25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SOSYAL PSİKOLOJİ Ahlak için din şart mı? Ahlaki değerler içgüdüsel midir, yoksa dini inançların yönlendirmesiyle mi oluşmuştur? Ahlaklı olmak için dine gerek var mıdır? Gerek yok ise, tüm kültürlerde niçin din var? Ve din ne işe yarıyor? New Scientist dergisi 1 Eylül sayısında ahlak ve din arasındaki ilişkiyi masaya yatırıyor. üm dünyada din çok çelişkili bir konumda. Dini inanışlar her zamanki gibi güçlü ancak Aydınlanma hareketi ve bilimsel gelişmeler, din kavramına ile hiç olmadığı kadar şiddetle karşı çıkıyor. Richard Dawkins gibi dini sorgulayan bilim adamları, bizleri dinin bir hayal olduğuna ve aynı zamanda tehlikeli de olduğuna inandırmak istiyor. Dawkins, dini, ahlaki değerlerin kaynağı olarak gören gelenekDawkins, dini, sel görüşe karşı çıkan çok sayıdaki ahlaki değerlerin düşünürlerden yalnızca biri. Bu kikaynağı olarak şilere göre din, ahlaksız davranışları mazur göstermeye yarayan bir gören geleneksel araç. görüşe karşı çıkan Bu görüş, son günlerde giderek çok sayıdaki daha fazla destek buluyor, zira son bilimsel çalışmalar ahlakın beynidüşünürlerden mizin derinliklerine kazındığını, yalnızca biri. Bu başka bir deyişle içgüdüsel kaynakkişilere göre din, lı olduğunu gösteriyor. Bu da, heahlaksız pimizin doğru ve yanlışı ayırt etme yeteneği ile doğduğumuz ve dini davranışları mazur öğretilerin bu çok temel ahlaki içgöstermeye güdüleri değiştiremeyeceği anlamıyarayan bir araç. na geliyor. Ne var ki bu radikal görüş pek çok biyoloğu ikna etmeye yetmiyor. Son yıllarda dinin insan davranışları üzerindeki etkileri konusunda çok sayıda araştırma yapılmış ve halen de yapılıyor. Bu, üzerinde bilimsel araştırmalar yapmak için çok kaypak bir konu. Bilim adamları bu T konuyu şimdi dinin nasıl evrilmiş olabileceğine, hangi amaca hizmet ettiğine ve insanları daha ahlaklı veya daha ahlaksız yapıp yapmadığına bakarak irdeleme yolunu tercih ediyor. Bu çalışmaların sonucunda, din ve ahlak arasındaki ilişki konusunda hâlihazırdaki basite indirgenmiş fikirlere meydan okuyan yeni bir görüş oluşmaya başladı. Dinin ahlakın veya ahlaksızlığın kaynağı olarak değerlendirilmesi yerine, bazı bilim adamları ahlakın ve dinin insan doğasının bir özelliği olduğuna inanmayı tercih ediyor. Bu bağlamda ahlaklı bir yaşam sürmek için aslında insanların dine ihtiyacı yoktur; ama din olmadan ahlakın evrimleşme şansı olamazdı. Böyle bir yaklaşım, dini inanışlar ve ahlaklı davranışlar arasındaki karmaşık ve çelişkili ilişkiyi açıklayabilir. Bu düşünce şekli ayrıca, dinin kalıcı gücünün altında yatan etmenleri ortaya çıkarttığı gibi, inanmışları akıl yolu ile inançlarından vazgeçirmeye çalışmalarının ne kadar faydasız olduğunu da gösteriyor. DİN İYİLİĞE ÖZENDİRİYOR! Dinin iyiliğe özendiren bir güç olduğunu gösteren çok sayıda kanıt var. 1970'li yılların sonlarında 1980'lerde Seattle'daki Washington Üniversitesi'nden sosyolog Rodney Stark ve William Sims Bainbridge, dini inançlar ile ahlaklı davranışlar arasında bir ilişki olduğu yolundaki görüşü tartışmaya açtılar. Bu ikilinin araştırmaları, ibadet etme alışkanlığının, ahlaki normların toplu olarak daha iyi anlaşılmasına ve insanların daha az suç işlemesine yol açtığını ortaya çıkarttı. Daha sonra yapılan çalışmalar ise aşırıya kaçmayan dindarların daha mutlu, daha şefkatli, daha adaletli ve daha eli açık olduklarını gösteriyor. Bir diğer çalışmaya göre ise sigara, uyuşturucu ve alkol gibi kötü alışkanlıklardan din yardımı ile daha kolay vazgeçiliyor. Din, bunların yanı sıra insanları cinsel yönden de daha ahlaklı olmaya özendiriyor. ABD'de RAND Health adında, kâr amacı gütmeyen araştırma grubunun yürüttüğü bir araştırmaya göre, dini inançlara sahip HIV'li hastalar, inançsız HIV'li hastalara göre daha az sayıda eş değiştirmiş (Journal of Sex Research, vol 44, p 49). DİNİ İNANÇ YETERLİ DEĞİL Ancak dini inanç tek başına doğruya ve iyiye yönlendirmekte yetersiz kalıyor. Bu inananlar için de geçerli. RAND çalışmasından elde edilen bir başka bulguya göre AIDS hastalığına yakalanmış Katolikler, kiliselerinin doğum kontrolünü yasaklamasına karşın, diğer gruplara göre daha fazla kondom kullanıyor. “Katolikler ahlakın kaynağının kendi vicdanları olduğuna inanma eğilimi içinde” diye konuşan RAND çalışanlarından David Kanouse, “Bu çalışma ahlaki değerlerin içgüdüsel olduğu görüşünü inkar etmiyor; yalnızca dinin doğru ve yanlış ile ilgili iç sesimizi yorumlamakta bize yol gösterdiğini ileri sürüyor” diyor. Bu görüş, dinin kötü insanları ve kötü toplumları “hizaya sokmak” için varolduğu düşüncesi ile nasıl bağdaşıyor? Dawkins ve diğerleri, nefretin ve savaşların yol açtığı olumsuzluklara gerekçe oluşturmak için dinden yararlanıldığına ilişkin çok sayıda örneğin olduğunu söylüyorlar Bu kişiler ayrıca dini kitaplarda kınanması gereken davranışların nasıl değişikliğe uğratıldığına dikkat çekiyorlar. Bunlara örnek olarak zina yapanların, dinini reddedenlerin, eşcinsellerin taşlanması, söz dinlemeyen çocukların dövülmesi, köleliğin kabul görmesi, bir babanın kendi çocuklarını fuhşa zorlaması gösterilebilir. Dawkins, dinin yalnızca diğer bilişsel süreçlerin bir yan ürünü olduğunu, insanların doğuştan sahip olduğu ahlak anlayışı ile bir ilgisinin olmadığını savunuyor. Kaldı ki pek çok ateist, tanrı inancı olmadan da iyi bir insan olmayı beceriyor. Öte yandan inananların, kendi ahlaki kurallarını uyguladıkları zaman inanmayanlardan daha iyi bir insan haline geldikleri de görülmüş değil. Boston'daki Tufts Üniversitesi'nden filozof Dan Dennett, hapishanelerdeki mahkumların en azından ABD'de dindarlık açısından toplumun diğer kesimlerinden daha farklı bir yapıda olmadığına dikkat çekiyor. Ayrıca Hıristiyan nüfus içindeki boşanma oranının dindar olmayan Amerikalılardan farklı olmadığı belirtiliyor. Üniversitesi'nden sosyal psikolog Daniel Batson dinin rolünü iki kategoride ele alıyor. Biri, Tanrı'ya inanç ve ibadeti çıkar gözetmeden yapma güdüsünü içeren “İçselleşmiş Dindarlık” tır. İkincisi ibadetin bir sosyal etkinlik olarak yapıldığı ve kişisel çıkarların gözetildiği “Göstermelik Dindarlık” kategorisidir. Batson'a göre içselleşmiş dindarlık ile merhamet veya önyargıların azalması arasında yakın bir ilişki var. Oysa, bunun tam tersi, göstermelik dindarlıkta önyargılar derinleşmiş, merhamet hissi azalmış ve yardımlaşmada bile karşılık beklentisi öne çıkmıştır. Batson üçüncü kategori olarak “Arayış Dindarlığı”nı öne sürüyor. Bu kategoriyi oluşturan insanlar dinselliği sorgulama alışkanlığına sahiptir. Bu grubu araştıran Batson, bunların diğer