Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;hagoker@ttmail.com Orhan Bursalı’nın ‘Bilgi Toplumu Sınıfı, Dünya ve İktidar Sorunu’ adlı kitabına ilişkin irdelememizde bugün konumuz “Marx’ın işçi sınıfı”ndaki değişim. “Bilgi Toplumu Sınıfı” (2) Bursalı’nın sözünü ettiğim kitabında üzerinde asıl durduğu konunun, “Marx’ın işçi sınıfı”ndaki değişim olduğuna işaret etmiştim. Bursalı, bu değişimi, kapitalist üretim tarzında 150 yıldan bu yana olan değişiklikler çerçevesinde ele alıyor. Aslında ortaya koyduğu, özellikle 1970’li yıllardan bu yana, iş sürecinde (daha açık bir ifadeyle, fabrika tabanında) meydana gelen köklü değişikliklerin sonuçlarıdır... 1970’lerden önce de iş sürecinde değişim oluyordu. Değişimin ardında yatan temel etmen elbette kapitalistin kârını gerçekleştirme ve büyütme güdüsüydü. Bunun için, üretimini sürekli artırması ve pazarını genişletmesi gerekiyordu; bunun ön şartı da rekabet üstünlüğünü elde tutabilmekti. Üstünlüğün yolu, üretkenliği (prodüktiviteyi) ve ürün kalitesini sürekli yükseltebilmekten geçiyordu. Bunun içinse vasıflı işçiye gereksinimi vardı. Ama vasıflı işçiye, ‘sadece hayatiyetini idame ettirmeye yetecek ücretten daha fazlasını vermek’ gerekiyordu. ‘Daha fazla ücret’, işçilere daha çok satın alma imkânı tanıyarak pazar sınırlarını genişletebilmek için de bir çıkış yoluydu. Şu şartla ki, ücret artışı, sermaye birikimine halel gelmeden karşılanabilmeliydi; buysa üretkenliği sürekli yükseltebilmeye bağlıydı. Çare, her seferinde daha yoğun makine ve daha yoğun teknoloji kullanmayı işin içine sokmaktı. 1970’lerde başlayan teknolojideki çağ değişimine (bütün ekonomik faaliyet alanlarını etkisi altına alan enformasyon teknolojisindeki gelişmeye) bağlı olarak, fabrika tabanındaki değişim büyük hız kazandı. Makinenin ve içerdiği teknolojinin kol gücünü ikame hız ve yoğunluğu arttı; kol gücünün yerini, üretim hatlarında, büyük ölçüde bilgisayarlar, sensörler ve ‘robot kollar’ aldı. Sadece seri üretim hatlarında değil, üretimde kullanılan çoğu makinede işin denetimi bilgisayarlara geçti. Fabrika tabanının hakimi, artık ileri esnek otomasyon teknolojileri ve bunların temelinde yatan mikroelektronik, optoelektronik, robotik, bilişim (enformatik) gibi bilim ve teknoloji dallarıydı. Kısacası, üretim yöntemlerinde teknoloji muhtevası büyük ölçüde artmıştı. Üstelik üretilen ürünlerde de aynı artış olmuştu. Artan teknoloji muhtevası, iş sürecine, eskiye göre, çok daha yoğun bilginin, dolayısıyla da o bilgiyi üretenler ve uygulayanlardan oluşan çok daha fazla bilgili insanın girişi demekti... İş süreci için belirleyici olan artık kol gücü değil beyin gücüydü. Kapitalizmin üretim ufkuna egemen olan ana motif de artık sürekli yenilik üretmekti. Çünkü, hem üretim yöntemleri hem de ürünler bazında sürekli yenilik yapmadan ne üretkenlik sürekli yükseltilebilir ne de pazara her seferinde daha kaliteli, daha gelişkin yeni ürünler sürerek bir yandan talebi arttırmak öte yandan da fiyatları istenen düzeyde tutabilmek mümkün olabilirdi. ‘Sürekli yenilik’ daha çok ARGE faaliyeti ve fabrika tabanına daha çok bilgili insan ve doğrudan araştırmacıların girişi demekti. Dahası, sürekli yenilik üretebilmek için, teknolojinin de sık aralıklarla geliştirilip yenilenmesine; bunun içinse, bilimdeki gelişmelerin hızlandırılmasına gereksinim vardı ve kapitalistimiz sürecin bu yanını tek başına başaramayacağı için, araştırma kurumlarıyla, üniversitelerle, bilim insanlarıyla yeni ilişkiler kurmak; dayandığı bilgili insan tabanını genişletmek zorundaydı. Bu gelişmenin, “1925’lerde en büyük emekçi grubunu oluşturan” işçi sınıfı açısından yarattığı sonucu, Bursalı, Drucker’den yaptığı bir alıntıyla vurguluyor: “1950’lerde bu işçiler ve sendikalar... her gelişmiş ülkede egemen siyasi güçlerden biri haline gelmişti... Ancak 1970’li yılların başlarında sanayi işçileri hızla gerilemeye başladı, önce işgücü içindeki oranları, sonra sayıları, nihayet siyasal güç ve nüfuzları açısından... Gerileyişleri, yükselişlerinden