24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

BİLİM DÜNYASINDAN HABERLER POLİTİK BİLİM Aykut Göker http://www.ınovasyon.org Yabancı ARGE yatırımları, daha çok, gelişmiş ülkelerde yer almış; asıl artış da o ülkelerde olmuş... ARGE’nin Uluslararasılaşması* (2) 'OECD Science, Technology and Industry Outlook 2006'da yer alan 1995 ve 2003'e ait, ARGE'nin uluslararasılaşması ile ilgili gösterge rakamları karşılaştırıldığında, yabancı firmaların kontrolündeki ARGE harcamalarının, İspanya ve Türkiye hariç, bütün OECD ülkelerinde gerçekten önemli ölçüde arttığı görülüyor. Örneğin, seçilen 13 OECD ülkesinde, 1995'te, satın alma gücü paritesine göre 33,9 milyar ABD Dolar'ı olan yabancı firmaların kontrolündeki toplam ARGE harcamaları, 2003'te 70,6 milyar Dolar'a çıkmış. 1995'teki harcamanın %51,7'si ABD'de; %12,8'i Birleşik Krallık'ta; %10,0'ı Almanya'da; %8,7'si Fransa'da; %5,8'i'si Kanada'da; %2,2'si Japonya'da yapılmış. Kalan %8,9 ise, Çek Cumhuriyeti, Finlandiya, Macaristan, İrlanda, Polonya, Hollanda ve İsveç arasında dağılmış... 2003'teki harcamanın ise, %41,8'i ABD'de; %14,3'ü Almanya'da; %13,9'u Birleşik Krallık'ta; %7,7'si Fransa'da; %5,2'si Japonya'da; %4,9'u Kanada'da yapılmış. Kalan %12,3 ise diğer yedi ülke arasında dağılmış... Demek ki, yabancı ARGE yatırımları, daha çok, gelişmiş ülkelerde yer almış; asıl artış da o ülkelerde olmuş. Değişen sâdece kendi aralarındaki dağılım... Örneğin, ABD'ye düşen pay, değer olarak, 1995'te 17,53 milyar ABD Doları iken, 2003'te 29,51 milyar Dolar'a çıkmış; ama, oransal olarak % 51,7'den %41,8'e gerilemiş. Almanya'da ise, hem değer (3,39 milyar Dolar'dan 10,1 milyar Dolar'a) hem de oransal olarak artış var (%10'dan 14,3'e). Yabancı kontrolündeki en yüksek ARGE harcamasının da dünyanın en gelişkin ekonomisi olan ABD'de yapıldığı görülüyor. Buna karşılık ABD firmaları da, aynı yayından öğrendiğimize göre, 1995'te, yabancı ülkelerde toplam 12,582 milyar Dolar; 2003'te ise, 22,328 milyar Dolar tutarında ARGE harcaması yapmışlar; bu harcamaların, örneğin 2003'te, %11'i Kanada'da; %61,5'i AB'nin ilk 15 üye ülkesinde; %7,4'ü Japonya'da; %1,9'u ise Avustralya'da yapılmış. Yâni, ABD firmalarının yabancı ülkelerdeki ARGE harcamalarının %81,8'i gelişmiş ülkelerde gerçekleşmiş. Kalan %18,2'nin içinde Çin ve Brezilya gibi yükselen ekonomiler başı çekiyor. Çin'in payı %2,5; Brezilya'nınki ise, %1,5. Türkiye'nin payına düşen "kabili ihmal'!.. Firmalar yabancı bir ülkede ARGE yatırımı yapmayı seçerken hangi faktörleri dikkate alıyorlar; bunu açıklayan bir çalışmanın sonuçlarına da anılan yayında yer verilmiş. Bu sonuçlar incelendiğinde, gelişmiş ülkelerin seçilmesinde rol oynayan en önemli faktörün, gidilen ülkedeki 'kaliteli ARGE personelinin varlığı' olduğu görülüyor. Bunu, önem sırasına göre, şu faktörler tâkip ediyor: Fikrî mülkiyetin korunması; üniversitelerin varlığı; üniversitelerle işbirliği imkânları; ülkenin büyüme potansiyeli; fikrî mülkiyet sahipliği (gidilen ülkenin patent sayısı vb.); yapılacak ARGE'nin firmanın satışlarına destek olması; daha az kısıtlama; vergi avantajı; ihracat desteği; düşük ARGE mâliyeti; yeni iş yaratma imkânları; ve en önemsizi de, yasalarla konmuş önkoşullar. Gelişmekte olan ya da Çin, Hindistan ve Brezilya gibi yükselen ekonomilerdeki yabancı ARGE yatırımlarında rol oynayan faktörler incelendiğinde ise, önem sıralaması şöyle olmuş: Ülkenin büyüme potansiyeli; kaliteli ARGE personelinin varlığı; yapılacak ARGE'nin firmanın satışlarına destek olması; fikrî mülkiyetin korunması; fikrî mülkiyet sahipliği; düşük ARGE mâliyeti; üniversitelerle işbirliği imkânları; üniversitelerin varlığı; daha az kısıtlama; ihracat desteği; yeni iş yaratma imkânları; vergi avantajı; ve