02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

OOOF OFF LINE Tanol Türkoğlu ([email protected]) Hemen hemen aynı zamanlarda gerçekleştirilen iki mucize. Amerika menşeili olan ortaya çıkışından kırk yıl sonra tüm dünyayı sarmış durumda, Türkiye menşeili olan diğeri ise kırk sekiz yıldır yalnızlığa mahkum edilmiş durumda! Peki ama neden? İnternet 40, Devrim 48 Yaşında Seçkin Genç Bilim İnsanları Toplantısı T ürkiye Bilimler Akademisi'nin Üstün Başarılı Genç Bilim İnsanlarını Ödüllendirme Programı'na (TÜBAGEBİP) seçilmiş genç bilimcilerin akademik faaliyetlerini ve programı değerlendirmeyi amaçlayan yıllık toplantı, 25 26 27 Eylül 2009 tarihlerinde Zonguldak Karaelmas Üniversitesi'nin ev sahipliğinde gerçekleştirildi. Bilimi ve bilimsel uğraşıyı benimsetmek, desteklemek ve bilimin toplumsal yaşamdaki etkinliğini arttırmak amaçlarını güden Türkiye Bilimler Akademisi, her yıl bir üniversitenin ev sahipliğinde gerçekleştirdiği toplantılarla, güncel araştırmaların sunumu ve tartışmaların yanı sıra, üstün başarılı genç bilim insanlarının kendi aralarında etkileşiminin ve Akademi üyeleri ile olan bağlarının güçlenmesini de sağlamaktadır. Bu yıl sekizinci kez yapılan geleneksel degerlendirme toplantısı, 25 Eylül 2009 Cuma günü saat 18.30'da başladı. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi tanıtım filminin sunumu ve Rektör Prof. Dr. Bektaş Açıkgöz’ün konuşmalarından sonra Akademi Başkanı Prof. Dr. Yücel Kanpolat, saat 21.00’de “Bilim Çağında Bir Bilge: Halet Çambel” konulu bir konferans verdi. 26 Eylül 2009 Cumartesi günü GEBİP Ödülü sahibi genç bilim insanları, gün boyunca dört paralel oturumda, kendi faaliyet alanlarını tanıtarak son bir yılda yürüttükleri araştırmalara ilişkin birer sunum yaptılar. Doğa bilimlerinden sosyal bilimlere, mühendislikten sağlık bilimlerine kadar çok geniş bir yelpazeye yayılmış olan 42 sunum, bilimle ilgilenen tüm dinleyicilere açık olarak gerçekleştirildi. Aynı gün 12.0013.30 saatleri arasında yapılan ve GEBİP programı ile Avrupa Genç Akademisi oluşturma çalışmalarının tanıtılmasına ayrılan özel bir oturuma Prof. Kanpolat ve Prof. Çelik’le birlikte, ALLEA (Avrupa Akademiler Konseyi) yöneticisi Dr. Ruediger Klein ve Hollanda Genç Akademisi üyesi Prof. Dr. Hans Hilgenkamp da konuşmacı olarak katıldılar. 27 Eylül 2009 sabahı yapılan genel bir değerlendirme oturumunda, genç bilim insanlarının GEBIP ve Avrupa Genç Akademisi konularında görüşleri dile getirildi ve genç araştırmacıların karşılaştıkları mesleki ve sosyal sorunlar tartışıldı (TUBA). ROBOTİK CERRAHİ B CBT 1180/ 10 30 Ekim 2009 Dr. Mehmet Ömür, Prof., MeDi KBB Merkezi "Lütfen beni siz ameliyat etmeyin doktor bey, robota ameliyat ettirin…" u sözleri önümüzdeki yıllarda duymaya başlarsanız hiç şaşırmayın. Ürolojik cerrahide, kardiovasküler cerrahide, kadın doğum ve genel cerrahide artık yerini almış olan Da Vinci robotlar KBB alanına da girmeye başladı. Kalp cerrahları kalbi durdurmadan, pompaya bağlamadan ameliyatlarını gerçekleştirebiliyorlar. Artık dünyada tanesi 1,5 milyon dolara satılmış olan 1000 kadar robot cerrah var. Bunlar biz cerrahlardan daha hassas ameliyat ediyor ve elleri titremiyor. Üstelik yorulmuyorlar da. Robotlar dört kollu ve yanlarında yüksek rezolüsyonlu bir kamera ile vücudun içinde dolaşıp duruyorlar. Ancak tabii ki kendi başlarına bir iş yapamıyorlar. Ameliyat masasının biraz ötesinde veya yandaki odadaki kontrol konsolunun önünde bir cerrah beyni olmadıkça şuradan şuraya şimdilik gidemiyorlar. Kollardan ikisini ben diğer ikisini de arkadaşım kullanabilir. Böylece daha hızlı ameliyat edebiliriz. Halen çalıştığımız hastanede bir tane robotumuz var. Onunla tanışıyoruz ama henüz işbirliği yapmadık. Kendisi sevgili arkadaşımız Prof. Dr. Ali Rıza Kural’ın emrinde. Robotik cerrahi hastaya daha az travma ve daha hızlı bir iyileşme sağlıyor. Küçük vücut kavitelerinde çalışma imkânı da cabası. Örneğin kalp cerrahına, toraksı kesmeden ameliyat etme olanağı sağlıyor. Şu anda elimizde robotik cerrahinin konvansiyonel cerrahiye göre daha üstün olduğunu gösteren bi limsel veriler yok. Ama robotlardan beklentilerimiz çok… Komplikasyonları azaltmalı. Daha küçülüp vücut içinde uzaktan kumanda ile yönetilebilmeli. Köşeleri dönen kolları olmalı ve dikişleri uzaktan atabilmeli. Kalem tutar gibi ameliyat yapmalı. Yoksa çok şey mi istiyoruz? “Robotlar cerrahların yanında mı?” sorusunun cevabını da vermek zor. İlk bakışta sanki öyle gibi duruyor, ama tam da öyle olmayabilir. Elimizden işimizi alıyorlar. Hastalarımızdan uzaklaşıyoruz. Gururumuz kırılıyor. Günün birinde işsiz kalır mıyız acaba, diye bir korku sarıyor içimizi… Robotik cerrahinin gelişmesi için firmalar kesenin ağzını açmış durumda. Milyonlarca dolar araştırmalara ayrılmış. Son 30 yıl içinde görüntülemedeki, anestezideki, sinir görüntülemelerindeki ilerlemeler sayesinde tanı ve tedavide çok büyük yollar alındı. Bugün robotik cerrahiyle ilgili gelinen yer de çok önemli. Dikkat edilmesi gereken birkaç nokta var: 1 Robotları veya navigasyon cihazlarını ameliyatın emrine vermek gerekir, tersi olmamalı. 2 Hangi ameliyatların bu aygıtlarla yapılabileceğine karar verilmeli. 3 Robotların aynı standart ve tekrarlanan hareketleri aynı hassasiyetle yapması sağlanmalı. 4 Özgüvenimiz ve gururumuzla da çok fazla oynatmamalıyız… Çağımızda bu gelişmelerin önüne geçilememektedir. Bize, hastalarımıza daha güvenli ve kaliteli hizmet vermek için geliştirilmektedirler. Belki bir de tıbbı alet üreticilerinin ekonomiye katkılarını arttırmak için. Tek soruna yeni gelişecek cerrahların ellerine bisturi almadan cerrah olmaları sorunudur. Bu sorun ise zaman içinde cerrahi simülatörlerle çözülecektir. 29 Ekim 1969 günü Los Angeles’taki UCLA üniversitesindeki araştırma görevlileri yeni icat etmiş oldukları bilgisayarın ekranına daha iki harf yazmışlardı ki bilgisayar çalışmaz hale geldi. Amaçları 314 mil uzaklıktaki Stanford Üniversitesi’ndeki bilgisayara bağlanmaktı ve bunun için karşıdaki bilgisayara giriş yapmaları gerekiyordu (yani LOGIN olmaları). Oysa bilgisayar daha LO yazıldığında çalışmaz hale geldi (teknik jargonla belirtmek gerekirse “göçtü”). 48 yıl önce 29 Ekim 1961 günü Ankara’da, TBMM’nin önünde özel bir kutlama vardı. 4,5 ay gibi kısa bir sürede adeta yoktan varedilmiş Türkiye’nin yaptığı ilk otomobil olan Devrim arabalarının iki numunesi meclis bahçesinde cumhurbaşkanı ve projenin fikir babası Cemal Gürsel’i bekliyordu. Araçlardan birisi siyah diğeri bej renkliydi. Eskişehir’de yapıldığı yerden Ankara’ya tren ile getirilmişti ve yolda herhangi bir yangın tehlikesine karşı (trenler kömürle çalışıyordu) araçların benzin depolarındaki benzin azaltılmıştı. Lokomotife daha yakın olan siyah araçtaki benzin çok azdı. Ankara’ya getirilen araçlar meclis binasının önünde cumhurbaşkanının gelmesi beklenirken siyah araçtaki benzinin yetersizliği anlaşıldı ne yazık ki ne cumhurbaşkanı gelip araca binmeden önce benzin dolduracak zaman bulundu; ne de cumhurbaşkanının içinde yeterince benzin olan bej araca binmesi sağlanabildi. Sonuçta, 200 metre giden siyah araç herkesin şaşkın bakışları altında olduğu yerde durdu. Her ne kadar cumhurbaşkanı bej araca alınıp, gün boyunca planlanmış tüm törenlere o araçla intikal etse de ertesi gün gazetelerde çıkan “Devrim Yolda Kaldı” başlığı ve onun altını süsleyen yanıltıcı detaylar Türkiye’nin daha 1961 yılında otomotiv sektörüne yüzde yüz yerli malı araç üretimiyle girmesini engelledi. Yıllar sonra Devrim’in öyküsünü gazetelerden okurken, hala gazetelerin yanıltıcı bir şekilde araca benzin deposu yapılmasının unutulduğu bilgisi beni çok düşündürmüştü. Oysa sonradan unutulan şeyin depo değil benzin olduğunu öğrendim. Ve buna karşı ülkenin gösterdiği tepkiye bir anlam verebilmiş değilim. Arabaya benzin konulması unutuldu diye 20. yüzyılın en büyük sektörlerinden olan otomotiv alanında Türk yapımı üretim yapmamak. Bu ne büyük bir ceza! Eğer bu mentalite geçerli olsaydı, 29 Ekim 1969 günü daha LO yazdıklarında karşılarında çalışmaz hale gelen bilgisayarları gördüklerinde UCLA’daki bilim adamlarının “Tamam yaa işte çalışmıyor; hadi bırakıp evimize gidelim” demeleri gerekmez miydi? Peki fark nerede? Devrim Yolda Kaldı diye günün manşetini patlatan ve bu nedenle belki de kendilerine güzel bir kariyer sağlayan üç beş gazete(ci)nin, kendi vizyonlarını aştığı için, ezber bozduğu için projenin karşısında duran güya sorumluluk sahibi bürokratların geleceği, koca ülkenin geleceğini nasıl olur da bu kadar olumsuz yönde etkileyebilir? Bir ülke, bir sistem buna karşı nasıl mağlup olur? 29 Ekim 1969’da California’da bilim adamlarının karşılarına çıkan zorluklar karşısında durmadan, yılmadan çalışmaları ve bu sorunları aşmalarının temelinde projenin ifade ettiği anlam yatmaktaydı. Sovyetlerden gelecek herhangi bir tehlikeye karşı mücadele edebilmek! Bir otomobil yapmak neden o günlerde tüm ülkeye tek bir anlam ifade edemedi? Daha LO yazarken çalışmaz hale gelen, 314 mil uzaklıktaki bir bilgisayarla iletişim kuramayan o proje kırk yıl içinde gelişerek bugün Internet adıyla dünya üzerinde milyarlarca insanın gündelik hayatına yön veren bir teknoloji bileşeni olarak ve tek bir ülkenin sınırlarını aşarak yeryüzü kültürünün bir parçası halini almıştır. 48 yıl önce cumhurbaşkanını tüm gün boyunca Ankara’daki Cumhuriyet Bayramı törenlerine taşıyan bej renkli Devrim Arabası ise bugün tek başına Eskişehir’de TÜLOMSAŞ’ın (Türkiye Lokomotif ve Motor Sanayi AŞ) müzesinde sergilenmekte. 48 yıl sonra inatla çalışıyor ve ne yazık ki bu bize hâlâ bir anlam ifade edemiyor!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle