27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aklın arkasına gizlenen yalanlar İngiltere’deki Strathclyde Üniversitesi’nden sosyolog David Miller akıl kavramı ile ilgili görüşlerini şöyle dile getiriyor: ilimin stratejik bir araç olarak en fazla kullanıldığı alan halkla ilişkiler sanayidir. Bu yöntem başarılıdır (tütün konusunda önlem alınmasını onlarca yıl geciktirmeyi başarmıştır) ve halkın bilimi gerçek yüzüyle algılamasını engeller. Halkla ilişkiler ve lobicilik faaliyetleri, akılcılığı saptırmak ve bilimi kazanılmış hakların hizmetine sokma çabalarının üzerine inşa edilmiştir. Halkla ilişkiler faaliyetlerinin öncülerinden Sigmund Freud’un yeğeni Edward Bernays, bu taktikte çok başarılıydı. Bernays, 1920’li yıllarda kadınlara yönelik sigara reklamı için psikolojiden yararlandı. Sigarayı “özgürlük meşalesi” olarak tanıtırken, sigara ve kadın/erkek eşitliği arasında bir paralellik kurdu. Bernays, halkın inançlarının ve davranışlarının “bilinçli ve akıllı manipülasyonu” olarak isimlendirdiği bu faaliyetten yepyeni bir mesleğin doğmasına önayak oldu. “Propaganda” adını verdiği kitabında bu “görünmez mekanizmayı manipule Edward Bernays edenlerle” ilgili görüşlerini şöyle dile getiriyordu: “Ülkeyi aslında bu görünmez yönetim idare ediyor.” B tartışmanın iki tarafı olduğu” yönünde kamuoyunu ikna etmeleri yeterlidir. Böylece kendi destekçilerinin gizli çıkarlarını gözetmek için uygun ortam sağlanmış olur. Eğer her tartışma iki farklı cephe içeriyorsa, bunları eşit olarak görmenin ne sakıncası olabilir? Halkla ilişkilerin “saman altından su yürütme” faaliyetlerini engellemenin yolu açıktır: 1) Araştırma finansmanlarının tümüyle kamu tarafından karşılanması 2) Başta şeffaflık olmak üzere tüm etik standartların yüksek tutulması İlkesel olarak kolay görünen bu çözümün uygulanabilirliliği, şimdilik olanaksız görünüyor. Türkçesi: Reyhan Oksay Kaynak: New Scientist, 26 Temmuz 2008 Akıl iyi de, peki kimin aklı? Durham ve Newcastle Üniversitelerinin birlikte oluşturduğu Etik ve Yaşam Bilimleri Merkezi’nden biyoetikçi Tom Shakespeare, akıl ve akılcılık ile ilgili görüşlerini şöyle özetliyor: BUGÜN HALKLA İLİŞKİLER Bugün halkla ilişkiler sanayi görünmez olmayı tercih ediyor. Görünmezliği özellikle gerçek bilimin sonuçlarını gizlemek istediği zamanlarda tercih ediyor. Arzu edilen mesaj, bir şirket yetkilisi veya bir politikacının ağzından çıktığında kuşku ile karşılanma riski taşıyorsa, bu mesajın tarafsız birinin ağzından çıkması daha uygundur. Her şeyi sorgulayan bir bilim insanından daha tarafsız kim olabilir? İlgili taraf, kendileri ile mesaj arasına daha büyük bir mesafe girmesini arzu ediyorsa, halkla ilişkiler uzmanları “üçüncü bir cephe” daha oluşturur. Bütün bu taktikler sigara sanayini koruma mücadelesinde gayet güzel kullanıldı. Aynı stratejinin bugün iklim değişikliğini inkar etme çabalarında da kullanıldığını görüyoruz. Sözde bilimsel verilerden yararlanarak, iklimlerin doğal seyrinde gittiğini kanıtlamaya çabalayan bazı halkla ilişkiler uzmanları, gerçekleri bulandırarak kamuoyunu kandırmaya çalışıyor. Lobicilik faaliyetlerinin geniş ölçekte en büyük temsilcisi Uluslararası Yaşam Bilimleri Enstitüsü’dür (ILSIInternational Life Sciences Institute). Bu kurum bilimsel bir görüntü vermekle birlikte, aslında en büyük yiyecek ilaç ve kimya şirketlerinin finanse ettiği gıda sanayi lobi grubudur. Yıllarca Coca Cola’nın yönettiği ILSI Dünya Sağlık Örgütü’ne de (WHO) kendi yandaşı olan doktorların kanalıyla sızmayı başarmıştı. 