yasalarla konmuş önkoşullar. Görüldüğü gibi, gelişmekte olan ya da yükselen ekonomilerin seçiminde de, düşük ARGE maliyetinden çok, 'ülkenin büyüme potansiyeli', 'ARGE yeteneği' ve 'üniversitelerle işbirliği imkânları' gibi faktörler belirleyici olmuş. Şu cümle araştırmanın sonucunu çok iyi özetliyor: "Hayretle görülmüştür ki, yükselen ekonomilerdeki yabancı ARGE yatırımları için de, düşük mâliyetler değil, gelişmiş ekonomilerdeki yatırımlarda belirleyici olan, aynı üç faktör önemli olmaktadır." Bu tespitleri, gelecek hafta Türkiye açısından birlikte yorumlarız. (*) Geçen haftaki yazının da başlığı "ARGE’nin uluslararasılaşması" olacak. Bu teknik yanlışlıktan ötürü özür dileriz. Hastayı kaybediyoruz, PolyHeme lütfen! Ölüm kalım meselesi: Kalp krizi ya da araba kazası nedeniyle bilincinizi yitirdiniz. Doktorlara zaman kazandırabilecek, ancak henüz pek denenmemiş çözümleri uygulamalı mı? Mesela PolyHeme vermeli mi? A .B.D Besin ve İlaç Dairesi (FDA) bu tür yaşamsal sorunlar karşısında nasıl bir tavır takınmanın daha doğru olacağını belirlemek amacıyla bir kamu oylaması yaptı. Oylamada öncelikle yeni sağaltım yöntemlerinin en azından mevcut öteki yöntemler denli güvenilir olması ve bunların yalnızca öteki yöntemler işe yaramadığında hasta üzerinde denenmesi gerektiğine dikkat çekilmekteydi. Bu konu kısa bir süre önce kan aktarımını gerektiren acil durumlarda doğal kanın yerini tutabilen PolyHeme adlı yapay kanla ilgili olarak gündeme geldi. PolyHeme, kanda oksijen içeren bir pigment olan, hemoglobinden türetilen bir madde. Bu madde tüm kan gruplarıyla uyum sağlayabildiğinden, söz gelimi, herhangi bir kaza durumunda hastaya anında uygulanabilir. Dahası, PolyHeme taze kanın tersine bir yıldan uzun bir süre tazeliğini koruyabilir. Illinois’deki Northfield Laboratuvarları geçtiğimiz birkaç ay boyunca PolyHeme’yi yüzlerce hasta üzerinde denediler. Elde edilen sonuçların kısa bir süre sonra yayınlanması bekleniyor. Ne var ki, hasta haklarını savunan kimi insanlar FDA tarafından onaylanmış olan bu yöntemin hastalara uygulanmasına şiddetle karşı çıkıyor. Bir kaza anında uzmanların gerekli kanı bulamayıp hastaya PolyHeme vermeleri haklı bir gerekçeye dayansa da, bu tavrın bir alışkanlığa dönüştürülmesinden kaygı duyuyorlar. Tüm bu kaygılar doğrultusunda yasa ve tüzüklerin yeniden gözden geçirilmesi Çocuklar babalarının sözüne harfi harfine uyuyor Babalar, ağzınızdan çıkan sözcüklere dikkat edin. Görünüşe bakılırsa, çocukların dilsel gelişiminde babalar sanıldığından çok daha büyük bir rol oynuyor. Kuzey Carolina Üniversitesi’nden Lynne VernonFeagans ve arkadaşları anneyle babanın çalıştığı 92 ailenin çocuklarını oyun sırasında gözlediler. Bu süreç içinde anne ya da babaların çocuklarıyla ne denli iletişim kurdukları, onların ne tür sözcükleri ve tümce yapılarını kullandıkları ve çocuklarına ne gibi sorular yönelttiklerini kaydettiler. Araştırma sonunda 2 yaşındayken babaları çok daha çeşitli sözcükler kullanan çocukların 3 yaşına geldiklerinde dilsel beceriler konusunda çok daha başarılı oldukları görüldü. Şaşırtıcı bir gerçek de, babaların annelere kıyasla çok daha az konuştukları ve çok daha az soru sorduklarıydı. Bu da, çocukların dil gelişiminde konuşmanın yoğunluğundan çok içeriğinin etkili olduğunu gözler önüne sermekteydi. Görünüşe bakılırsa, annenin sözcük dağarcığı çocuğun dil gelişiminde pek de etkili değildi. Araştırmaya katılan annelerin büyük bir bölümünün çocuklarıyla konuşurken çok sayıda sözcük kullandıklarına dikkat çeken VernonFeagans, sözcük sayısında belli bir sınır aşıldığında konuşmanın çocuğa yararlı olmaktan çok zarar verebileceğine inanıyor. CBT1035/6 19 Ocak 2007
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle