24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;hagoker@ttmail.com Bu köşenin ilgi alanı açısından, özellikle, ‘teknolojik değişim, inovasyon ve ekonomik gelişmeyi’ konu alan iktisatçılar, kriz döneminin toplumsal laboratuvarından ki onlar için bu laboratuvar artık tam bir iktisat laboratuvarıdır ne gibi sonuçlar üretecekler, bu önemli olacak. ‘ÖSS’ye girene kadar harcanan parayla kaliteli 17 üniversite kurardık’ Uludağ Üniversitesi, Cumhuriyet’in 85. kuruluş yıldönümünü kutlama kapsamında, Eğitim Fakültesi ve Fen Edebiyat Fakültesi’nin eski dekanlarından Prof. Dr. Ulviye Özer, “Cumhuriyet ve Eğitim” konulu konferansta şunları belirtti: İktisat Laboratuvarındaki Deneme Sonuçları... Toplumsal yaşam, bütün toplumsal bilimciler için, aynı zamanda bir laboratuvar işlevi görüyor olsa gerek. Ancak bu laboratuvarda deney şartları insanlığın tarihsel gelişimi sürecinde, onların iradeleri dışında oluşuyor. Onlar aslında bu gelişimin gözlemcileri, yorumlayıcıları konumundalar. Şartlar farklı olsaydı sonuç ne olurdu, bunu ancak ‘dünyayı değiştirerek’ görmek mümkün. Toplumsal mücadelelere katılarak dünyayı değiştirmeye uğraşan toplumsal bilimciler var elbette. Muhakkak ki, onlar bunu her şeyden önce, toplumsal sorumluluklarının bir gereği olarak yapıyorlar; ama onları, bir yandan da, bilim insanları olmanın duyarlılığıyla, sorumluluğuyla, deney şartlarını değiştirmeye uğraşan insanlar olarak da görmek mümkün... Kapitalist sistemin tanık olduğumuz bu kriz dönemi de, galiba bütün iktisatçılar için o laboratuvarda sürüp gelen bir deneyin kritik bir evresini simgeliyor. Hem kapitalizmin dünya sisteminin sürmesini verili bir koşul olarak alan iktisatçılar hem de sistemin az ya da çok ya da kökten değişmesi gerektiğini düşünen iktisatçılar için bu evre savundukları tezler açısından bir mihenk taşı olacak... Bu son deneyde de deney şartlarını oluşturanlar iktisatçılar değil, tabii. Şartların oluşumunu en çok etkileyenler, elbette, siyasi iktidar sahipleri ve onların ardındaki ekonomik güç odaklarıdır. Ama bu, iktisatçıların söz konusu şartların oluşumunda hiç dahli yok anlamına gelmiyor. Sistemin sürmesinden yana olan pek çok iktisatçının, iktidar sahiplerine, aldıkları iktisadisiyasi kararlarda yol gösterici oldukları; danışmanlık yaptıkları biliniyor. O iktisatçılar, savundukları kuramın ve oradan hareketle tavsiye ettikleri pratikteki uygulamaların tahkikini bu kriz evresinde yapmış olacaklar; sistemi yeniden rayına oturtmaya çalışan iktidar sahiplerine yeni tavsiyelerini ileteceklerdir. Sistemi eleştiren, değişimden yana iktisatçılar için de zaman yine bir bilim insanı duyarlılığı içinde, kendi tezlerinin doğruluğunu tahkik zamanıdır. Onların içinde de, yaşanılan evrenin kendi tezlerini doğruladığını gördüklerinde, sistemi değiştirmek ve yeni bir dünya kurmaktan yana olan toplumsal güçlere ve siyasi oluşumlara yol gösterenler olacaktır. Velhasıl, kriz dönemi her iki yana da, bilgi ve deneyimlerini süzgeçten geçirip yeniden üretme imkânını verecektir. Toplumun her bireyi fiilen yaşayacağı krizden muhakkak kendine göre bir ders çıkaracaktır. Ama bütün dünyadaki iktisatçıların bu dönemde ortaya koyacakları yeni bilgi ve çözümlemeler elbette önemli olacak, bütün toplumlara ışık tutacaktır. Umudumuz, bu ışığın, daha iyi bir dünyanın kurulmasında izlenecek yolu bizim toplumumuzun da daha iyi görebilmesini sağlamasıdır. Bu arada, bu köşenin ilgi alanı açısından, özellikle, ‘teknolojik değişim, inovasyon ve ekonomik gelişmeyi’ konu alan iktisatçılar, kriz döneminin toplumsal laboratuvarından ki onlar için bu laboratuvar artık tam bir iktisat laboratuvarıdır ne gibi sonuçlar üretecekler, bu önemli olacak. Kriz, firmaların ve devletlerin ARGE konusundaki tutumlarını, harcamalarını ne yönde etkileyecek? Firmaların ‘bu krizi de atlatabilme’ arayışlarında teknolojiye nasıl bir işlev yüklenecek; teknoloji bu çıkışta etkin olacak bir araç olarak kullanılabilecek mi? Bu sorular, sadece gelişmiş ülkeler için değil, krizi, toplumun ve ülkenin çıkarlarını hiç olmazsa bundan sonra, daha çok kollamaya yönelik bir fırsat, bir imkân olarak değerlendirme olasılığının söz konusu olabileceği, Türkiye ve benzeri ülkeler için de geçerlidir. Türkiye, gelişmiş ülkelerin ve firmalarının krizden çıkış için can havliyle teknolojiye daha çok yüklenebileceklerini, en azından bunun güçlü bir olasılık olduğunu hesaba katmak durumundadır. Bu olasılık gerçekleşir de bilim ve teknolojide, ARGE’de, inovasyonda zaten gerilerde olan Türkiye buna ayak uyduramaz ve yerinde sayarsa, ülkenin geleceği çok daha karanlık olacaktır. “B ir ülkenin okuryazar oranının o ülkenin kalkınmışlık göstergesi olduğunu anlatan Prof. Dr. Özer, Cumhuriyet kurulduktan bir yıl sonra Türkiye’nin nüfusunun 12 milyon, toplam öğrenci sayısının ise 400 bin olduğunu, millet mekteplerinde yetişen öğretmenler ve 1928’de Harf Devrimi sayesinde kısa sürede okuryazar oranının yüzde 20’ye yükseldiğini kaydetti. Cumhuriyetin ilk yıllarında, ulusal, karma, laik, bilimsel ve uygulamalı eğitim ilke edinilirken son dönemlerde gelişmiş Batılı ülkelerin eğitim modellerinin uygulanmasıyla eğitim sisteminde tıkanmalar yaşandığına dikkat çeken Prof. Dr. Özer, “Model aldığımız ülkeler bile sistemlerini değiştiriyor ama biz bu değişiklikleri yazık ki izlemekte geç kalıyoruz” dedi. Yurtdışında yükseköğrenim gören kayıtlı Türk öğrencilerin yıllık maliyetinin 448.5 milyon dolar olduğuna dikkat çeken, Prof. Dr. Özer, “Oysa bu paranın 250 milyon dolarıyla her yıl Sabancı ve Koç üniversiteleri ayarında bir üniversite kurulabilir. Sadece 2004 yılında üniversite kapısında olan 1.786.000 öğrencinin ÖSS’ye girene kadar harcamış olduğu 8.4 milyar dolar, yeni üniversite kurmak için harcansaydı Sabancı ve Koç üniversiteleri ayarında 17 yeni üniversite kurulabilecekti” diye konuştu. Demografik öngörüler ışığında 2025 yılında Türkiye’nin toplam nüfusunun 90.2 milyona ulaşacağına işaret eden Prof. Dr. Ulviye Özer, “2025’e doğru, Türkiye genç nüfuslu bir ülke olmaktan çıkacak, çalışabilir nüfus artacaktır. Bu, ekonomik büyüme için altın bir fırsattır. Ancak bunu başarabilmek için nitelikli eğitim şarttır” şeklinde konuştu. Çağdaş uygarlık ülküsünü benimseyen ülkemizin yükseköğrenimde yüzde 3540, ortaöğretimde de yüzde 8090 okullaşmayı hedef alması gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Özer, “Oysa ortaöğretimde yüzde 40, yükseköğretimde yüzde 35’e ulaşmayı planladık. Bu da her isteyene yükseköğrenim hakkı vermek demektir. Bu hedefe ulaşmak için birçok üniversite açıldı. Sonuçta eğitimin kalitesi ve başarı düştü. Vakıf üniversitelerinde kalitenin düşmemesi için gerekli denetimler yapılmalıdır” dedi. Türkiye’nin mesleki teknik eğitime önem vermesi gerektiğinin altını çizen Prof. Dr. Ulviye Özer, gelişmiş Batılı ülkelerde mesleki teknik eğitimin normal eğitim içindeki payının ortalama yüzde 65 iken ülkemiz ortalamasının yüzde 45’lerde olduğunu dile getirerek, “Mesleki teknik eğitimin payını artırmak için sanayi ve ticaret odaları, vakıflar, birlik ve konfederasyonlar, üniversitesanayi işbirliği çerçevesinde ihtiyaç duydukları ara insan gücünü geliştirmek için kaynak ayırmaya davet edilmelidir. Övünerek belirtmeliyim ki, Bursa mesleki teknik eğitim konusunda yüzde 65 ile Batılı ülkeler düzeyini yakalamış tek ilimizdir. Bunun diğer illerde de yaygınlaştırılması gerekir” dedi. Türkiye nüfusunun yüzde 5’i yurtdışında yaşıyor Koç Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet İçduygu: Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 5’inin yurtdışında yaşıyor, öte yandan birçok ülkeden yabancı göçmen Türkiye’de yaşamını sürdürüyor ve coğrafi konumu itibariyle ülkenin, Avrupa’ya gitmek isteyen göçmenler tarafından geçiş ülkesi olarak kullanılıyor.. CBT 1129/ 6 7 Kasım 2008 K oç Üniversitesi, “AB ve Türkiye arasındaki Sivil Toplum Diyaloğu’nun Geliştirilmesi” projesi çerçevesinde hazırlanan “Uluslararası Göçün Kentsel Alanlarda Düzenlenmesi: Türkiyeİtalyaİspanya (Managing International Urban Migration: TurkeyItaliaEspania MIUMTIE)” başlıklı projenin tanıtımı için, İstinye Yönetici Eğitim Merkezi’nde bir toplantı düzenledi. Türkiye’de Koç Üniversitesi, İtalya’da Universita IUAV di Venezia ve İspanya’da Universidad de Cadiz’in ortak çalışmasıyla yürütülen projeye, Koç Üniversitesi Göç Araştırmaları Programı (MiReKoc) öncülük ediyor. Temel amacı uluslararası göç hareketleri içerisinde Türkiye’nin rolü hakkında derinlemesine bilgi sahibi olmak ve göçmenlerin Türkiye’deki konumlarını incelemek olan “Uluslararası Göçün Kentsel Alanlarda Düzenlenmesi: Türkiyeİtalyaİspanya” başlıklı pro
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle