Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
TOKSİKOLOJİNİN BAKIŞ AÇISINDAN GDO GDO’lar ve zehirleyici etki konusu Genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) üzerindeki tartışmalar; tohuma bağımlılık (ekonomik), biyoçeşitlilik (çevre) ve sağlık gibi 3 konuda yoğunlaşıyor. GDO’ların insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri konusunda ortaya atılan, allerji, kanser, organ hasarı, üreme sistemi üzerinde etki gibi iddialar, birer toksisite şeklidir ve doğrudan toksikoloji bilim alanının konusudur. O halde toksikoloji biliminin konuya yaklaşımının bilinmesi, iddiaların geçerliliği konusunda yol gösterici olacaktır. Prof. Dr. Ali Esat Karakaya, Akredite Toksikolog, Eski Uluslararası Toksikoloji Birliği Başkanı bilir, yeni kimyasallar oluşabilir. GDO’ların toksisite yönünden incelenmesinde, karşılığı olan türde olmayıp GDO’da bulunan kimyasallar hedeflenir. Analiz yöntemlerinin bugün ulaştığı ileri düzey itibarıyla GDO’larda oluşabilecek bu kimyasallar kolaylıkla belirlenebiliyor; bu moleküllerin insan sağlığı üzerinde zararlı etki oluşturup oluşturmayacağı saptanabiliyor. Bu bilgiler, söz konusu ürün için yapılacak risk analizinin başlangıç verilerini oluşturur. Bu noktada önemli olan, yukarıdaki çalışmaların şu anda dünyada tüketilen, soya, mısır, kanola ve pamuk için yapılıp yapılmadığıdır. Bu ürünleri kullanan ülkelerin düzenlemelerden sorumlu sağlık ve tarım otoritelerinin, bütün bu değerlendirmeleri yaparak ürünün güvenli olduğu kanıtlandıktan sonra kullanım izni verdikleri açıktır. Dünya bilim kuruluşunun görüşü nedir? Dünyada bilimi en üst düzeyde temsil eden ICSU (International Council for Science), NAS (Amerikan Bilimler Akademisi), Royal Society (Birleşik Krallık Bilim Akademisi) ve bir dizi bilim kuruluşuyla, Dünya Sağlık Örgütü’nün konu hakkındaki mevcut verileri bilimsel metodolojiyle inceleyen rapor ve görüşlerini dikkate almak gerekir (5,6,7,8). Bu raporlardaki ve görüşlerdeki ortak sonuç herkesin anlayabileceği şekilde şöyle ifade edilebilir: “GDO’lar birbirlerinden farklı ürünlerdir. İnsan sağlığına etki yönünden kategorik olarak tümü güvenli kabul edilemez. Her ürün ayrı ayrı güvenlik testlerinden geçirilmelidir. Bugün ticari olarak kullanılan 4 ürün karşılıkları olan GDO olmayan ürünler kadar güvenlidirler. Bugüne kadar da bu ürünlerin tüketiminden doğan bir sağlık sorununa rastlanmamıştır”. Bilim dünyasında isim yapmak zordur ve üst düzey bilgi ve çaba ister. Ancak toplumun korku ile karşılık ilgi duyduğu konularda standart dışı toksisite testleri uygulayarak veya bunları yorumlayarak sansasyonla öne çıkmak isteyen akademisyenler her zaman bulunacaktır. Bilim kuruluşları bu tür yayınları dahi dikkate alarak, kurduğu bilimsel komisyonlarla incelemekte ve kesin sonuçlar bildirmektedir. Bugüne kadar bu konularda yapılan spekülasyonların hiçbirinin doğru olmadığı ilgili komisyonların raporlarında belirtilmiştir. Ancak insan sağlığı ile ilgili yukarıda belirtilenler, konunun ekonomik ve çevre yönünden taşıdığı risklerin önemini de azaltmaz. Ülkemiz özelinde tartışılması gereken tam da budur. Konunun sağlık ile ilgili olarak bilim dışı iddialara odaklanması, özellikle ekonomik ve çevre yönünün sağlıklı tartışılmasını engelliyor. Gıda güvenliğinde öncelikleri tersyüz eden bu tür kaos ortamlarının yaşanmaması için; Tarım Bakanlığı’nın konuya yaklaşımdaki hatalı uygulamaları, toplumda bir güven oluşturamamasının nedenleri, tüm toplumu ve ülke ekonomisini yakından ilgilendiren bilimsel bir konuda ülkenin bilim kuruluşları ve üniversitelerinin sessiz kalışlarının nedenleri üzerinde durulmalıdır. Kaynaklar : 1. Eurobaromete: Europeans and Biotechnology in 2005. 2.. Ames, BN., Gold LS,: Paracelsus to parascience: the environmental cancer distraction: Mutation Research. 447: 313 (2000). 3. U.S. Meadow, M.: A century of ensuring safe foods and cosmetics.FDA Consumer Magazine (2006). 4. Berkely, SF., et.al : Dermatitis in grocery workers associated with high natural concentrations of furanocoumarins in celery. Annals of Internal Medicine. 105:351355(1986).5. International Council for Science. New Genetics, Food and Agriculture: Scientific DiscoveriesSocietal Dilemmas. (2003). 6. U.S. National Academy of Sciences: Safety of Genetically Engineered Foods. (2004).7. Royal Society. Genetically Modified Plants for Food Use and Human Health. (2002). 8. World Health Organization. 20 Questions on Genetically Modified Foods. www.who.int/foodsafety/publications/biotech/20questions/en/ S CBT 1184/ 7 27 Kasım 2009 on 4050 yılda bilim ve teknolojideki gelişmelere paralel, toksikoloji biliminde de büyük bir gelişme yaşandı. Toksikolojinin günümüzde ulaştığı bilgi birikimi ve teknolojiye dayanan metodoloji ile bugün ticari olarak kullanılan 4 GDO olan mısır, soya, kanola ve pamuk incelenmiş, yine bu metodolojinin bir parçası olan risk analizinden geçirilerek kullanıma sunulmuşlardır. Bu 4 ürün, başta Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Avustralya, Japonya gibi, bilimin en ileride olduğu ülkeler de dahil, birçok ülkede karşılıkları olan geleneksel ürünlerle güvenlik yönünden eşdeğer kabul edilerek hiçbir kısıtlama olmadan tüketiliyor. Bu noktada Avrupa ülkelerindeki etiket uygulaması ile tüketimin kısıtlanmasının nedeni sorgulanabilir. Bu farklı uygulamanın tek nedeni, kamu yönetiminin, toplumun GDO konusundaki algısı ile gerçek arasındaki fark kapanana kadar, kullanımda adeta bir moratoryum uygulamasıdır. Nitekim Avrupa Bilim kuruluşlarının konu hakkındaki bilimsel görüşleri, söz konusu GDO’ları bir kısıtlama olmadan kullanılmasına izin veren ülkelerin bilim kuruluşlarının görüşleri ile tamamen aynıdır. GDO konusunda toplumun tepkisi, temelde biyoteknoloji konusundaki bilgi eksikliğinden kaynaklanıyor. Buna bir de kullanım öncesi güvenlik testleri, risk analizi süreçleri konusundaki bilgi eksikliği ve bilimsel temele dayanmayan Frankeştayn gıda propagandasının etkinliği eklenince, konu felaket senaryolarını içeren çeşitli spekülasyonlara açık hale gelmekte. Bilgi eksikliğine örnek olarak, Avrupa Birliği ülkelerinde yapılan bir “Eurobarometer” çalışması sonuçları gösterilebilir (1). Anketi cevaplayanların % 41’i geleneksel ürünün DNA içermediğini, buna karşın GDO’nun DNA içerdiğini, % 54’ü ise GDO’lu gıda yiyenlerin de genlerinin modifiye olabileceğine inanıyorlar. İlginç olan bu yanlış bilgilere sahip olanların oranının yıllar içinde azalmayıp aksine artmasıdır. Bu da sağlık konusunda bilim dışı iddialara dayanan propagandanın etkinliğini göstermekte. GDO’ların olası toksik etkilerinin kaynağı ne olabilir? Bitkisel ürünler, karbonhidrat, protein, yağ, vitamin ve minerallerin yanı sıra, biyosentez ürünü olarak yüzlerce kimyasal madde daha üretir. Doğal kimyasallar olarak adlandırılan bu kimyasalların sayısı örneğin domateste 350, muzda 325’tir. “Bu kimyasallar bitkinin kendi ürettiği kimyasallardır, o nedenle toksik değildir” şeklindeki bir düşünce doğru değildir. Doğal kimyasalların bir bölümü bitkinin evrimi sırasında böcekler başta olmak üzere, diğer canlılara karşı kendini korumak için geliştirdiği kimyasallardır. Doğal pestisit (böcek öldürücü) olarak adlandıran bu kimyasallardan arekolin, benzaldehit, benzil asetat, kroton aldehit, estragol, 8metoksi psoralen ve daha onlarcasının kemiricilerde yüksek dozda yapılan karsinojenesite testlerinde pozitif sonuç verdiği kanıtlanmıştır (2). Ancak toksikolojinin altın kuralı olarak, bu etki doza bağlı olduğu için hiçbir şekilde bitkilerde bulunan bu düşük miktarlardaki karsinojenik etkili kimyasalların kanser yapacağı söylenemez. Bu küçük örnek dahi toksisite ile ilgili konularda yaklaşırken uzmanlığın önemini gösteriyor. Toksikologlar konuya “doğal zararsızdır, sentetik zararlıdır” önyargısı ile değil, “bir maddenin insan sağlığına zararlı olup olmadığı ancak toksisite testlerini temel alan araştırmalar sonucunda anlaşılabilir” şeklinde bakar. Aşılama veya melezleme gibi geleneksel veya biyoteknolojik yöntemlerle ticari ürünlere yeni özellikler kazandırılması, sonuçta bir gen transferi işlemidir. Tek fark geleneksel yöntemlerle yapılan iyileştirmelerde yüzlerce genden oluşan bir gen paketinin yeni ürüne transferi yerine GDO’da amaca uygunistenen gen(ler)in transfer edilmesidir (3). İster geleneksel yöntemlerle yüzlerce genin transferiyle geliştirilsin, isterse de biyoteknoloji yöntemleri ile hedeflenen genin eklenmesiyle geliştirilirsin, yeni ürünün kimyasal yapısı, karşılığı olan ticari üründen farklı olacaktır. Bu noktada; melezleme ile yapıldığına göre ürün güvenlidir, biyoteknolojik yöntemle yapıldı ise zararlıdır şeklinde bir toptancı yaklaşım, bilim dışıdır. Bugünkü uygulamada melezlemeyle üretilen yeni bir üründe sistematik bir güvenlik testi uygulaması yoktur. Ancak yeni bir teknoloji olduğu için, GDO kullanıma sunulmadan kapsamlı güvenlik testlerinden ve buna bağlı risk değerlendirmesinden geçmektedir. Geleneksel yöntemlerle geliştirilen yeni ürünlerin incelenmesi ise tesadüflere kalmıştır. Bir örnekle konuyu açıklarsak, 1970’lerin sonunda geleneksel melezleme ile böceklere dirençli olarak geliştirilen bir kereviz türüne temas eden işçilerde dermatitler görüldü ve yeni geliştirilen bu kereviz türündeki psoralenlerin başlangıç ürününde 800 mikrogram/kg. olan miktarının geliştirilen türde 6200 mikrogram/kg’a ulaştığı saptandı (4). Bir doğal pestisit olan psoralenler aynı zamanda mutajenik ve karsinojenik özelikleri olan kimyasallardır. Bu bulgulardan sonra söz konusu ürün yok edildi. GDO’ların karşılığı olan üründen toksisite yönünden farkı nasıl araştırılır? Bu sayfadaki şekilde açıklandığı gibi, bir gen transferi sonucunda yeni oluşan ürünün kimyasal yapısında gerek hedeflenen amaca yönelik, gerekse amaç dışı değişikler ola