Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Ooof off line Tanol Türkoğlu (TanolT@yahoo.com) Kitap Kalp Damar Hastalıklarından Korunma Prof. Dr. Baki Komsuoğlu Dr. Yengi Umut Çelikyurt Kalp damar hastalıkları terimi, koroner (kalp damarları) kalp hastalıkları (kalp krizi, göğüs ağrısı), hipertansiyon (yüksek kan basıncı), kalp yetersizliği, kalp kapak hastalıkları, doğumsal kalp hastalıkları, beyin damar hastalıkları (inme, geçici iskemik nöbet) ve çevresel damar hastalıklarını kapsar. Kalp damar hastalıkları, ABD ve diğer gelişmiş ülkelerde önde gelen ölüm ve sakatlık nedenidir. Ancak, kalp damar hastalığı, gelişmekte olan ülkelerde de ölüm ve sakatlık nedenleri arasında başta gelir. Gelişmekte olan ülkelerde son 40 yılda hızlı sanayileşme, kentleşme ve ekonomik gelişmeler olmuştur. Sonuçta sağlıksız yiyecek tüketiminde artış ve bedensel hareketlilikte azalma gibi yaşam biçimi değişiklikleri ortaya çıkmıştır. Yağdan fakir, liflerden zengin geleneksel yiyeceklerin yerini doymuş yağlar ve kaloriden zengin yiyecekler almış, bu beslenme ve yaşam biçimi değişiklikleri gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde beslenmeyle ilişkili şişmanlık, kan yağları bozuklukları, şeker hastalığı, yüksek tansiyon ve sonuç olarak kalp ve damar hastalıklarının görülme sıklığını arttırmıştır. Kalp hastalıklarının en ölümcül olanlarından biri kalp yetersizliğidir. Dünyada 23 milyon kalp yetersizliği hastası olduğu sanılmaktadır. Günümüzde kalp yetersizliğinin tedavisinde temel ilke nefes darlığı, halsizlik, çarpıntı gibi bulgular başlamadan sol kalp işlevlerini düzeltici tedavinin başlatılmasıdır. Yüksek kan basıncı kalp damar hastalıklarının en sık görülenidir ve erişkin toplumun yaklaşık yüzde 20sini etkiler. Hipertansiyon, başta beyin, kalp, böbrek olmak üzere organlarda hasara neden olmadan kontrol altına alınabilirse, hastaların inme, kalp krizi veya ani ölüm riskinde belirgin azalma olmaktadır. Ülkemizde 30 yıl öncesine değin kalp hastalıkları arasında birinci sırayı romatizmal kapak hastalıkları oluşturuyordu. Tedavideki gelişmeler, streptekok enfeksiyona bağlı kapak hasarı görülme sıklığı belirgin ölçüde azalmıştır. Özetle, son 20 yıldaki çalışmalar, kalp damar hastalıklarının oluşması ve belirtilerin ortaya çıkmasına katkı sağlayan risk etmenlerini ortaya çıkarmıştır. Şişmanlık, kan yağları bozuklukları, yüksek kan basıncı, şeker hastalığı, sigara içimi gibi risk etmenlerinin belirlenmesi, kilonun azaltılması, bedensel haraketliliğin artırılması, yağlı yiyeceklerden uzak durulması, kan şekerinin kontrol edilmesi, sigara içiminin kesilmesi gibi önlemleri ortaya çıkarmış ve böylece kalp damar hastalıklarına yakalanma riskinin belirgin olarak azaltılabileceği gösterilmiştir. Bilgi Çağı mı, Kalıtım Çağı mı? Açık Sistemler, internet teknolojilerinin öncülerinden olan Sun Microsystems’in vizyoner başkanı Scot McNeally, geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada Bilgi Çağı’nın sona erdiğini, artık Katılım Çağı’na girildiğini belirtmiş. Katılım Çağı’ndan kastedilen, her gün milyonlarca kişinin sanal aleme katılmakta olduğu. Bu model çerçevesinde McNeally’nin çizdiği stratejik yol da "paylaşımcılıktan" geçiyor. Paylaşılabilecek altyapılar, yazılım vb. Aslında bu uzun yıllardır Sun’ın "Ağın Kendisi Bilgisayardır" vizyonunun biraz isim değiştirmiş hali. Ağın kendisinin bilgisayar olması aslında bir yerde bilgisayar üreticilerine zararı dokunacak bir kavram. Sun, 90’lı yıllarda Java Device ile bu savaşa girmeye çalışmış ancak bir sonuç elde edilememişti. Buradaki temel motivasyon neydi? Masanın üstündeki cihazı mümkün olduğunca basitleştirmek (böylece ucuzlatmak) ve gündelik hayatta bir bilgisayardan beklenen gereksinimleri internet üzerinden erişilen hizmetlerle sağlamak. Örneğin bir makale mi yazmak istiyorsunuz? Net üzerinden erişeceğiniz bir kelime işlemci yazılım (yani MS Word’ün muadili) size bu hizmeti verebilir. Ya da sabit diskinizde kişişsel dosyalarınızı mı saklıyorsunuz? Buna gerek yok. Net üzerinde, fiziksel olarak nerede olduğunuzu bilmeniz gerekmeyen bir yerde sizin adınıza bir disk var. Herşeyinizi oraya saklayabilirsiniz. Sözün Işığı Uygulamalı Noktalama Bilgileri Osman Bolulu Kimi deneyimli yazarlarda bile noktalama yanlışlarıyla karşılaşıyoruz ve metnini anlamını sökmekte zorlanıyoruz. Böylesi eksiklikten kurtulmak için, önce noktalama kural ve bilgileri öğrenmeliyiz. Ancak, noktalama, salt kural ve bilgi işi değildir. Kural ve bilgisiyle birlikte beceri ve alışkanlığın kazanılması gerekir. Noktalamada yetkinleşmek için doğru, iyi ve güzel örnekleri bol bol okumalı, böylece bilgi ve becerimizi sınamalıyız. Bunun kaynağı, duyuş ve düşünüşü en ince alıntılarıyla bize eksiksiz ileten yazı ve kitaplardır. Kitabın amacı, işaretlerin nerelerde kullanıldığını göstererek bilgisini vermek, metinlerin noktalamasını okurlara bırakıldığı için, noktalamayı tekrar tekrar yaptırarak noktalama becerilerini ve alışkanlığını pekiştirmek.. HENÜZ HAZIR DEĞİL Bugün bence hâlâ dünya bu vizyona hazır değil. Hazır olmaması talepten ziyade arz kanadındaki iş stratejileriyle ilgili bir konu. Belki birkaç on yıl sonra holografik teknolojiler gelişip de bilişim için silikona gereksinim kalmadığında, ağın kendisinin bilgisayar hale gelmesi, getirilmesi de pratik olarak gündeme gelebilecek. O güne kadar içinde bulunduğumuz çağa bilgi çağı demek ile katılım çağı demek arasında bence pazarlama faaliyeti ötesinde bir fark yok. Pazarlama dünyasının her gün yeni bir manşetle karşımıza çıkması gerekliliği var. Manşetin işaret ettiği şeyin uzun zamandır zaten orada duruyor olması başkalarının sorunudur –pazarlamacıların değil. Evet bilgi çağı tanımı gereği insanları internete, sanal dünyaya katılmaya zorluyor. Katılımcılık bu açıdan bakıldığında bilgi çağı araçlarının doğal olarak bireyleri ve firmaları atmaya zorladıkları bir adım. Tıpkı globalleşme stratejisinin bilgi çağı zorunlu adımını attırdığı gibi. Ancak yine de katılımcılığı bir çağ olarak değerlendirmek bana biraz kolay tanım gibi geliyor. Bir başka deyişle ortaya atılan yeni bir alternatif. Eğer yeterince ses getirirse gerçekten de bir anda hepimiz katılım çağı demeye başlayabiliriz. Getirmezse de diğerlerinin mezarlıktaki yerlerinin yanında yerini alacak. Tıpkı