2006 yılında WHO yiyecek ve su standartlarının belirlenmesinde ILSI’nin katılımını engelledi 18 CBT 1118/ 14 22 Ağustos 2008 HALKLA İLİŞKİLER SANAYİNİN MİSYONU Halkla ilişkiler sanayi yeni cepheler oluşturmak ve bu cephedeki grupları yönetmekle meşguldür. İronik olarak bu operasyonların en önemli silahı insanların içinde kökleşmiş olan “adalet” duygusudur. Bilimsel bir tartışmada haklı çıkmak gerekli değildir; yalnızca “bir .yüzyılda batıl itikat, din, önyargı ve monarşik yönetime karşı başkaldırmak o devrin koşulları göz önünde bulundurulduğunda son derece anlamlıydı. Geçmişin baskıcı rejimlerinin yerine bireysel özgürlük ve en önemlisi aklı yerleştirmek ileri doğru dev bir adımdı. O dönemdeki aklın ürünleri dünyamıza çok sayıda yararlar getirdi ve zenginlikler kazandırdı. Ancak aynı zamanda çok fazla tartışılmayan sorunları da beraberinde getirdi. Örneğin feminist kuramcılar Aydınlanmanın birey, insan hakları, akıl üzerine odaklandığını, ancak bizim de bir parçası olduğumuz soyut ilişkiler ağını ihmal ettiğini ileri sürer. Feministler için feminizm yalnızca kişisel bir Spinoza tercih değil, ortam ve çevreyi da kapsayan bir tercihtir. Bundan başka beynin bir “hissetme” beyni olmayıp, aynı zamanda “düşünme” beyni olduğu ile ilgili sorun da söz konusudur. Bugün çok sayıda modern düşünür esin kaynağı olarak 17.yüzyıl felsefecisi Baruch Spinoza’yı örnek alır. Spinoza bir panteistti. Ona göre Tanrı her yerde hazır ve nazırdı. Hiçbir zaman akıl/vücut dualizmine inanmadı; her şeyin, saf, temiz, mükemmel ve akılcı olduğuna ve vücudun bunları kirlettiği görüşünde değildi. Sinir bilimci Antonio Damasio veya Gaiakuramcısı James Lovelock gibi bilim insanları için Spinoza umut verici bir felsefeciydi, çünkü onun düşünceleri insanın tamamen farklı parçalarını birleştirmeye yönelikti. Aydınlanmayı izleyen faydacı düşünürlerin yarattığı tartışmaların ayrıntısı, gövdesi, doğası yoktu ve karmaşadan uzaktı.. Bunların çözümü bir işe yaramadı, çünkü ne içerik zenginliği, ne de içerik karmaşası vardı. Uygulama alanı bulunmuyordu, çünkü insanlar bunların düşündüğü şekilde yaşamıyordu. İnsanlar dünyayı öykülerle tanıyor; kuru akılcılıkla değil. Bu da onların akılcı olmadıkları anlamına gelmiyor. İnsanlar dünyaya ampirik olarak doğru ve akılcı olarak da sürdürülebilir bir şekilde bakmayı tercih ediyor. Eğer faydacılık veya “düz” akılcılık baskın konuma geçerse, yaşamı değerli kılan şeyleri göremezseniz. Bu bakış açısıyla birlikte yaşamı yaşanılır kılan pek çok şeyi ıskalamış olursunuz. Sakat veya çok yaşlı insanları yaşatmak çok pahalıya geliyor olabilir. İnsanları ürettikleri veya yarattığı değerlerle tartmaya başlarsınız. Bu arada ne istediğimize bir göz atarsak –mutluluk, başarı ve pozitif yaşam bunların hiçbiri önemli değildir. Pek çoğumuz insani ölçekte, insan merkezli, duygusal olarak ergin bir yaşam sürmek isteriz. Ancak böyle bir yaşamın şansı oldukça düşüktür. Eğer değer ölçünüz, nesnel, akılcı ve sınırlı ise sonuçta ortaya belirli bir tip okul, çocuk, insan ve toplum çıkar. Ancak böyle bir yaşamı kimsenin yaşamak istediğini veya isteyeceğini sanmıyorum.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle