Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
PolitikBilim Moleküler Biyoloji Aykut Göker Yine Otomotiv Sanayiimiz (4) Otomotiv sanayiinde dünya genelinde gözlenen teknolojik değişim, yeniden yapılanma ve coğrafî konumlanma, sektörün geleceğini belirleyecek eğilimler olarak öne çıkarken Türkiye’de durum nedir, sözü yine Akarsoy’a bırakalım (özetleyerek aktarıyorum): Otomotiv firmalarının, dünya araç üretiminin ülkelere göre dağılımında öne çıkan ABD, AB15 ülkeleri ve Japonya’daki üretim tesislerini (Fraunhofer Sistem ve İnovasyon Araştırmaları Enstitüsü’ne göre üretimlerinin tahminen yüzde 80’ini) yeni coğrafyalara kaydırmaları sektörün ülkemizdeki geleceği açısından da çok önemlidir. Zâten, Türkiye’nin son yıllarda otomotivde bir üretim merkezi hâline gelmesi de, yabancı firmaların bu yöndeki kendi dünya stratejilerine bağlı bir olgu olarak gelişmiştir. Türkiye’deki başlıca otomotiv firmaları [daha doğrusu bu firmalarda etkin olan unsurlar], mâliyetleri aşağı çekebilmek için ürün geliştirmede de belli bir aşamaya gelmek zorunda olduklarını öne sürerek [ve bunu, global stratejiyi belirleyen yabancı ortağa da kabul ettirerek] "iyi üretebilme" konusunda beceri kazanmışlardır. Ancak, gelinebilen teknoloji yetenek düzeyi ve üretim ölçeklerinden kaynaklanan nedenlerle, önümüzdeki yıllarda, ülkemizdeki üretim tesislerinin de Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin gibi ülkelere taşınması söz konusudur. Dolayısıyla, sadece "iyi üretebilmek", üretim tesislerinin Türkiye’de kalması için yeterli olmayacaktır. Üretim merkezi olma özelliğini korumak için bile ARGE’ye, Türkiye’nin bu sektörde çok daha fazla kaynak ayırması gerekmektedir. BİR KISIM ARAŞTIRMACILAR ERKEN ÜN VE GELİR PEŞİNDE Kök hücre mucizesine erteleme mi? Güney Kore’deki kök hücre rezaleti, umutları söndürdü mü? Hayır! Kök hücre araştırmacılarının vurguladığı gibi, bu çalışmaların tıp dünyasında büyük ufuklar açacağı su götürmez bir gerçek. Gelgelelim, bu düşün ne zaman gerçeğe dönüşeceği meçhul. Kök hücre bilimi tutarsız iddialar, kısır bulgular ve aceleci hekimlerin hiç de yabancısı değil. Tüm kanıtlanmayan insan üzerindeki "ciddi" araştırmalara rağmen, deneylerini insanlar üzerinde yapmalarını engellemiyor. Şimdilerde AB ve Avrupa’da ve Türkiye’de klinik deneyler almış başını gidiyor. Kimi hastaların kalp işlevinde birtakım gelişmeler kaydedilse de, bu gelişmenin yeni kalp dokusu oluşturan aktarılmış hücrelerden kaynaklandığı yönünde somut bir kanıt yok. yeoni Kim, sekiz yaşında iken, geçirdiği trafik kazası sonucunda felç oldu. Bilim dünyasının Güney Koreli yıldızı Woo Suk Hwang, günün birinde çözüm getirebilecek kök hücreler elde etmek için kendisinden deri hücreleri alınmasına izin verip vermeyeceğini sorduğunda, hemen evet dedi. TEDBİRLERİ TERSİNDEN OKUYABİLMEK... Yer değiştirmeler, belirtildiği gibi, terk edilen bölgelerde toplumsal bir tepki de yaratmıştır. AB15 ülkeleri ve ABD’nin, ilk bakışta istihdam sorunları nedeniyle; ama, daha ziyâde, yüksek katma değer yaratan ARGE faaliyetlerinin de coğrafya değiştireceği endişesiyle tedbirler ürettikleri görülmektedir. Bu ülkelerin kendi durumlarından yola çıkarak ürettikleri bu tedbirleri Türkiye tersinden okuyabilme becerisini göstererek, ARGE faaliyetlerini de ülkemize çekecek politikalar üretebilecek ve uluslararası sermaye açısından bir câzibe merkezi olmayı başarabilecek midir? Bu sorunun yanıtı bugün için olumsuzdur. Avrupa otomotiv firmalarının, ABD ve Japon firmalarından farklı olarak, coğrafya değiştirme meselesinin ötesinde, son derece yaşamsal teknoloji meseleleri de vardır. Bunlardan birincisi, teknolojik değişim sürecinde rolleri giderek artan bilim dallarından Avrupa otomotiv sanayiinin nasıl yararlanabileceği; ikincisi, kısa vâdede rekabet gücü artışı sağlayacak ufak buluşların, uzun vâdede enerji ve çevre gibi sorunların çözümlerinde sıçrama sağlayacak devrimsel buluşların nasıl tetikleneceğidir. Avrupa’nın otomotiv firmaları bu meselelerin üstesinden gelebilmek için AB’nin çerçeve programlarından da yararlanarak, ortak ARGE yapmaya yönelmişlerdir. Türkiye, 6’ncı Çerçeve Program’a katılmıştır; 7’ncisine de büyük ihtimalle katılacaktır. Ama, Türkiye’nin bu programlardan yararlanabilme imkânı ön hazırlıklarının yeterlilik düzeyi ve kendi ARGE yetenek düzeyiyle sınırlıdır. Bu bakımdan, AB’ye katılım sürecinin ek bir yarar sağlaması da, otomotiv sanayiimizin ana aktörlerinin (kamu, üniversite, sanayi) Avrupa’nın kendi teknolojik sorun düzeyi ile Türkiye’nin bulunduğu ARGE düzeyi arasındaki açığın yol açacağı sonuçları kavrayabilme kapasiteleriyle sınırlı kalacaktır. H 2003 Nisan’ında Kim, kendisini hastanede görmeye giden Hwang’a, "Yeniden yürüyebilecek miyim" diye sorduğunda Hwang’ın yanıtı, "Bu konuda sana söz veriyorum" oldu. Hwang’ın bu sözü, başından beri kuşkuyla karşılandı. Hwang, Kim’in de aralarında olduğu, on kişiden topladığı deri hücrelerinden klonlanmış embriyonik kök hücreler İKİ TEMEL SORUN... Küreselleşme ve AB’ye katılım süreci verili koşullar olarak dikkate alındığında, otomotiv sanayiimizin geleceğinin belirlenmesinde ‘ARGE yeteneğimizin’ etkin bir rol oynayacağı görülür. Ama, burada iki temel sorun vardır: Birincisi ölçek sorunudur. Her ne kadar modüler ve esnek üretim tekniklerindeki gelişmeler, ölçek ekonomilerinin etkisini azaltmışsa da, hâlâ, otomotivde, özellikle ana plâtformu oluşturan parça ve sistemlerde ARGE’ye yönelme kararını firmanın üretim büyüklüğü belirlemektedir. Türkiye’nin iç pazar büyüklüğüne de bağlı olan bugünkü üretim hacmi belli alanlarda ARGE çalışmalarına girmeyi engellemektedir. İkincisi yetişme sorunudur. Türkiye, inovasyon yeteneği açısından, Avrupa ülkeleri arasında en sonda gelmektedir. Üstelik AB, ARGE’de ABD’nin de gerisindedir. Türkiye, gelişmiş otomotiv sanayilerine sahip ülkelerle arasındaki ARGE ve inovasyon açığını nasıl kapatacaktır? Bu konuda verilmiş bir karar; izlenen bir strateji yoktur. Akarsoy’un bize tekrar hatırlattığı çözüm önerilerini de iki hafta sonra aktararak konuyu noktalayacağız. http://www.inovasyon.org 996/8 22 Nisan 2006