23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

GÜNCEL TIP Gül, Elektronik Haberleşme Yasası’nı neden veto etti? Osman Coşkunoğlu (CHP Uşak Milletvekili), Elektronik Haberleşme Yasası’nın bazı maddelerinin tekrar görüşülmesi talebiyle Cumhurbaşkanı tarafından veto edilmesi üzerine bir açıklama yaptı. Çoşkunoğlu’nun dergimizde bu konuda bir makalesi yayımlanmıştı. Mustafa Çetiner cetiner.m@superonline.com E lektronik Haberleşme Yasa’sı (EHY), çağımızın bu en önemli sektörünü düzenleyen, interneti de içeren telekomünikasyon sektörünün anayasası nitelik ve öneminde bir yasadır. EHY tasarısı ilk kez 2005’de TBMM’ye gelmiş, geniş katılımla aylarca tartışılmış ve belli bir uzlaşma sağlanarak komisyonlardan geçmişti. Fakat, AKP hükümetinin bu sektöre verdiği önemin düzeyini yansıtan bir yaklaşımla, bu çok önemli tasarı TBMM Genel Kurulu’na 3 yıl gelememiştir. Anayasa Mahkemesi’nin Telekomünikasyon Kurumunun teşkilatı ile personelinin unvanı, sayısı, nitelikleri, ücretleri, mali ve sosyal haklarını düzenleyen Bakanlar Kurulu kararlarının dayanağını teşkil eden hükümleri iptal eden 22.01.2008 tarihli ve 26764 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan E.2002/35, K.2007/95 sayılı iptal kararı nedeniyle AKP hükümeti EHY tasarısını tekrar TBMM gündemine getirmiştir. Fakat, 2005’deki son haliyle – tartışılmış ve üzerinde uzlaşma sağlanmış haliyle – değil, ilk haliyle Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu’na tasarı sunuldu. Kurulan alt komisyonda çok kapsamlı değişiklikler hızla ve genel bir konsensus aramadan yapılmış, komisyonda da yine hızla, 45 saatte bu çok büyük, 83 maddelik tasarı kabul edilmiştir. Alt komisyonda tasarıya eklenmiş olan– Telekomünikasyon Kurumu’nu düzenleyen – 67. madde tam 10 sayfa uzunluğundadır; kendi başına bir yasa tasarısı olabilecek bir maddedir. Daha önce TBMM literatürüne torba yasa kavramını sokmuş olan AKP hükümeti, böylece, bu madde ile de bizleri torba madde ile de tanıştırmış oldu. Tasarı, TBMM’nin tatil öncesi son gecesinde, 31 Temmuz 2008’de saat 23 civarında TBMM Genel Kurulu’nda temel yasa olarak yine aceleyle görüşülmeye başlandı. Üç yıldır gündemde olmasına rağmen, hala son dakika değişiklikleri öneriliyordu hükümet tarafından. Hatta, 67. torba madde üzerine son dakikada 3 sayfalık bir değişiklik önergesi sundu hükümet! TBMM içtüzüğüne göre, bir tasarı genel kurulda görüşülürken 500 kelime üzerinde bir değişiklik önergesi sunulamayacağı halde sunulan bu önerge, o sıra, gece saat 1 civarı orada olan başbakanı bile kızdırdı ve “çekin artık tüm değişiklik önergelerini” diye talimat verdi! Bu talimata göre hareket eden bakan ve AKP grup başkanvekilleri, aslında bizim de istediğimiz yararlı bir önergeyi de – taslaktaki “bu yasa 6 ay sonra yürürlüğe girer” maddesini “üç ay” şeklinde değiştiren önergeyi – geri çekmek zorunda kaldı. İşte bu kadar önemli bir tasarı, böylesine perişan ve kötü yönetilen bir süreç içerisinde geçtikten sonra, önemli teknik hatalar ve sakıncalar ile yasalaştı. Cumhurbaşkanı yasadaki teknik hataları tespit ederek, 59., 60., 66. ve 67. maddelerinin tekrar görüşülmesi talebiyle yasayı TBMM’ye geri gönderdi. Bu hatalardan bir tanesi, tasarı 3 senedir gündemde olmasına rağmen, hep alelacele görüşülmesinin, bu sürecin ciddiyetsiz yönetilmesinin sonucu olarak çok çarpıcıdır: O 10 sayfalık, torba maddenin, yani 67. maddenin 2. fıkrasının (b) bendine göre, Telekomünikasyon Kurul üyeleri, görev süreleri bittikten sonra da yaş haddinden emekli oluncaya kadar maaş almaya devam edecek! Her ne kadar Cumhurbaşkanı’nın geri göndermesi teknik hata ve sakıncalara dayanıyorsa da, aslında yasanın alelacele çıkarılması sonucu bazı hata ve sakıncalar içerdiğini Ulaştırma Bakanı ve yetkilileri de kabul etmiştir. Zaman içerisinde düzeltileceğini ifade etmişlerdir. Buna rağmen Cumhurbaşkanı’nın yasayı veto etmesinin perde arkasında Gül ile R.T. Erdoğan arasındaki güç kavgasının olduğunu bana ileten bilgili kaynaklar var. Telekomünikasyon sektörünü yönetenler içinde, çeşitli karar mekanizmalarındaki kişiler arasında biri başbakana yakın, öbürü cumhurbaşkanına yakın iki grup arasında bir güç kavgası olduğu kendisini çeşitli şekillerde hissettiriyor. Bu yasanın veto edilmesinde, sektörde rolü olanlardan cumhurbaşkanına yakın kesimin telkinlerinin olabileceği yönünde bilgi bana aktarılmıştır. Bu veto sonucu, EHY’nin yürürlüğe girememesi sonucu, 2 vahim durum ortaya çıkmıştır. Birincisi, Telekomünikasyon Kurumu personelinin ünvan ve özlük haklarını düzenleyen bir mevzuat boşluğu doğmuştur. Personel maaş alamaz duruma düşmüştür. İkincisi, sabit telefonların rekabete açılması, bazı lisansların verilmesi, numara taşınabilirliği, 3. nesil GSM ihalesi gibi sektörün gelişmesi için atılması zaten gecikmiş olan kritik önemde adımlar daha da gecikecektir. Bazı maddeleri üzerinde farklı görüşümüz olmasına rağmen, sektörün önünü açmak için CHP olarak bu yasaya komisyonda görüşlerimizle destek verdik. TBMM Genel Kurulu’nda son gece, alelacele görüşülmesini onaylamasak da, sektörün tıkanmasını önlemek için, bir engelleme yapmadık. Fakat, en sonunda, tasarının tümü TBMM Genel Kurulu’nda oylanırken, hükümetin bu tutumunu, böylesine önemli bir yasayı bu kadar ciddiyetsiz bir süreç ve içerikle geçirmesini protesto etmek amacıyla red oyu verdik. Özetle, EHY tasarısı, 3 sene süren perişan ve ciddiyetten uzak bir süreçten sonra, hep alelacele ele alınması sonucu hata ve sakıncalarla çıkmıştı. Bu süreçte, perde arkasında iki güç kavgası yaşamıştır: (1) Özelleşirildikten sonra, AKP hükümetinin koruması altında özel tekel konumundaki Türk Telekom ile sektörün geri kalan kesimi arasında ve (2) sektörün yönetiminde söz sahibi olanların cumhurbaşkanına yakın olanlar ile başbakana yakın olanlar arasında. Sonunda cumhurbaşkanı yasayı veto etmiştir. Böylece, sektörün önünü açacak adımlar daha da gecikeceği gibi, Telekomünikasyon Kurumu personeli de hukuk altyapısız duruma düşmüş, maaş bile alamaz duruma gelmiştir. Daha önce üniversitelerimizde doçentlik ölçütlerini tutturamayan kimileri profesör olarak atandı, sessiz kaldık. Tek makale yazmayan kişiler üniversitede koltuklarında oturmaya devam ettiler, ses etmedik. Birçoğunu derslere bile sokmayı başaramadık. Kimi yerlerde muhtar seçer gibi rektör, dekan seçtik. “İyi çocuklar, bizim çocuklar” ruh halinden “hak eden, layık olan” noktasına atlayamadık. Rektör Atamaları ve Üniversiteler Rektör atamalarını duyduğumda aklıma geldi. Bir arkadaşımdan dinlemiştim, YÖK’ün ilk yıllarında bir canlı televizyon programında bir öğretim üyesi ile Prof. Dr. İhsan Doğramacı arasında geçen diyalog idi bu. İhsan Doğramacı rektörlerin atamayla belirlenmesini, karşısındaki profesör ise seçimle gelmelerini savunuyordu. Doğramacı, dünyadaki örneklerinden bahsederken İsveç’ten söz etmiş ve “orada rektörleri İsveç kralı atıyor” demişti. Karşısındaki profesörün yanıtı aslında bugünkü tartışmaların da can alıcı noktasıydı: “Bizim rektörleri de İsveç kralı atarsa kabul…” Rektör atamalarının yapıldığı gün internet sayfalarını dolaştım. Okuyucuların konu ile ilgili yorumlarına baktım. Önceki Cumhurbaşkanı yaparmış da, şimdiki neden yapamazmış filan. Sonra düşündüm, örneğin Harvard Üniversitesinin