Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Salgın Hastalıklar GönüldenBilime Ahmet İnam Kuş gribi virüsü Çin kökenli Bilim adamları Çin’in güneydoğusundaki Qinghay gölünde bulunan virüsün, Türkiye’de görülen kuş gribi virüsüyle aynı genetik özelliklere sahip olduğunu düşünüyor. hantou Üniversitesi’nde gerçekleştirilen bir araştırma, H5N1 virüsünün güneydoğu Çin’de on yıllardan beri varlığını sürdürdüğünü ortaya koydu. Geniş kapsamlı genetik analizler sonucunda virüsün başlıca kümes hayvanlarında yayıldığı anlaşıldı. Analizler öte yandan virüsün Türkiye’ye canlı kuşlarla ulaştığını da göstermekte. Yi Guan ile çalışan ekip ve Xiamen ve Hong Konglu bilim adamları, virüsün ancak güneydoğu Çin’de kontrol altına alınmasıyla durdurulabileceği konusunda hemfikirler. Araştırma sonuçlar Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinde yayımlandı. Neredeyim Felsefede? Önce beni öven, sevdiğini söyleyenler için bir şeyler söyleyeyim. Ne yapmaya çalıştığımın iyi anlaşıldığını sanmadığım için, bu övgülerin de çok anlamlı olduklarını düşünmüyorum. Övenlerin çoğu da zaten felsefeden anlamıyorlar. Dolayısıyla da beni övmeleri bir felsefeci olarak değildir. Belki bir Karagöz olarak övüyorlardır; belki de meddah olarak övüyorlardır. Belki de sadece Türkiye’de yaşayan bir kültür insanı olarak övüyorlardır. Olmadı, suratımızı beğenmişlerdir filan da, onun için övüyorlardır. Bu övgülerin yazdıklarımın içeriğiyle ilgili olmadığını, dolayısıyla onların övgülerinin, onlardan özür dileyerek, çok da anlamlı olmadığını düşünüyorum. Yerenlere gelince, yerenlerin bir kısmının beni anlamadıklarını düşünüyorum. Beni yerenler arasında farklar var. Mesela, bunların bir kısmı beni bir akademisyen olarak görüp "Yahu, bir felsefecinin bu tür laflar etmemesi gerekir"; "Bu türden etkinliklere girmemesi lazım"; "Bu türde yazılar yazmaması gerekir" diye yeriyorlardır. Ama ben oralarda bir felsefeci olarak dolaşmıyorum. Benim bir felsefeci olarak görünmem, daha çok bir meslek sahibi olmakla ilgilidir. Felsefe üzerine konuşurken girdiğim tavırların laubaliliğinden dolayı beni yererlerse, o anlamlıdır. O yermeyi haklı bulurum ve haklı oldukları noktalar da vardır. S farklı kökler geliştirecek kadar da varlığını sürdürdüğünün bir kanıtı olduğunu söylüyor. YENİ ALT TÜRLER Bu kökler daha sonra komşu bölgelere yerleşmişler. Vietnam ve Tayland’daki virüsler, Guangdong’dakilerle örtüşmekte. Vietnam’daki virüslerde ise peş peşe Guangxi’den gelen kalıtım özellikleri saptanmış. Araştırma sonuçları Çin yetkililerinin, virüsün aynı anda farklı bölgelerde ortaya çıkabileceği ve kökenin mutlaka belli bir bölgeye ait olması gerekmediği iddialarını çürüttü. Ayrıca karakteristik motiflerin varlığı da virüsün başlıca bulaştırıcıları göçmen kuşlar olmadığını göstermekte. New Scientist dergisine konuşan, Hong Kong Üniversitesi’nden Malik Peiris, virüsün Yunnan’da yeniden ortaya çıkmasıyla yeni alt türlerin geliştiğini düşünüyor. Ancak her bölgede tek bir virüs biçimi görülmekte. Bununla birlikte yabani kuşların da rolü yok değil. Bilim adamları, Guangdong ve Hunan arasında bir sınır oluşturan, Jiangxi bölgesindeki Poyang gölünde yaşayan ve sağlıklı gibi görünen altı yaban ördeğinde H5N1 virüsü saptamışlar. KENDİMİ ANLATAMAMA SORUNU Ama ben aşk üzerine konuşurken, bu konuşmayı bir felsefeci olarak yapmıyorum. Bu daha çok benim edebiyatçılığımla ilgili bir şey. Kaldı ki edebiyatla olan ilişkim felsefeden çok önce, daha 1516 yaşlarındayken dergilerde yazmamla başlar. Söylediklerimin, yazdıklarımın çoğu edebi denemelerdir. Yazdığım kitapların çoğu da edebiyattır. O kitapları "felsefe" diye yutturduğumu da sanmıyorum. Eğer beni öyle eleştiriyorlarsa, o eleştiriler doğru değil. Ama beni felsefi tavrımla ilgili olarak eleştiriyorlarsa, orada benle ilgili bir sorun var; bu henüz kendimi anlatamamış olmakla ilgili bir sorun. Beni eğer Batı’daki bir takım kalıplara koyarak eleştiriyorlarsa, "işte postmodernist!", bilmem ne diye, bu yanlış. Çünkü, hangi izleğin ardında olduğumu çok iyi bildiklerini sanmıyorum. Beni Heidegger çizgisinde, Levinas çizgisinde veya bir fenomenolog olarak görüp onların peşlerinden gitmeye çalışan, ama onu da beceremediği için işi meddahlığa vurmuş biri olarak görüp eleştiriyorlarsa, bu yanlış bir şeydir. Çünkü ben böyle bir şeyi felsefe yazılarımda yapmadım. Felsefe yazılarımda henüz Batılı düşünürlerle hesaplaşmadım; onları kritik bir bakış açısıyla gözden geçirmedim. Oysa ben bu kültürden açılan bir kapıdan yürümek istiyorum ve bu yürüyüşte yalnız olduğum için, şaşkın görülüp, birçok eleştiri okunu çekmem anlaşılır bir şeydir. Ama bu, bilerek kendimi maruz bıraktığım bir şeydir ve bu tarz eleştirilere de söyleyeceğim bir şey yoktur. "Bir şey" deniyorum ben. Takla atmayı denerken, "Beceremedi", "Atamadı", "takla böyle atılmaz, çünkü atalarımız şöyle atıyorlardı" diyerek eleştirenler var; ama ben "şöyle de takla atılabilir" iddiasında bulunan, ama henüz o taklayı atamamış biriyim. Taklayı attığım zaman da bir sürü insan yine beğenmeyecek. Yerenlerime o açıdan da teşekkür edebilirim. Hepsini de okuduğumu söyleyemem. Yerenlerimin bir kısmından da hoşlanmadığımı söyleyebilirim. Bu eleştiriye kapalı olduğum anlamına gelmiyor. Çünkü beni yerenlerin bu belki bir hüsnükuruntudur, kendimi aldatıyor da olabilirim ama beni anlamadıklarını düşünüyorum. Ama tabii bu bir kaçış da olabilir. Onun için bana dair söyledikleri bana yararı olacak şeyler değil. Fakat hem yerenleri hem övenleri saygıyla selamlıyorum. YÜZDE 2’Sİ VİRÜSLÜ Bilim adamları Ocak 2004 ve Haziran 2005 tarihinde 13.000 göçmen kuş ve 50.000 kümes hayvanından alınan örnekleri GÖÇMEN KUŞLAR Bu örnekler geçen yılın Ocak ve Mart aylarında alınmıştı ve daha sonraları 1700 km. batıdaki Qinghai gölünde bulunan virüslerin genlerini içermekte. Peiris bu virüsün bir olasılıkla Türkiye’de görülenle aynı olduğunu sanıyor. Araştırma ekibi öte yandan, Poyang’da bulunan virüslerin ördekleri uçamayacak kadar hastalandırıp hastalandırmadığını da kontrol etmiş. Bu amaçta yavru ördeklere virüs aşılanmış. Webster’in açıklamasına göre hayvanların çoğunda çok hafif hastalık belirtileri ortaya çıkmış bir çoğu kısa bir süre sonra iyileşmiş. Bu da göçmen kuşların virüsü uzak mesafelere taşıyabileceklerini kanıtlamakta diyor Peiris. Araştırmadan çıkan diğer önemli bir bulgu da H5N1 virüsü antikorlarının, diğer varyantlarla kolay kolay kaynaşmadığına dayanmakta. Bu da insanlara veya hayvanlara yapılacak bir aşının sadece tek bir virüs kökünden koruyacağı anlamına gelmekte. (n.ö.d.) 987/11 18 Şubat 2006 CAMİ AVLUSUNA BIRAKILMIŞLAR Benim gibi insanlar cami avlusuna bırakılmış çocuklardır. Gerçi o cami avlusundan Cemal Yıldırım olsun, Teo Grünberg olsun bizi almış. Onların da cami değil, birer karakol olduğunu düşünüyorum; ayrıca Nermi(Uygur) Hoca, mesela, saygıyla andığım. Bu insanlar bizim ustalarımızdı, ama hiçbirinin evinde oturamadığımız için öyle cami avlusunda kaldık. O cami avlusuna bırakılan, yetiştirme yurtlarında büyüyen kişiler bir aile sevgisi alamadığı için sevgiye aç olur. Gerçi Takiyettin Mengüşoğlu’nun ilgisini hep görmüşümdür; ama onun da sonuçta evine fazlasıyla giremedim. Çocuk yuvasında yetiştiğimiz için böyle aile ortamları da bana hep bir huzursuzluk verir. Masasına oturunca çatal kaşık tutmayı bilmediğimiz için "elimizle yemeyelim" diye doğru dürüst yemek de yiyemedik. Dolayısıyla onların masasında da oturamadığımız için şaşkın olduk. Fakat, yaşım ilerledikçe bu şaşkınlığın bir olanak olduğunu düşünmeye başladım. İyi ki öyle olmuşum; bunun sonucu olarak farklı bir yolda yürünebileceği vehmine kapılıp yürümekteyim. Tabii, Aristoteles gibi düşünmek lazım: Henüz ölmedik, hala yaşıyoruz ve can çıkmadıkça da neler yaptığımızı anlamak zor. Bunu ben bile anlayabilmiş değilim. Şu anda yüzlerce yayınlanmış yazım olduğu gibi, yayınlanmamış, dosyalarda duran bir sürü yazım var. Bu durumda ben de ne yaptığımı çok iyi bilemiyorum. Yapmış olduklarıma bakarak nerede olduğumu anlamam da zor. Onun için de yazdıklarımı okumuyorum.(Eleştirmenlerime yüklüce bir malzeme armağan etmiş oluyorum bu yazımla...) incelemişler. Bu dönemden sonra örnek toplanması Çin hükümeti tarafından yasaklanmıştı. Bilim adamlarının açıklamalarına göre pazarlarda satılan sağlıklı ördek ve kazların %2’sinde virüs saptanmış. Virüsün genetik yapısı, Guandong, Hunan ve Yunnan arasındaki bölgelerde çok az farklılık gösteriyordu, fakat zamanla coğrafi farklılıklar ortaya çıkmış. Bu virüslerin ortak kökeni Guandong bölgesinde görülen bir virüse uzanmakta. Guandong ve komşu Guangxi ve Hunan bölgelerindeki en büyük genetik çeşitleme, virüsün bu bölgelerde uzun süredir varlığını sürdürdüğünü göstermekte. Araştırmaya katılan bilim adamlarından biri olan Robert Webster, bu durumun, virüsün bu bölgelerde ortaya çıktığını ve