gruplara göre en hoşgörülü ve en yardımsever insanlardan oluştuğunu ileri sürüyor. Bu çalışmalar dinin ahlaki davranışları etkilediği fikrini desteklemekle birlikte etkinin kapsamı konusunda yeterli bilgi vermiyor. Başka bir deyişle, bu etki inanan kişinin sosyal grubu ile sınırlı mı kalıyor, yoksa evrensel bir merhamet ve vericilik duygusuna mı yol açıyor? Davis'teki Kaliforniya Üniversitesi'nden kültürel evrim uzmanları Peter Richerson ve Brian Paciotti bu soruyu yanıtlamak için ekonomi oyunlarından yararDinin ahlakın landılar. Bunlardan biri insanların vericilik ve adalet duyguveya ahlaksızlığın larını ölçen Diktatör Oyukaynağı olarak nu'ydu. Richerson ve Paciotti değerlendirilmesi bu oyunu üniversite öğrencilerinden ve dindar kişilerden yerine, bazı bilim oluşan iki farklı gruba oynattıadamları ahlakın lar. Richerson sonuçları şöyle ve dinin insan değerlendiriyor: “Din ahlaklı doğasının bir bir insan olmak için gerekli olmadığı gibi her zaman olumsuz özelliği olduğuna etki yaratmaz. Bu sonuçlar ininanmayı tercih sanların doğuştan ahlaki değerediyor. lere sahip olduğu fikrini destekliyor. Bu arada din, ahlaki davranışların doğasını ve kapsama alanını belirliyor ve kimlerle işbirliği yapacağımız konusunda bize yol gösteriyor.” GÖZETLENME DUYGUSU İngiltere, Belfast'taki Queen's Üniversity'deki Bilişim ve Kültür Enstitüsü'nden Jesse Bering, hem dinin hem de ahlakın evrimsel uyumun bir sonucu olduğunu şu sözleriyle açıklıyor: “Ahlak dinden kaynaklanmaz. Ancak sosyal ortamdaki benzer güçlere tepki olarak ortaya çıkmakla birlikte, din ve ahlak ayrı ayrı evrimleşmişlerdir. Atalarımız dil geliştirip, başkalarının ne düşündüğünü anlama yetisine sahip oldukları anda, bireysel haberler kendi gruplarının dışına taşmaya başladı. Topluluklarının onaylayacağı şekilde davranma eğiliminde olan insanlar bundan yarar sağladılar. Ahlaklı davranışlar bu aşamada başkalarının bizim hakkımızda ne düşündüğüne bağlı olarak şekillenmeye başladı. Böylece ahlak uyum sağlama özelliğine kavuştu.” Ahlakın evrilmesiyle aynı anda dini inanç kapasitesi doğdu. Başkalarının haklarında ne düşündüğü kaygısına kapılan atalarımız, gözetlendikleri ve yargılandıkları duygusuna kapılmış olabilirler. Bering, atalarımızın bu rahatsız edici duyguyu doğaüstü güçlere atfettiklerini ileri sürüyor, çünkü başkalarının düşüncelerini okuma becerisinin altında yatan bilişsel sistem her şeyde anlam ve niyet arama eğilimindedir. Böylece ahlakın evrimleşmesini sağlayan uyum yeteneği dinin de evrimleşmesini sağlamış olabilir. Yazının devamı 22. sayfada CBT 1071/12 28 Eylül 2007 DİNDARLIĞIN KATEGORİLERİ Dinin rolü, Tanrı'nın gücü olarak ele alındığında ortaya buna benzer, karmaşık bir tablo çıkıyor. Kansas CBT 1071/13 28 Eylül 2007 Harvard Üniversitesi'nden bilişsel psikolog Marc Hauser, “Moral Minds” isimli kitabında insanların doğuştan doğru ve yanlış duygusuna sahip olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Hauser ahlaklılığı lisana, özündeki çekirdeği de herkesin içinde doğuştan varolan gramer duygusuna benzetiyor. Başka bir deyişle insanın ahlaki yasalarının tam merkezinde, doğuştan belirlenmiş genel kurallar ve özellikler yatar. Hauser, her kültürün ve neslin, ahlaki grameri az da olsa farklı yorumladığına dikkat çekiyor. Ancak beynin biyolojisinde sabitlenmiş olan kurallar hep aynı kalır. Hauser'e göre bunun nedeni, ahlakın köklerinin, gruplar halinde yaşayan primat kuzenlerimize kadar uzanması. Bu davranışlar akrabalara sadakat, hırsızlığa karşı hoşgörüsüzlük ve aldatanları cezalandırma şeklinde ortaya çıkıyor. Bir diğer neden de ahlaki kararların, mantıklı ve akılcı bir biçimde değil, içgüdüsel olarak alınmasıı. İnsanlar spesifik bir ahlaki ikilem ile karşılaştıklarında, genellikle benzer yanıtlar verirler. Ancak Hauser ve meslektaşları deneklerin verdikleri yanıtları savunmak için farklı muhakemeler yürüttüklerini ortaya koyuyor. Bu da muhakemenin seçimden sonra yapıldığını gösteriyor. Bilim adamları, ayrıca, farklı dinlere bağlı binlerce insanın yaptığı temel ahlaki seçeneklerin birbirinin aynısı olduğunu keşfetti.Bu da doğuştan gelen ahlakın öğrenilmiş dini kurallardan bağımsız olduğu anlamına geliyor. Tartışmasız bir şekilde, zaman ve kültürler arasındaki farklılıklara bağlı olarak esaret, ırkçılık, idam ve çocuk aldırma gibi konularda farklılıklar göze çarpıyor. Hauser buna karşın doğuştan gelen duygunun aynı kaldığına dikkat çekiyor. Yalnızca yorumlarda farklılık görülüyor. Bilim adamlarının pek çoğu şimdi, duyguların, kararların nasıl alındığından çok, ahlaki kararların eyleme veya kararlara dönüşme şeklini etkilediğini düşünüyor. Empati gibi duygularla ilgili diğer beyin bölgeleri de bu bağlamda çok önemli. AHLAKLI DOĞANLAR DİNİN OLUMSUZ ETKİLERİ 2005 yılında Maryland, Baltimore'dan bağımsız bir araştırmacı olan Greg Paul, dinin olumsuz etkilerine ilişkin bir rapor hazırladı (Journal of Religion and Society, vol 7 p1) Bu çalışmada Paul, 18 sanayileşmiş ülkede dindarlık düzeyi ile toplumsal bozukluk göstergelerini karşılaştırdı. Çalışmanın sonucunda, inanç düzeyinin yüksek, ibadetin yoğun olduğu ülkelerde cinayet, çocuklarda ve gençlerde görülen ölümler, cinsel yolla bulaşan hastalıklar, ergenlerde hamilelik ve çocuk aldırmanın daha sık görüldüğü ortaya çıktı. Bugün ahlakın dinden değil, toplumda hissedilen güvensizlikten kaynakladığına inanan Paul, “Kitlesel olarak Tanrı inancını, korku ve yetersiz mali koşulların yarattığı endişenin oluşturur. Dolayısıyla Tanrı inancının altında derin bir biyolojik, genetik ve başka bir köken aramak gereksizdir” diyor. Bu çalışmanın sert eleştirilere hedef olması kaçınılmazdı. Bazı araştırmacılar Paul'un ülke ve ahlaki gös terge seçiminde yanlı davrandığını ileri sürdüler. Daha kapsamlı bir test için Tennessee'deki Vanderbilt Üniversitesi'nden sosyolog Gary Jensen, Paul'un göstergelerinden biri olan cinayet verilerini alarak, farklı dini inançlar ile karşılaştırdı. Jensen'in çalışmasında da cinayet oranlarının inanç düzeyi ile ilişkili olduğu ortaya çıktı. Cinayetler, özellikle Tanrı ve Şeytan inancının geçerli olduğu dualist dinlerde daha fazlaydı. Cinayet oranı ABD'de nüfusun %96'si Tanrı'ya, %76'sı Şeytan'a inandığını belirtiyor Filipinler'de, Dominik Cumhuriyeti'nde ve Güney Afrika'da yüksek çıktı. Bu ilişki, yalnızca Tanrı inancının yaygın olduğu, ancak Şeytan inancının az olduğu İsveç gibi ülkelerde nüfusun yalnızca %18'i bu ikisine inandığını belirtiyor daha düşüktü. (Journal of Religion and Society, vol 8, p 1) SOSYAL PSİKOLOJİ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle