18 Haziran 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kültür Uygarlık Karşıtı Güncel Olgular İstanbul’da 4050’li yıllarda lodosta Beşiktaş’la Üsküdar arasında dolmuş sandalları vardı. Küçük bir takma motorla 810 kişiyi karşı kıyıya götürürlerdi. Gidene kadar epeyce ıslanırdık. İçindekilerin yarısından çoğu Anadolu’dan gelmiş, yüzme bilmeyen, denizden korkan insanlardı. Her seferinde Salavat getirerek, put gibi otururlardı. Doğan Kuban yor. İçinden geçtiğimiz köyler ve kasabalarda büyük bir düzensizlik, çirkinlik ve bakımsızlığa karşın önüne geçilmez bir balonlaşma eğilimi egemen. Bu parselasyon kentleşmesi karaborsacılığa benzer bir durum. Toplum da, başka türlü olamayacağını düşündüğü için bu yaşamdan şikâyet etmiyor. Bizim halk için çirkinlik, pislik, düzensizlik, kuralsızlık her gün giyilmek zorunda olunan elbiselere benziyor. B ugün ülke BeşiktaşÜsküdar dolmuş motoru gibi çalışıyor. İnsanlarının yüreği küt küt atıyor. Fakat yaşıyoruz. Birbirleriyle ilgisi yok gibi görünen her olgu ya da olay toplumun bir kesiminin yaptığı işi iyi kavramamasından, ya da cehaletin verdiği zorbalıktan kaynaklanıyor. Bunun çıkar sorununa dönüşmesi ise ardıl bir gelişme. Türkiye’nin belki de en önemli sorunu, her adımda karşınıza çıkan belirsizliktir. Yarın endişesi de bunun sonucudur. Sonuçta paniğe çabuk kapılan bir toplum yarattık... Kurumsal ve kişisel davranış belirsizliklerinden birkaç örnek: Bir tatil yöresinde bir kampa uğradık. Bir karı koca 10 yıldan fazla bu plaj kampını işletip, geçiniyorlardı. Yörede elektrik yok. Jeneratörle günde birkaç saat elektrik sağlıyorlar kalanlara. Orta hallinin altında bir tatil sitesi. Cumartesi ve pazar günlerinin gelirleriyle geçiniyorlar. Sürekli müşterileri bu yıl 1/3’e düşmüş. Neden birkaç kişi işe alıp daha geniş ve düzenli bir hizmet vermiyorsunuz, diye sorduk. İşletenler bir bakıma terörize olmuş bir karı kocaydı. Kışın balıkçıların gelip kampı talan ettiğini, ‘sahil bizim’, dediklerini naklettiler. Kışın ne kapı, ne baca, ne depo, ne ocak kalıyor, hepsi yağmalanıyordu. Söz ettikleri zorbalık ve rüşvet hikâyelerini anlatmayacağım. Çünkü tahammül edilemeyecek kadar çok. Bu konu ne yazık ki Türkiye’nin iyileşmeyen yarasıdır. Arkasında da toplumsal örgütlenmeme sıkıntısı var. fakat bir tür bağımsız yaşıyorlar. İdarecinin bir fiziksel ve düşünsel izolasyonu var. Halk belediyenin varlığını ceza alırsa öğreniyor. Kahveci, şoför, bakkal, balıkçı, market ve plaj sahipleri kulaklarını dikmiş, bir garip kontrolün gelişini bekliyorlar. Herkes başının çaresine bakıyor. Halk karıncalar, arılar, kelebekler, böcekler gibi yaşıyor. Gerçi dünyada bizden kötüsü de çok ama, bu kaygısızlık ve zor iletişimle 21. yüzyılda yaşamak olanaksız. Bu görüntüler yaygınlaştıkça kendimizi uygar olmamakla suçluyoruz. Yabancı sömürü ajanlarının yaptığı da bu inancı yaymak.‘Bunlar bize barbar diye bakıyorlar’ diyerek şikayet ediyor, ama geri kalmışlığımıza inanmaya başlıyoruz. TOPAL ÜLKE Türkiye düzensiz ve ahenksiz topal bir ülke haline geldi. Hiçbir şey hiçbir şeyle ahenk içinde çalışmıyor. Hükümet halkla, orduyla, yargı ile kavgalı; halk belediye ile, esnafla ve birbiriyle kavgalı. Bunlar olasılıkla, derin ve gerçek olmayan, fakat özel olarak beslenen ayrılıklar. İpleri açıkta olan bir kukla oyunu. Büyük kütle, dünyadaki konumunun farkında olmayacak kadar cahil. Çünkü gerçeği saptıran bir yalan dünyası ile kuşatılmış. Oysa dünyaya göbeğimizden bağlı olduğumuzu halkın bilmesi gerek. Yine de Türk toplumu çok büyük ve çok eski. Her olumsuzluğu olumluya çevirecek kadar potansiyel gücümüz olduğuna inanmamız gerek. Türk halkı dünyadan bıkkın değil. Gelecek dumanlı da olsa, çocuklarını yetiştirmek istiyor. Bazı aydın grupları dışında, gelecek umudunu yitirmemiş. “Uzak gelecek” tanımı yapamayacak kadar cahil olabilir. Fakat yakın geleceğin bildiğimiz koşullarını halka anlatmak gerek. İklimsel değişiklik, enerji sorunu ve açlık. Kendimize örnek aldığımız zengin ülkeler bu yakın gelecek için çalışmaya çoktan başladılar. Programlar gazetelerde, televizyonlarda, internette. Dünyanın ve Türkiye’nin şimdiden düpedüz açlık sorunları ile karşılaşacağını bilerek, gelecek umudunu uydurma imge ve amaçlara yöneltmemek, insan sevgisini yitirmemiş namuslu insanların görevidir. Yukarıda anlatılan davranış bozuklukları da yoğun bir yakın geleceğe hazırlanma çabası içinde törpülenebilir. ZORBANIN YAPTIĞI Fakat kanımca daha ürkütücü, davranışsal olaylar var: Zorbanın biri koca minibüsünü, yolun iki yanına park eden arabaların yanına, üstelik ters yönde park edip yolu kapatmış, iri kıyım, bıyıklı, kentlileşememiş bir kabadayı. Otobüsün geliş yolunu kapattığı için otobüs ters şeritte durmuş. Otobüs şoförü kapıyı açmış adama bir şeyler söylemiş. Ne söylediğini bilmiyorum. Fakat bu lüks minibüslü eşkıya arabasından çıktı, minibüsü dolduran kadınlarına gösteri olsun diye mi, yoksa kabadayı olduğu için mi, insan dolu otobüse girdi ve otobüs şoförünü dövmeye kalkıştı. Araya girdiler. Millet etraftan bağırdı. Adam arabasına geri döndü. Kamu düzenini kesinlikle bozan bu insan müsveddesinin çevre halkının tepkisini de hiçe sayarak, otobüs şoförüne dayak atmaya kalkışmasını ağzımız açık, fakat ruhumuz karararak seyrettik. Halk onu dövebilirdi. O zorba da etrafa ateş edebilirdi. Bu adamı yetiştiren toplum nasıl bir toplumdur? Açık haksızlığına karşın kendisine karşı çıkana dayak atmaya kalkışan adam bir çete mensubu mudur? Bir psikopat mıdır? Sırlı bir kaynaktan güç alan bir fanatik midir? Topluma karşı bir mücahit midir? Bir toplum düşmanı mıdır? Yoksa sadece kentlileşememiş bir zavallı mıdır? Biz bu adamlarla dolu bir toplumun neresinde olmak istiyoruz? Daha yumuşak, fakat yaygın, anlatmaktan yorulmadığım bir başka olgu: Kentlileşemeyenlerin en ilkelleri, ormanda ya da kırda sıkıştığı yerde işini gören köylüler gibi davranıyorlar. Bunların en beyinsizi elindeki gazeteyi, broşürü, paket artığını, kâğıt mendili, su şişesini, bira kutusunu durduğu yere bırakan tanımı zor bir kentli. Bu bağlamda fakir ve zengin farklı değil. Bu geniş çöp kafalı insan grubu için Taksim Meydanı, cami avlusu, park, TEM, her yer bir çöplüktür. Bu çevre kirleticilerin beyinlerinde çöp kavramı oluşmamış. Ülkemizde halk ve devlet birbirleriyle iç içe, Tayfun Akgül SÖZDE SİT ALANI Halkın yararlandığı bir kıyı alanı ve 1015 yıldır verilen bir işletme ruhsatı varsa ve bölgede bunun gibi pek çok kıyı işletmesi çalışıyorsa, bölgenin bu işlevlere göre bunca yıl planlanmamış olması asıl sorundur. Burası sözde doğal sit alanı olarak saptanmış. Plan yerine sadece yasaklar var. Harita üzerinde bir sınır çizgisi çizip üzerine doğal sit yazmak, bütün sit alanı işlevsel olarak planlanmadıkça boş bir iştir. Ve orada kişiler birbirleriyle savaşırlar. Ve yasağa karşın, kıyılar nedense her yıl daha çok yapılaşır. Uzun yıllardır, kontrol edemedikleri yerlere bir yapılaşma ambargosu koyuyorlar. Plan yapma zahmetine katılmadan, jandarmalık yaparak sözde kontrol sağlanıyor. Devlet plan yapamıyor. Birkaç saatte yasa çıkaran bir ülke, bir tatil yöresini 20 yılda planlayamıyor. Bu yörelerde büyük tatil siteleri var. Çoğu sıradan (çirkin dememek için!) ve kentlerdeki yığılmanın küçük boyutlusu. Ruhsatlı modern gecekondulardan oluşu CBT 1184/2 27 Kasım 2009
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle