Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
YÖK ve Yok Edilmek İstenen Laik Hukuk Sistemi YÖK, 28 Ağustos 2009 günlü toplantısında aldığı kararla, üniversitelerde anabilim dalı sayısını 13’le sınırlandırırken Roma Hukuku’na anabilim dalları arasında yer vermedi. Yine aynı toplantıda kamuözel hukuk ayrımına da son verildi. Basına yansıyan bilgilere göre, iki hukukçu YÖK üyesinin, 60 hukuk fakültesi dekanıyla gerçekleştirdiği görüşmeler sonucunda yaptıkları önerinin kabulüyle YÖK Genel Kurulu bu kararı aldı. YÖK’ün kararında, yine siyasal iktidarın etkisi ve isteğinin rol oynadığı anlaşılıyor. Çünkü, bu karar, hukuk sistemini yeniden İslami esaslara bağlamanın önünü açacak niteliktedir. Üniversiteleri teslim almanın, rektörlerle dekanları yandaşlardan oluşturmanın önemi de ortaya çıkıyor. Bülent Serim (YÖK Eski Üyesi) Petrol ve Nükleer Yakıt Erol Barutçugil, TAEK Emekli Başkan Yardımcısı, ebarutcugil@gmail.com S Y ine basından öğrenildiğine göre, alınan karar “hukuk öğretiminin daha nitelikli duruma getirilmesi” gerekçesine dayandırılmış. Böylece, 1925 yılında Ankara Hukuk Fakültesi’nin açılmasından bu yana hukuk fakültelerinde verilen Roma Hukuku eğitimi ve kamuözel hukuk ayrımı, belli bir amacı gerçekleştirmek adına niteliksizlikle damgalandı! Alınan kararın gerçek amacının ortaya konulması ve gerekçenin haklılığının incelenmesi gerekiyor. Çiçero’ya göre, hukukun kaynağı doğrudan felsefi esaslardır. Felsefe, insanlara doğal yoldan verilmiş evrensel bir aklın, idrak ve muhakemenin varlığını göstermektedir. Demek ki, hukukun kaynağı akıldır. Atatürk devrimlerinin dayanağı olan laiklik de akla ve bilime dayandığına göre, Türk hukuk sisteminin temelinde laikliğin yattığını söylemek yanıltıcı olmaz. Roma Hukuku’nun en büyük özelliği, dinsel değil, dünyevi temellere, akla dayanmasıdır. Bunun içindir ki, Roma Hukuku, çağdaş modern hukukun temeli olarak görülmekte; Roma Hukuku eğitiminin, çağdaş hukuk sisteminin özelliklerinin ve kurumlarının anlaşılmasına yardımcı olduğu ve çağdaş hukuk mantığının oluşmasına katkıda bulunduğu, öğretide genel kabul görmektedir. Bu nedenle, Roma Hukuku, Kıta Avrupası hukuk sistemini kabul etmiş Batı Avrupa ülkelerinin hukuk fakültelerinin birinci sınıflarında zorunlu ders olarak okutulur. (Rıza Türmen, Milliyet, 23.10.2009) kuk fakültelerinde zorunlu ders olarak okutulur. Görüldüğü gibi, Roma hukukunu anabilim dalı olmaktan çıkaran değişikliğin gerçek nedeni, Türk hukuk sistemini çağdaş anlayış ve içerikten yoksun bırakarak laik hukuktan uzaklaşmak, İslam hukuku sistemine dönüşün, en azından çok hukuklu sistemi getirmenin önünü açmaktır. Çünkü, laik hukukla yasalar arasındaki nedensonuç bağını sağlayan Roma Hukuku, anabilim dalı statüsünden çıkarılınca Hukuk Tarihi anabilim dalına bağlanacak, böylece İslam hukuku ile eşit ağırlıklı duruma getirilecektir. Üstelik, Hukuk Tarihi anabilim dalı yönetiminin inisiyatifine terk edileceği için, zamanla zorunlu ders olmaktan çıkarılabilecek ya da tümden kaldırılabilecektir. Nitekim, İstanbul ve Marmara üniversiteleri hukuk fakülteleri kurulları inanılmaz bir hızla, Roma Hukuku anabilim dallarını kapatarak, Roma Hukuku’nun Hukuk Tarihi anabilim dalı altında bir dal olmasını kararlaştırdılar; yeni açılan hukuk fakülteleri, ders programlarında Roma Hukuku dersinden vazgeçiyor, hukuk tarihi dersi ile yetiniyor. ayın Bursalı, “Petrol ve Nükleer Yakıt” başlıklı Cumhuriyet’teki yazınızı karmaşık duygular içinde birkaç kez okudum. Bilime, teknoloji gerçeğinin kavranmasına dayalı bir değerlendirme yazısı olması hasebiyle değildi bu duygularımın kaynağı. Nükleer bilimler ve teknolojiye yönelik, bîtaraf ve olumlu bir yaklaşım içerisinde bulunmadığınıza dair bende oluşmuş bir “önyargıyı” bertaraf etmeniz, hem şaşkınlığa hem de memnuniyete yol açtı. Ülkemizde “nükleer” kavramının objektif bir bakış açısıyla irdelenmeyişini üzüntü verici bir tutum olarak izledim. Her nedense, “atom” denince ilk akla gelenin “atom bombası” olduğu bir toplumda, nükleer bilimler, nükleer teknoloji ve nükleer enerji denince de ya Hiroşima gelmekte, ya da Çernobil! İlk adım bu olunca da meydan çoğu kez, bilimsel yaklaşımın yörüngesinden çıkan kerameti kendinden menkul uzmanlara kalmış ve toplumun aydınlatılması çabaları boşa çıkmıştır. Genelde nükleer bilimler ve nükleer teknoloji, özelde Türkiye’de bu alandaki faaliyetlere yönelik bilgi aktarımının yeterli olduğunu söylemek elbette abartı olur. Bu nedenle, son yıllarda dillerden düşmeyen QA/QC (Kalite Temini/Kalite Kontrolü) konusunun nükleer teknolojide başlangıçtan itibaren ne denli önem taşıdığı; nükleer güvenlik ve lisanslama konularının ne derece karmaşık ve çok yönlü uygulamaları zorunlu kıldığı vb. gibi hususları vurgulamak, sanırım sağlıklı bir değerlendirme için mihenk taşı niteliğindedir. Ülkemizde, önceleri AEK (Atom Enerjisi Komisyonu) Genel Sekreterliği, daha sonra TAEK (Türkiye Atom Enerjisi Kurumu) Başkanlığı ile bağlı kuruluşlarında yürütülen araştırmageliştirme çalışmaları, yayın faaliyetleri bir kısır döngüden kurtulamayışın sonucu, özlenen düzeye bir türlü erişememiştir. Bununla beraber, belirli dönemlerdeki çok yönlü atılımlardan da maalesef kamuoyu yeterince bilgi edinemedi. Bu notu, sadece, Cumhuriyet’le tanışıklığım 53 yılı bulduğu ve bu yüzden sitemkâr bir üsluba yer verme hususunda haklı olduğum düşüncesiyle değil; AEK ve TAEK bünyesinde, emekli olduğum 1996 yılına kadar 30 yıl süreyle hemen her kademede hizmet verdiğim için de yazma ihtiyacı duydum. Özellikle, bahse konu yazınızda değindiğiniz hususları yıllarca savunan; kimi hayatta olmayan, kimi hizmeti sürdüren çok değerli yöneticiler, bilim adamları ve araştırıcılar adına teşekkür etmek istedim. KAMU HUKUKU KONUSU Öte yandan, Türk Medeni Yasası’nın 1. maddesinde, yasaların sözüyle ve özüyle düzenledikleri tüm konularda uygulanacağı; yasada uygulanabilir bir kural bulunmaması durumunda yargıcın, “örf ve âdet hukuku”na göre karar vereceği belirtilir. Bu kural, örfi hukukun, Türk Hukuk Sistemi’ndeki yerini belirler. Örfi hukuk, kamu hukuku sistemini düzenleyen, yasadan sonra ikincil önemde bir hukuk kümesidir. Orta Asya’dan beri gelen uygulamalarla oluşan örfi hukuk, şeriat hukukuna geçit vermeyen özelliğiyle, hukuk devleti mantığının oluşmasında etkin rol oynayan laik hukukun başka bir dayanağıdır. Bu nedenle ve bilinçli bir biçimde, hukuk fakültelerinden kamu hukuku bölümünün kaldırılması, laik hukuk sisteminin darbelenmesi amacı taşıyor. Böylece, Roma Hukuku’nun anabilim dalı olmaktan çıkarılması ile kamu hukuku bölümünün kaldırılmasının aynı zamanda yapılmasının rastlantı olmadığı, birbirini tamamlayıcı etkisi bulunduğu ortaya çıkıyor. Alınan karar, bir yandan çağdaş hukuk mantığından yoksun öğrencilerin yetiştirilmesine neden olur ve siyasal iktidarın yol haritasındaki hukuk sisteminin hukukçularını yetiştirmek için kapıyı aralarken, öte yandan da İslami hukukun giderek yerleşmesinin önünü açacaktır. YÖK’ün Roma Hukuku’nu anabilim dalı statüsünden çıkaran ve kamu hukuku bölümlerini kaldıran kararı, mutlaka yargıya taşınmalı. Bu, laik Cumhuriyet’in temelini oluşturan laik hukuk sisteminin geleceği yönünden yaşamsal önemdedir. Bunlar seçmen sayısına dahil mi? Tınaz Titiz Bir gazete haberi: Kütahya’da evli olan 20 yaşındaki U.G. adlı kadın, komşuları 17 yaşındaki H.T. tarafından cami tuvaletinde tecavüze uğradığını iddia etti. U.G.’nin şikayeti üzerine H.T., Emniyet Müdürlüğü Çocuk Şubesi ekipleri tarafından yakalandı. Gözaltına alınan H.T. suçlamaları kabul etmedi. Evli olan U.G. ise ifadesinde şu iddialarda bulundu: “Pencereden bakarak eşimin gelmesini bekliyordum. Bu sırada komşumuzun oğlu H.T. pencerenin önüne geldi. Bana ‘Gel birlikte kola içelim’ dedi.. Eşim kapıyı dışarıdan kilitlediği için pencereden çıkıp H.T.’nin yanına gittim. Birlikte evin önündeki merdivenlerde oturarak kola içtik. Daha sonra H.T. üşüdüğünü bahane ederek yanıma sokuldu. Karşı koymama rağmen beni kolumdan tutup zorla yakındaki cami tuvaletine götürdü ve orada tecavüz etti.” Acaba bu “tür” mensupları kaç kişidir? Bu habere konu olan olay genel olarak sıradandır. Sıradan olup olmadığı belli olmayan bölüm, “kapıyı dışarıdan kilitleyip“ karısını eve hapseden kaç koca ve bunu sıradan kabul ederek anlatan kaç kadın bulunduğudur. Hatta daha da önemlisi, bu ve benzeri “tür” mensuplarının mutlaka kapıları dışarıdan kilitlemeleri gerekmiyor toplam olarak sayılarının ne olduğu, seçmen kitlesi içindeki oranlarının katlanılabilir düzeyde olup olmadığıdır. Yani, kendisini aldattığından kuşkulandığı kocasının üreme organını kesmeyi ya da uyurken haşlamayı veya karısının kendinden izinsiz sokağa çıktığını öğrenince onu delik deşik etmeyi “normal” kabul eden seçmen kütüklerine kayıtlı toplam kaç vatandaşımız vardır? Demokrasinin belirleyici özelliklerinden birisinin çoğulculuk, bir diğerinin de çoğunluk olduğu düşünülürse, katlanılabilir düzeyin nereden sonra katlanılamaza dönüştüğü ilginç bir soru olarak ortaya çıkıyor. Sosyal bilim alanında araştırma yapan kişi ve kuruluşların dikkatlerine sunulur. ÇAĞDAŞLIĞIN İLKESİ Atatürk Devrimi’nin amacı, çağdaş ve modern bir devlet yaratmaktır. Bunun için öncelikle laiklik ilkesi kabul edildi; devlet laik yönetim, laik eğitim ve laik hukukun araçlarıyla donatıldı. Laikliğin hukuk reformuna yansıyan yönü, şeriata dayalı hukuk sisteminin terk edilmesi, hukuk alanında din kurallarının egemenliğine son verilmesi, laik Batı hukuk sisteminin kabul edilmesidir. Çağdaşlığı kendisine hedef edinen devletler, öncelikle çağdaş hukuku benimsemiş ve içselleştirmiş hukukçularını yetiştirmek zorundalar. Bunun bilincinde olan Atatürk, devrimlerin hemen başında bir hukuk fakültesi kurulmasına büyük önem verdi; 1925’te Ankara Hukuk Fakültesi’nin kuruluşunda yaptığı konuşmada da, çağdaş uygarlığı hedef edinen devrimin hukuksal temelini atmanın, devrime uygun hukukçular yetiştirmenin zamanının geldiğini belirtti. 1926’da üst üste kabul edilen Medeni Yasa, Borçlar Yasası, Ticaret Yasası ve Ceza Yasası ile Avrupa hukuk topluluğuna girildi. Çağdaş hukuk reformunun esası olan bu yasaların temelinde Roma Hukuku vardır. Bu nedenle, Roma Hukuku, Ankara Hukuk Fakültesi’nin kuruluşundan beri, hu CBT 1184/14 27 Kasım 2009