyla ilgili olduğunu buldular. Bu şekilde ağrı modülasyonuyla ilgili fizyolojik faktörlerin beynin derinliklerinde kökleştiği anlaşıldı. Bu tür bir etkinin sırt omuriliğinde ölçülüyor olabilmesi, bilim insanlarına göre yeni ilaçların test edilmesinde önem taşımakta. Çünkü bu bilgi sayesinde ilaçların etkisi ve etki bölgesi daha ayrıntılı bir şekilde incelenebilecek. Hazırlayan: Nilgün Özbaşaran Dede Araştırma ŞEMPANZE KÜLTÜRÜ VAR MI YOK MU? Maymunlarda kültür var mı yok mu tartışması, şempanze araştırmaları kadar eski bir geçmişe sahip. Gerçi doğada yaşayan şempanzelerin birbirlerinden bir şeyler öğrendikleri ve farklı gruplara özgü geleneklerin varlığı birçok kez gözlemlenmişti. Ama bunların içgüdüsel davranışlar mı olduğu yoksa çevresel koşullara bağlı olarak mı geliştiği bilinmiyordu. Bunu öğrenmek için doğada kontrollü bir deneyin yapılması gerekiyordu. St. Andrew Üniversitesi primat araştırmacısı Klaus Zuberbühler işte bu nedenle Uganda’da yaşayan iki şempanze grubunu incelemiş. Sonso grubu Budongo ormanında, Kanyawara grubu ise Kibele Ulusal Park’ında yaşıyor. Aynı alttüre (Pan troglodytes schweinfurthii) dahil olan iki grup genetik açıdan neredeyse tamamen özdeş. Maymunlar buna rağmen yiyecek arayışında farklı davranıyorlar. Araştırmacılar yerde duran bir ağaç gövdesine delikler açarak içlerini yarıya kadar balla doldurduktan sonra kenarlarına da petekler yerleştirmişler. Maymunlar bala parmaklarıyla ulaşabildikleri için sorun yaşamamışlar. Fakat ikinci denemedeki delikler çok daha derin olduğundan, şempanzelerin, bala ulaşmak için bir çözüm bulmaları gerekiyordu. Ve burada iki farklı alet kullanma geleneği gözlemlenmiş. Kanyawara şempanzeleri bala ulaşabilmek için ağaç dallarından yararlanırken, Sonso grubu yaprak teknolojisini tercih etmiş. Hatta bu grup için de bile farklılıklar söz konusu. Bazı şempanzeler işlenmemiş bir yaprağı deliğe sokarken, diğerleri yaprağı kısa bir süre çiğneyerek, daha geniş bir yüzey elde ediyor ve bunu bir tür sünger olarak kullanıyor. Şempanzeler bu yöntemden su ararken de yararlanıyor. Fakat burada önemli olan iki grubun farklı teknolojilerden faydalanıyor olması. Gerçi Kanyawara grubu da bazı işlerde yaprak kullanıyor, ama delikten yiyecek çıkarırken hep ağaç dalını seçiyor. Yaprak uzmanı olan Sonso şempanzeleri ise dalları sopalarla çalışmayı bilmiyorlar. Budongo ormanında on beş yılı aşkın bir süredir incelemeler yapan araştırmacılar, şempanzeleri asla sopaya benzer bir “aletle” görmemişler. İki grubun farklı “alet” türlerinden yararlanmaları, şempanzelerin daha önceleri edindikleri bilgilerden faydalandıklarını göstermekte. Yani kültür yeni sorunları çözmeye yardımcı oluyor. “Kültürel farklılıklar zihnin derinliklerinde köklenmiş olmalı” diyor Zuberbühler. GEN TERAPİSİ SAYESİNDE YENİDEN GÖRMEYE BAŞLADILAR Neredeyse tamamen kör olan çocuklar, deneysel bir gen terapisiyle yeniden görebiliyorlar. Kalıtsal bir körlüğe sahip çocuklar tedaviden sonra tek başlarına yürümeye ve engelleri tanımaya başlamışlar. Hatta sekiz yaşında bir çocuk neredeyse normal görebiliyor diyor Pennsylvania Üniversitesi Profesörü Jean Bennet “The Lancet” dergisinde. Leber konjenital amorozisi (Leber congenital amaurosis) olarak bilinen kalıtsal hastalıkta çocukluk döneminde başlayan görme bozukluğu otuz ila kırk CBT 1181/ 4 6 Kasım 2009