Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Uzmanlık ve Doktora Prof. Dr. Mine Anğ Küçüker, İst. Tıp Fak. Öğretim Üyesi mkucuker58@yahoo.com Tıpta ve Dişhekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği yürürlüğe girdi. Bu yönetmeliğin hazırlanmasında da, her alanda ve her durumda ve her konuda olduğu gibi “kurum”lardan çok “ lobi”lerin etkili olduğuna kuşku yoktur. Bunun anlamı şudur: Belirli toplulukların çıkarları “uzmanlık eğitiminin kavramsal anlamının ve gerekliliklerinin önüne geçti; uzmanlık ve uzmanlık eğitiminin bilimsel, nesnel, evrensel nitelikleri bu yönetmeliğin temelini oluşturmuyor. Bu nedenle, bu yönetmelik de yeni sorunlar üretecektir. Bu yazıda bunlardan sadece birine değinilecektir. Yönetmeliğin 13/3 maddesinde “uzman olmayan öğretim üyeleri ve öğretim görevlileri (YÖK’e göre öğretim görevlileri uzmanlık eğitimi veremez) ancak bir uzman nezaretinde uzmanlık eğitimi yaptırabilirler” deniyor. Şimdi: 1. 2547 sayılı yasada uzmanlık, yüksek lisans ve doktorayla birlikte lisansüstü öğretim kapsamında ele alınır ve diğerleri gibi eğitimin yaptırmak yetkisi öğretim üyelerine verilirken bu yönetmelik bu yetkiyi, kendi yetki sınırını aşarak yok saymaktadır (hukuksal sorun). 2. Bu sorun tıp fakültelerinden mezun olup uzman olanlar ve doktora yapmış olanlar, ayrıca tıp dışındaki belirli temel bilimler fakültelerden mezun olup doktora yapmış ve uzman olup sonra da doktora yapmış öğretim üyelerinin bulunduğu temel tıp bilimleri bölümleri kapsamındaki anabilim dallarını ilgilendirmektedir. Üniversitenin ne olduğu kavramsal olarak doğru algılandığında doğal, hatta evrensel bilim ölçütlerine göre gerekli olan bu çeşitlilik ülkemizde, büyük bir çoğunlukca sadece bir “hastane” olarak algılanan tıp fakülteleri için daima bir sorun olmuştur. Bu anabilim dallarının Batılı üniversitelerdeki eşdeğerleri kendilerini, verdikleri uzmanlık eğitimi ve “rutin laboratuvar hizmetleri” (kamu hizmeti) ile değil, bilimsel araştırmaları, bilime katkıları ve oluşturdukları bilimsel ekolleri ile tanımlarlar; buralarda rutin tanı testleriyle araştırma gruplarınca yürütülen ve o birimin varlık nedeni kabul edilen araştırma projelerinin içeriklerinin birbirleriyle hiç ilişkili olmadıklarına dikkat edilmelidir. 3. Doktoralı öğretim üyelerinin uzmanlık eğitimi vermeleri, uzun bir zamandır bazı kurumlarda kişisel çabalar ve lobi faaliyetleriyle sessizce engellenmek istenmekteydi. Bunun nedenini, yönetici konumundaki bir hekim arkadaşım ayaküstü bir sohbet sırasında şöyle açıklamıştı: Uzmanlık bir mesleği uygulama yetisi ve yetkisine sahip olmaktır, tıpkı marangozluk öğrenmek gibi. Doğal olarak o mesleğin eğitimini ancak o uzmanlar verebilir. Oysa doktora akademik bir ünvandır. Bu açıklama gerçekten doğru. Bu saptamaya göre 2547 sayılı yasa eksiktir çünkü mesleki yetki ile bilimsel yetkiyi birbirine karıştırmıştır. O zaman ortada hiç kimsenin sözünü etmediği ve ülkemizi, hâkim kılmaya çalıştığımız “Batı” standartlarına aykırı kılan vahim bir durum var. Bu vahim hata için hemen hemen hiç ses çıkarmayan uzman öğretim üyelerimizin ne düşündüklerini sormak hakkımızdır: Tıpkı 2547 sayılı yasanın tanımladığı gibi doktora “orijinal bilimsel araştırma” ile kanıtlanarak elde edilen ve kişiyi o bilim dalında bilimsel açıdan yetkili kılan akademik bir ünvanken, uzmanlık ise bir mesleği icra etme yetkisiyken: a) Nasıl oluyor da Türkiye, tıp fakültesinden mezun olunduğu gün, doktora yapılmadan Dr. ünvanının edinildiği tek ülke olabiliyor? (Batıda kendinizi “doktor” olarak tanıttığınızda “ne doktoru “ olduğunuz sorulur; yurdumuzda ise tıp dışı dallarda doktora ünvanı almış olanlar tıp fakültesi mezunu, hekim sanılır.) b) Nasıl oluyor da Türkiye, uzman ünvanıyla, doktora yapmadan akademisyen olunabilen (Yard. Doç , Doç, Prof. ) tek ülke olabiliyor. 3) Ve nasıl oluyor da hatta Türkiye, doktora yapmadan alınan Doç., Prof. ünvanlarıyla “ uzmanların doktora yaptırabildiği” tek ülke olabiliyor? Doktora ve uzmanlık, egemen gruplar tarafından, evrensel akademik kavramlar, kurallar, ölçütler, algılar, kabuller hiçe sayılarak, “uzmanlar” için birbirine denk , “doktoralılar” için birbirinden farklı, başka sayılıyorsa, bunun en nazik nitelemesi “çifte standart” ya da “ayrımcılık “tır; bilim dışı bir ölçütsüzlük ve keyfiliktir. Bu ortadan kaldırılmadıkça uzmanlık eğitimi yetkisinin sadece uzman olmuş olanlara verilmesinin –doğru da olsa inandırıcılığıbilimselliği olmayacaktır. Bilim insanları sorunları tartışmayı ve kuralları oluşturmayı pratik ve yararcı bir bakışla değil “kavram”lar düzeyinde gerçekleştirebildiğinde üniversite ancak o zaman üniversite olacaktır. Geleceğin enerji alternatifleri araştırılıyor Avrupa Birliği’nin öncülüğünde Avrupa Komisyonu’nun finanse ettiği Marie Curie Programı kapsamında düzenlenen FCE (Yakıtlar ve Yanma Teknolojileri) Konferansı 0809 Ekim tarihlerinde gerçekleştirildi. Bu yıl ikincisi düzenlenen konferansta geleceğin yakıtları ve motorları tartışıldı. M ühendisler, akademisyenler, otomotiv üreticileri ve mühendislik bölümü öğrencilerinden gelen makale ve sunumların da yer aldığı FCE 2009 konferansında, Shell’in yakıt teknolojisi uzmanları, temiz ve sürdürülebilir yakıtlar ile alternatif enerji kaynakları ve ileri motor teknolojileri konularında bilgi verdi. Konferansta, teknolojik bilgilerin yanı sıra otomobil kullanımını etkileyen faktörler ve mevcut sistemlerin bu faktörleri nasıl etkilediği de ayrıntılı biçimde tartışıldı. Shell’in 1940 yılından bu yana faaliyet gösteren ARGE merkezi “Shell Global Çözümler”de görevli “Yakıt Teknolojileri Grubu”ndan Prof. Dr. Gautam T. Kalghatgi, Dr. Andrew Harrison ve Dr. Roger Cracknell, Shell’in geleceğin yakıtları konusundaki 2050 yılına kadar olan vizyonunu sunumlarla paylaştılar. Proje kapsamında ARGE konusunda Shell’e destek veren İTÜ ve Sakarya Üniversitesi adına projenin Türkiye basamağında süpervizörlüğü yürüten Prof.Dr. Cem Soruşbay (İTÜ) ve projenin yürütmesinden sorumlu Dr. Hakan Soyhan (SAU) da sunumlarında bugüne kadar gelinen noktayı aktardılar. Günümüzde ortaya çıkan CO2 salınımının dörtte birinin nakliye kaynaklı olduğunu dile getiren Dr. Harrison, yapılan araştırmalara göre 2007 yılı itibarıyla 900 milyon olan dünya araç parkının 2050 yılında 2 milyara ulaşması beklendiğini kaydetti. Geleceğin yakıtları konusunda kilit rol oynayacak faktörleri erişilebilirlik, maliyet, kaynaktan tekerleğe emisyon, performans, hükümet politikaları ve müşterilerin tercihi olarak sıraladı. Bu kriterler doğrultusunda 1990’ların sonlarında hidrojenin öne çıktığını, 2000’li yılların başlarında biyoyakıtların gündeme geldiğini ve günümüzde de elektrikli araçların ağırlık kazandığını hatırlatan Harrison, 2010 yılında doğalgazın önem kazanabileceğini vurguladı. Ancak daha uzun vadeli bakıldığında ulaşımda yakıt olarak günümüzde de gündemde yer alan elektrik, doğalgaz, biyoyakıt ve hidrojen kullanan araçların varlıklarını karma olarak sürdüre ceğini ifade etti. Bu bağlamda GTL (gazdan sıvıya dönüşüm) teknolojisinin önemine değinen Dr. Harrison, Türkiye’de de satışa sunulan GTL teknolojili yakıtın geleceğin yakıtlarından biri olduğunu ve ülkelerin ve şehirlerin enerji kaynaklarını çeşitlendirmelerine, yerel emisyonları azaltmalarına ve sürdürülebilir ulaşımın teşvik edilmesine yardım edebilecek uygun maliyette bir alternatif yakıt olma özelliğini taşıdığını söyledi. Alternatif enerjinin hangi aşamalardan geçilerek üretildiğine bakılmasının ve emisyonun kaynaktan tekerleğe uzanan süreç hesaba katılarak ölçülmesinin gerektiğini söyleyen Harrison, petrol, kömür ve gaz gibi fosil yakıtların kullanılmaya devam edileceğini ancak hızlı bir şekilde de bunlara alternatif olabilecek yenilenebilir enerji veya nükleer enerjiye ağırlık verilmesi gerektiğini hatırlattı. Shell Global Çözümler Baş Mühendisi Prof.Dr. Gautam Kalghatgi, mevcut emisyon baskısı nedeniyle sıkıştırmalı yanma gerçekleştiren motorların daha verimli olduğunu açıkladı. Buji ateşlemeli motorlara göre yakıtı daha verimli kullanan sıkıştırmalı motorların emisyonları ve katı atıklarının daha kontrol edilebilir ve daha çevreci olduğunu tespit ettiklerini dile getirdi. Buna bağlı olarak da düşük oktan sayısına sahip benzinin sıkıştırmalı motorlarda kullanılabileceğini belirtti. Şimdilik otomotiv sanayiinde motor teknolojilerine yapılan ARGE harcamalarının ağırlıklı olarak dizel motorlara ayrıldığını hatırlatan Kalghatgi, gelecekte benzini sıkıştırarak kullanan motorlara ağırlık verileceğini tahmin ettiklerini söyledi. Uzun vadeli işbirliği kapsamında Shell’in öncülüğünde Avrupa’nın farklı ülkelerinden üniversiteler ortak çalışarak uygun yakıt ve motor teknolojileriyle ilgili araştırma faaliyetlerini yürüten ekibin koordinatörlüğünü Shell Global Çözümler üstleniyor. Konferansta sunulan makalelerin bulunacağı bir özel sayı SCI (Bilimsel Referans İndeksi) indeksinde yer alan Int J Vehicle Design’da (Uluslararası Taşıt Tasarımı Dergisi) yayımlanacak. Darwin’in kuramına kozmolojiden Darwin 1859’da Türlerin Kökeni kitabını yayımladığında dünyamızın kaç yaşında olduğu bilinmiyordu. Osman Bahadır bahadirosman@hotmail.com CBT 1180/14 30 Ekim 2009 D arwin, kitabında bütün canlıların ortak bir atadan geldiğini ileri sürerken, tezini destekleyen çok sayıda kanıt sunuyordu ama bir yandan da dünyadaki böyle bir canlı evrimi için gerekli olan süre konusunda bazı sıkıntılar duyuyordu. Çünkü tezinin geçerli olabilmesi için dünyanın ileri sürdüğü türden bir evrime izin verecek denli yaşlı olması gerekiyordu. Dünyanın 6000 yaşında olduğu kutsal kitaplarda açıkça belirtilmişti. İrlandalı piskopos James Ussher, 1650’li yıllarda, dünyanın yaratılış tarihini M.Ö.4004 olarak belirlemişti. Daha sonraki 200 yıl boyunca İncil’in İngilizce baskılarında bu tarih kullanıldı. Dünyanın yaşının 6000 yıldan fazla olduğunu söyleyen ilk kişi, Fransız bilim insanı Buffon’dur. Buffon, yeryüzünün soğuması için gereken zamanı tahmin ederek dünyanın 75.000 yaşında olduğunu hesaplamıştı. Fransız Benoit de Maillet de, deniz düzeyindeki düşüşleri inceleyerek yaptığı hesaplamalarda dünyanın 2 milyar yıl yaşında olması gerektiğini söy