ölüp giden "Bilgi Otobanı" gibi... Bu açıdan bakınca insan biraz şaşırıyor. Ne yani birileri gelişmelere bakıp buna şu adı verelim diyor da kabul görürse gerçekten de o isim o devri tanımlar hale mi geliyor? Bunun daha "ciddi" bir süreci yok mu? HAZMEDEREK İLERLEME Görünen o ki yok. Bilgi Çağı kavramı da aslında bir yerde globalleşme gibi daha tüyleri diken diken eden olguyu gölgesinde saklamak ve biraz olsun şimşekleri üstüne çekmekten korumak için icat edilmiş bir kavram değil mi? Sonuçta baktığınızda bilgi çağı olgusunun empoze ettiği şey bir yerde global anlamda devinim sağlamayı gerektirici faaliyetlerde bulumak (bu faaliyetler ticari olabilir, siyasi olabilir, eğitim ya da başka bir konuyla ilgili olabilir – ama artık hepimizin zihninin bir kenarında şu imaj silinmez bir şekilde yer alıyor : Globali, globaleşmeyi dikkate almadan hareket etme). Türkiye özelinde bu globalleşme lafı ile Avrupa Birliği süreci lafı atbaşı gidiyor. Hatta çoğu zaman ikincisi önde. Öyle ki AB süreci olmasa biz hiçbir şeyi yapabilecek beceride, motivasyonda, bilgi düzeyinde vb değiliz. Böyle bir tablo çiziliyor. O nedenle bilgi çağını kaçırdık, bari katılım çağını yakalayalım vb gibi tedirginliklere gerek yok. Bugün bırakın bilgi çağını daha sanayi çağını yakalayamamış olan bölgeler, insanlar bizim ülkemizde de var – ABD’de de, Avrupa’da da. Hazmetmeden ilerlemeye çalışmak bizi başkalaştırmakla kalmıyor, aynı zamanda içinden geçtiğimiz süreci de idrak etmemizi engelleyici bir unsur haline geliyor. Yabancı dil üzerine Baştarafı 21. sayfadan koşulunu, Eğitim Fakültesi asistanları için de önkoşul yapmak ya da en azından asistanların en az bir dönemi araştırma ve saha çalışması için (olanakları değişik) okullarda geçirmelerini planlamak yararlı olabilir. Köy Enstitüleri ve benzeri okulların başarılarının en önemli dayanaklarından birisi de okuldaki öğrencilerle ve okulu bitirenlerle sürekli değerlendirme toplantıları yapılmasıdır. Böylece yapay koşullarda eğitime hazırlanmak yerine gerçek koşulları daha iyi tanımak olanağı elde edilirdi. Bu toplantıların ilk ve ortaöğretimdeki öğretmenlerle birlikte yapılması, özellikle öğretim uygulaması dersleri için kıdemli ve başarılı öğretmenlerden yararlanılması da düşünülebilir. Bu tür bir işbirliği sorunların daha gerçekçi biçimde tanımlan997/22 29 Nisan 2006 masına olanak sağlayacağı gibi, yeniliklerin ilk ve ortaöğretime daha kolaylıkla yansımasına da katkıda bulunacaktır. Özetle, eğitim çalışmalarında bilimdeki yeni gelişmelerden yararlanmalı ama geçmişteki deneyimlerin başarılı yanlarını değerlendirmeyi de unutmamalıyız. Genel olarak eğitimin ve yabancı dil eğitiminin bir kültür ve aydınlanma aracı olduğunun düşünerek, çok yönlü, iletişim becerisi ve insan sevgisi yüksek öğretmen yetiştirmeyi amaç edinmeli, bunu başarabilmek için Eğitim Fakültelerinde kuram ile uygulamayı bütünleştirebilen, öznel görüşlerden çok bilimsel araştırmayı önemseyen, eğitimi salt bilgi değil bir davranış eğitimi olarak düşünen öğretim elemanı yetiştirmeyi öncelikli görev saymalıyız . Ufuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi hmtkocaman@yahoo.com