bile hızlı olmuştur... Sanayi işçilerinin büyük bir hızla gerçekleşen yükselişlerinin ardında yatan etken, onların sonuçtaki düşüşleriyle aynıdır: Bilgi.” (s.37) Gelecek hafta konumuz, bu ‘etken’ etrafında örülen Bursalı’nın deyimiyle “bilgi toplumu sınıfı” olacak. Teknoloji ve ekonomiye katkı yapacak bilim ve mühendislik göstergeleri önemli Bilimsel makale yayınında 19952005 arasındaki yıllık % 16 ile en fazla artış gösteren ikinci ülkeyiz, ama en önemli alanlarda bilim ve teknoloji yönünden maalesef çok gerilerdeyiz: Bir ülkede kimya, biyoloji, deneysel fizik, matematik, mühendislik ve teknoloji gelişmemişse, o ülkenin ilerlemesi mümkün değil. Prof. Dr. Özer Bekaroğlu, TÜBA şeref üyesi, obek@itu.edu.tr B 2009 tarihli nüshasında Bilim ve Siyaset başir süre önce Prof. Dr. lığı altında yayımlandı. Bundan birkaç yıl önTürkiye’de petrokimMehmet Doğan, ce bir profesör Türkiye’de kimyada yaptıkya dışında kimya sanaCumhuriyet Bilim ve ları yayınlarla öne çıkan bazı bilim adamlaTeknoloji ilavesinde (19 Haziran yi yok gibi. Bugün dünrımızın Nobel ödülü alabilecek seviyede ol2009) Bilimsel Başarılar adı alduklarını açıklamış, hatta bazı gazetelerde bu yada her yıl 80.000 çetında tıp, eczacılık, kimya, yerbilim adamlarımızın resimlerini basarak başşit kimyasal madde sabilimleri, biyoloji, fizik ve eleklıklar atmıştı. tronik, çevre ve inşaat alanlarında tılıyor ve her yıl 700 ciAncak Nobel ödüllerinin veriliş felsehfaktörüne göre yurtiçi ve dıfesini iyi anlayabilmek için verildiği günden varında yeni kimyasal şında yaşayan bilim adamlarımıbugüne ödül alanları ve gerekçelerini iyi tamadde daha üretiliyor; zın listelerini çıkarmış ve bazı yokip etmek gerekir. Yani bu ödüller bugüne rumlarda bulunmuştu. Ancak dabütün dünyada yıllık kadar ne makale ne de son yıllarda ortaya çıha önce yayımlanan listelere nakan hfaktörü sayısına göre verildi. Örneğin, kimyasal madde satışı zaran daha az da olsa, yine bazı Einstein’a 1905 yılında yazdığı ve fizikte dev3 trilyon dolardır. küçük hatalar vardı. Bu arada rim yapacak beş makalesine, 16 yıl sonra, araştırma makalelerinde yeni bir 1921 yılında Nobel ödülü verilmişti. rekor, 18. sıradayız alt başlığını da Diğer çok çarpıcı bir örnek tek makaleilave etti. Prof. Doğan’ın “Ülkemiz henüz teknoloji üreti si ile Nobel ödülü alan Charles Pedersen’dir. Japon anne minde çok geri de olsa, bilimsel araştırma yayınlarında hız ve Norveçli bir babanın oğlu olan Pedersen, Japonya’da lilı bir artış sürdürüyor”la başlayan yazısı yorumlarla devam se öğreniminden sonra Amerika’da kimya okumuş ve yükediyor. sek lisans öğrenimini tamamladıktan sonra 1927 yılında Bu arada yurtdışında çalışan bazı bilim adamlarımızın DuPont fabrikaları araştırma laboratuvarlarının birinde Nobel alma olasılığından da bahsediyor. Şayet alırlarsa bu emekli olana kadar 42 yıl çalışmıştı. Makale yazmayı sevödül, Prof.Doğan’ın da yazdığı gibi, yaşadıkları ülkeye ait mediğinden 1967 yılına dek bilimsel tek bir makale dahi olacak bize de övünmek düşecektir. Benzer bir yazı Orhan yayımlamamıştı. Bursalı tarafından Cumhuriyet gazetesinin 9 Temmuz Altmışlı yıllarda üzerine çalıştığı madde veya maddelerden çok farklı bir madde tesadüfen sentezlemiş, “taç eterler” adını verdiği yeni halkalı maddeleri arkadaşlarının ısrarı üzerine J.Amarican Chemical Society dergisinde 1967 yılında yayımlamıştı. Kimyada adeta çığır açan bu 20 sayfalık makaleden sonra 1969 yılında emekli olan ve doktorası dahi bulunmayan Pedersen’e, 20 yıl sonra, 1987 yılında Nobel ödülü verilmiş ve kendisi 1989 yılında vefat etmişti. Tıpta 2008 yılı Nobel ödülü, AIDS’e neden olan HIV virüsünü bulan biri hanım iki Fransız profesöre bu buluşlarından 20 yıldan fazla bir zaman sonra verildi. Burada Nobel komitesinin ödül vermek için neden bu kadar yıl beklediğinin de düşünülmesi gerekir. CBT 1176/ 6 2 Ekim 2009 ÜLKEYE YARARI KONUSU “Bilim politikası” üzerine çalışan bilim adamları uluslararası müşterek çalışmaları da yıllar önce açıklamışlardır. Onlara