Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Nasıl Bir Yargıçlar Kurulu? (II) Yargıçlar Kurulu’nun (YK), biçimsel yapısının özünü, “yargıç kimliğini geliştirme ve koruma” oluşturur. Bu nedenle; YK’nin yapılandırılmasında biçim ve öz birlikte düşünülmelidir. “Sağlıklı biçimsel yapı oluşturulmadan özdeki değerin korunması kolay olmayacağı” gibi “iyi düzenlenmiş olsa bile özdeki değeri özümsememiş yapılanmanın yozlaşması kaçınılmazdır”. Çetin Aşçıoğlu Yargıtay Onursal Üyesi – cetinasciglu@gmail.com OOOF OFF LINE Tanol Türkoğlu (tanolturkoglu@gmail.com) 1 961’den günümüze kadar, biçimsel yapılandırmalarla sorun çözme yeğlendiğinden; işin özünü oluşturan yargıç kimliği ve yargı bağımsızlığı sürekli kan kaybetmiştir. Yürütme erkinin, açıkladığı yargı reformu taslağında da aynı mantığın egemen olduğu görülüyor. Değerli okuyucularım, geçen ayki (4 Eylül 2009) yazımda: 1981 öncesi son YHK’de olduğu gibi: YK’nin Yargıtay ve Danıştay üyelerini kendi aralarından seçecekleri üyelerden oluşturulması önermiştim. Ancak, “kötünün en iyisi olsa da” yerleşik mantığın uzantısı olan bu yapılandırmanın da “yargıç kimliği ve yargı bağımsızlığı” için gizil tehlike oluşturması kaçınılmazdır. Çözüm, YK’nin yetkilerini nesnel düzenlemelerle sınırlandırmakta aranmalıdır: Ne düzeyde yüksek nitelikli üyelerle donatılmış olursa olsun; oynak kurallarla kullanılan geniş yetkilerin, şu ya da bu nedenle, özensiz ya da kötüye kullanılması olasıdır. Kaldı ki; toplumsal öz yapımız da bu gibi davranışlara olanak tanıma eğilimindedir. Günümüzde yargıç sicilleri, “müfettiş raporları”; “çıkardıkları iş sayısı” ve “Yargıtay ve Danıştay’dan aldıkları not” ağırlıklı düzene göre oluşturuluyor. Bu ölçüler, sağlıklı verilere de dayanmıyor. En önemlisi bu düzen “yargıç kimliğini” ve “bireyin doğru ve güvenli yargılanma hakkını” olumsuz etkiliyor. Not kaygısı, “hak duygusunun önüne” geçebildiği gibi, müfettiş denetimi de “memur bilincini” oluşturuyor. Bu nedenle sicilde “yıllanma”, “çalıştıkları bölgeler”, “akademik kazanımları”, “kararlardan özel bir seçme olmadan alınacak örneklerin (Türkçeyi kullanma, biçem ve gerekçe açısından) bağımsız uzmanlarca değerlendirilmesi” “hakemli dergilerde yayımlanan çalışmaları” gibi nesnel ölçüler esas alınmalı. Yargıçlar, her iki yılda bir sicillerine göre sıralamaya tabi tutularak bir üst dereceye yükseltilmektedir. Oysa başta Almanya ve Fransa olmak üzere AB ülkelerinde, ceza almamış olma koşuluyla otomatik yükselme düzeni söz konusudur. Çünkü onlar yargıçtır. Ne denli bağımsız kurullar olursa olsun; yargıçlara yer ve görev güvenceleri sağlanmadıkça yargı bağımsızlığının tam anlamıyla sağlanması olanaksızdır. Bu, kişisel bir düşünce ve öneri değil, çağdaş yargı düzeninin onayladığı olmazsa olmaz nitelikte bir ilkedir. KİMLİK, YARA ALINCA Ülkemizde, ilk atamalar ad çekmeyle (kura) yapılır; daha sonraki atama ve yer değiştirmeler Bakanlığın hazırladığı taslak üzerinden Kurul kararıyla gerçekleşir. Her ne kadar ilke kararları olsa da; taslak ve kararnamelere kişisel girişimler, aracı kullanma, öznel değer yargıları ve çıkar ilişkilerinin etkili olması azımsanmayacak boyuttadır. İsteğini bu yolda elde edebilen yargıcın, hak dağıtırken dışardan gelen telkin ve etkilerden kendisini koruması kolay olmayacaktır. Çünkü yargıç kimliği yara almıştır. Ülkemiz koşulları düşünüldüğünde, yargıçlara yer ve görev güvenceleri verilmesinin hizmeti aksatacağı öne sürülebilir. Ancak YK’ni yıpratacak ve yargıç kimliğini olumsuz etkileyecek düzeni sürdürmenin sakıncaları da göz ardı edilmemeli ve ülkemize özgü bir düzen araştırılmalı ve tartışılmalı: Yargıç adaylarının, ilk atamaları, ad çekme yo luyla bir yıl için uzmanlık alanlarına (hukuk ve ceza) göre birinci ve ikinci bölgelere yapılmalı. Bir yılın sonunda istekleri olmadan yine ad çekme ile beş ve dördüncü bölgelere atanmalılar. Beş ve dördüncü bölgeler arasındaki atamalarda da aynı yöntem izlenmeli. Beş ve dört bölgelerde, yönetmelikte belirlenen süreyi dolduranlar; yer ve görev güvencelerine sahip olmalı. Senede birkaç kez duyurulacak üçüncü bölgedeki boş kadrolara, bu yargıçlardan istekli olanların atanmaları da yine ad çekme ile yapılmalı. İkinci ve birinci bölgelerdeki önceden duyurulacak boş kadrolara istek üzerine atama “yukarıda önerdiğimiz sicil yöntemiyle oluşturulacak puanlara” göre YK kararıyla yapılmalı. Bu kararlara karşı yargı yolu da açık olmalı. YK’nin bu nitelikteki düzenlemelerle yetkilerinin sınırlandırılması, özdeki sorunlara daha bilinçli yaklaşımını sağlarken saygınlığını da arttıracaktır. YK’yi, elli yıldır, çok yönlü eleştirilerle karşıya bırakan, yıpratan Yüksek Mahkemelere yapılan üye seçimleri olmuştur: Kurul üyelerinin kişisel beklentilerinin, siyasal hatta dinsel inançların, dostluk ilişkilerinin, yoğun telkinlerin ve karşılıklı tavizlerin azımsanmayacak etkisi bir olgudur. Bu olumsuzlukların temel nedeni, seçimde nesnel ilke ve ölçülerin bulunmaması ve saydamlığın sağlanmamasıdır. Seçimde elle tutulur tek ölçü, birinci sınıf yargıç ve savcı olmaktır. Günümüzde Adli Yargıda beş altı bin, İdari Yargıda bin civarında birinci sınıf yargıç bulunuyor. Bu aday yoğunluğu ve yargıç sicillerinin yetersizliği de gözetildiğinde, ne denli nesnel ve iyi niyetli olunursa olunsun el yordamıyla seçim kaçınılmazdır. Bu nedenle; seçimde, birinci sınıf yargıç ölçütünün yerine “akademik kazanımlar”; “yayımlanmış bilimsel yapıt ve çalışmaları”; “en az yirmi yıllık yıllanma ve deneyim” gibi nesnel kurallar getirilmeli. Bu koşulları taşıyanlardan, aldıkları puanlara göre, aday adayları sayısı Yargıtay için iki yüz, Danıştay için elliye düşülmeli. Seçim öncesi, her boş üyelik için 3/2 çoğunlukla üç adayın isimleri belirlenmeli ve açıklanmalı (saydamlık). İki ay sonra 5/4 çoğunlukla üye seçimi gerçekleştirilmeli. Yeni YK’de iki düzenlenmenin de yer almasında yarar görmekteyim: Çağ dışı teftiş (denetim) yerine; yargı bağımsızlığı ve yargıç kimliğini olumsuz etkilemeyecek bir denetim düzeni kurulmalı: Bu bağlamda, yerinden denetim bireylerin ya da sivil toplum örgütlerinin şikâyetleri üzerine ve gerekli durumlarda yapılmalı. YK’nin yapısı içinde, günümüzün iletişim ortamından yararlanarak, yargı yerlerinin çalışması ve kararları (yargısal denetim dışında) gizlilik ortamı içinde izleyecek bir birim oluşturulmalı. YK, içinde yargıçların çok yönlü eğitimiyle ilgili çalışmalar yapacak ve öneriler üretecek çeşitli dallarda uzmanlardan oluşturulacak bir birim de kurulmalı. YK, sunulan raporlara göre ilgili kurumlardan istemde bulunmalı. Değerli okuyucularım, özetle yaptığım bu açıklamalardan amaç: YK yeniden yapılandırılırken “özdeki sorun ve değerlerin” göz ardı edilmemesidir. Her düşünce gibi, görüş ve önerilerim tartışma ve eleştirilere açıktır. Anlaşılan dünyada çok az ülke (örneğin Çin, Türkiye) internetin gerçek gücünü tespit etmiş durumda. Bu gücün getireceği yıkıcı sonuçlardan vatandaşlarını korumak için gece gündüz çalışıyor!.. Twıtter da Ünlü Oldu; Yasaklanması Yakındır Renkli medyamız sağolsun Twitter’i da ünlü yaptı. Bazı köşe yazarlarının Twitter’dan “dedikodu” kıvamında yayın yapması sonucunda onlardan hazzetmediği anlaşılan başka bazı köşe yazarların “bu tür teknolojik araçları anlamsız amaçlarla kullanmayın kardeşim” türünden çıkışları sayesinde, neymiş bu twitter diyenlerin sayısı bir anda geometrik olarak arttı. Mikro blog olarak tanımlanabilecek twitter, cep telefonlarındaki SMS imkânını blog mantığı ile internete entegre etme fikri sonucunda ortaya çıkmış bir “sosyal ağ”. O nedenle twitter’a yazılan mesajlar (twit deniyor) 140 harften oluşabiliyor. Bu mesajları ister web sitesinden ister cep telefonundan izleyebilirsiniz. Internet üzerindeki bloglar belli bir konuda daha uzun yazı, resim, video vb içeriklerini paylaşma imkânı sağlarken, twitter dar bir imkânla (140 harflik metinler) çok daha anlık bir imkân sunuyor. Amaç daha ziyade bir kişi, olay ya da konuyu daha hızlı, daha yakından izlemek. İzleme işi bu denli hızlanıp yakınlaşınca haliyle ortaya farklı bir dünya çıkabilir. Konular tam da kıvamına gelmeden izleyicilerinin gözleri önüne serilebilir. Bütünüyle bu aracı kullanma kabiliyetine ve amacına bağlı olarak. Örneğin popüler bir sanatçı twitter üzerinden fanatikleriyle çok daha sıcak bir temas kurabilir. Günlük olarak, saatlik olarak yapmakta olduğu şeyleri basit birer SMS mesajı formatındaki twitlerle izleyici kitlesine ulaştırabilir. Ya da çekilmekte olan bir filmin film setininin günlüğü benzer şekilde twitter’dan meraklılarına ulaştırılabilir. Keza izlenecek kadar popüler olmuş bir kişinin (örneğin bir ülke başbakanının) bir ziyareti sırasında (örneğin ABD’ye) başından geçen olaylar (örneğin hotel girişindeki itişip kakışma) twitter’dan saat saat, gün gün geniş bir kesime iletilebilir. Tabii twitter sunduğu bu imkanlar sayesinde kısa zamanda yasaklayıcı zihniyetin radarına girerse kimse şaşırmasın. Devasa bir web sitesindeki bir makaleye dışarıdan yazılmış bir yorum nedeniyle kişilik haklarına saygısızlık yapıldığını tespit eden ve sonucunda o yorumu siteden sildirmek yerine tüm siteyi ihtiyaten erişime kapatma kararı veren bir adalet modeli, bence twitter’i daha incelemeden direkt erişime kapatmalıdır. Çünkü illâ ki bu sitede de birilerinin kişilik haklarına saldıran bir mesaj mutlaka vardır. Aslında bu yaklaşım farklı teknolojik imkânlar için de uygulanabilir. Mesela cep telefonu altyapısından bir kişi bir başka kişiye kişilik haklarına saldırıcı bir SMS mesajı gönderdiğinde genellikle konu gönderici ile alıcı arasında çözülmeye çalışılıyor. İlgili telefon numaraları ve bu numaraların sahipleri bulunuyor ve bu kişiler hakkında yasal işlem yapılıyor. Öte yandan internette uygulanan ihtiyati tedbir kararları cep telefonu dünyasında da uygulansa, sadece bu türden tek bir örnek için tüm operatörlere ait SMS gönderme imkanı ihtiyaten kapatılabilir. Hatta eğer bu nahoş durum SMS mesajıyla değil de cep telefonundan sesli görüşme yapılarak gerçekleştirildiyse tüm şebekelerin tüm sesli görüşme imkânları da durdurulabilir. Size içinde tehdit unsurları yer alan bir mektup mu gönderildi postayla, o halde ülkedeki tüm posta hizmeti durdurulmalıdır. SMS, cep telefon görüşmeleri, posta hizmetleri söz konusu olduğunda bu tür yasaklamalar mantıksız gelirken, iş internete gelince mi birden mantık ortaya çıkıyor? Anlaşılan dünyada çok az ülke (örneğin Çin, Türkiye) internetin gerçek gücünü tespit etmiş durumda. Bu gücün getireceği yıkıcı sonuçlardan vatandaşlarını korumak için gece gündüz çalışıyor. Diğer ülkeler ise twitter’dan birbirlerine dedikodu içeren mesajlar gönderip, dalgalarını geçiyor olsa gerek. CBT 1176/ 10 2 Ekim 2009