rektörünün kim olacağı Boston’da, Cambridge’de yaşayan insanları hiç ilgilendirir mi, medya günlerce bu konuyu yazar mı? Ömründe bir üniversitenin kapısından geçmemiş birinin rektör atamaları konusunda fikir sahibi olmaya, haydi ondan geçtim, fikir beyan etmeye hakkı var mı? Doğrudur, rektör atamaları üniversite öğretim üyelerinin tercihi tamamen göz ardı edilerek yapılmıştır. Kamuoyundaki genel kanı bu atamaların tamamen siyasi olduğudur. Bu ülkede tarafsız ve bilimsel davranmak sorumluluğu olan YÖK ve Sayın Cumhurbaşkanının bu atamaların siyasi olmadığına kamuoyunu inandırmak zorunluluğu vardır. Bunun yolu yapılan atamalardan sonra üniversitelerimizdeki bilimsel üretimin, eğitimin nitelik ve niceliğinin arttığının kanıtlanmasıdır. Bu atamalarla üniversitelerimizde eğitim kalitesi düşerse, bilimsel üretkenlik dibe vurursa, üniversiteler daha çok siyasetin içine çekilirse, yine ilk 500 üniversite sıralamasında hiçbir Türk üniversitesi olmazsa, değerli öğretim elemanları istifalarını verip üniversitelerden uzaklaşırsa, sokakları bir sürü diplomalı işsiz doldurmaya devam ederse ne olacak? O zaman YÖK ve Sayın Cumhurbaşkanımızın bu ülkeye hesap vermesi gerekmez mi? Ama çok iyi biliyoruz ki, bu hesap onlara sorulamayacaktır. Sadece hesap verenler aldırmayacağından değil, hesap soracak olan bizler bu hesabı daha önceki dönemlerde hiç sormadığımız için soramayacağız. Çünkü daha önce üniversitelerimizde doçentlik ölçütlerini tutturamayan bilim dışı kimileri profesör olarak atandı, sessiz kaldık. On yıl boyunca bir tek makale yazmayan, bir tek tez yaptırmayan, yaptırdığı tezlerden bir teki bile yayın olmayan kimi kişiler üniversitede koltuklarında oturmaya devam ettiler, ses etmedik. Birçoğunu girmek zorunda oldukları derslere bile sokmayı başaramadık. Kimi yerlerde muhtar seçer gibi rektör, dekan seçtik. “İyi çocuklar, bizim çocuklar” ruh halinden “hak eden, layık olan” noktasına atlayamadık. Dahası bunların birçoğu Atatürkçü kimliğinin arkasına saklanmaya çalıştı, izin verdik. Bu nedenlerden dolayı bundan sonraki dönem için de eleştirilerimizi yüzümüz kızararak yapacağız. Bundan dolayı üniversiteleri tam savunamayacak, boynumuz bükük kalacağız. Merak etmeyin, yeni dönemde de üniversite çalışanlarının bir bölümü hiçbir akademik üretim yapmadan, “amirsiz memur” gibi yaşamaya devam edecekler ve kimse de onlardan hesap soramayacak. Çünkü daha önce sorulmadı, bu geleneğimiz yok. Daha az oy aldığı halde atanan rektörlerin çevresinde, kuşkunuz olmasın, kısa sürede onlarca insan birikecek. Sanki en çok oyu, hatta neredeyse oyların tümünü atanan o rektör aldı sanacaksınız. Kendimize şu yalın soruyu sorup, dürüstçe yanıtlayalım. Her hangi bir batı demokrasisinde bir hükümet açıkça üniversitelere meydan okuduktan sonra iktidar olarak oylarını arttırmayı sürdürür ve tek başına iktidar olabilir mi? Bu ülkelerde iktidar olanlar, değil üniversiteye savaş açmak, en ufak bir çatışmaya bile girmek cesareti gösteremezler. Çünkü buralarda üniversitelerin kendi gelenekleri vardır, güçleri vardır, toplum üzerinde etkileri vardır. Kabul edelim, köklü üniversitelerimiz dışındaki üniversitelerimizin hiç biri gerçek ve batılı anlamda üniversite değildir. Birçok üniversite, kuruldukları şehirleri değiştireceklerine, oraları eleştirel aklın ve çağdaş dünyanın gerçeklerine uyduracaklarına o şehirlere benzediler. Gerçekleri önce görelim ve kabul edelim ki, bir şeyleri değiştirebilmeye başlayabilelim, yeni ve çağdaş bir üniversite, ülke ve toplum için adım atabilelim. CBT 1118/ 15 22 Ağustos 2008
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle