Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
BİLİM TARİHİ GÖNÜLDEN BİLİME Ahmet İnam Atatürk’ün Üniversite Anlayışı Atatürk’ün yabancı bilim insanlarını Türkiye’ye davet etme düşüncesi, Almanya’da Nazilerin, Yahudi veya sosyalist bilim insanlarını ülkelerini terk etmeye zorlamalarından daha önce oluşmuş bir düşünceydi... Osman Bahadır bahadirosman@hotmail.com Kadro değişimiyle birşey değişmeyecek. Üniversitenin ne olduğunu, kültürümüzle ilişkisini sorgulamak gerekir. Bu kısır çekişmeler beni üzüyor. Eğitime yazık oluyor. Geleceğin Türkiye’sini oluşturacak insanımıza ayıp oluyor. Eğitimde Sorular Türkiye’de, eğitişim kavramını ilk kez dillendiren bir bilim adamısınız. Eğitim yerine başka bir kavramkelime kullanma ihtiyacını hissetme sebebiniz nedir? Öğretirken öğrenemeyen öğretemez. Eğitim, karşılıklı bir dönüşümdür. Karşılıklılığın olmadığı bir eğitim bir zulumdür. Bir öğretiyi karşınızdakine dayatmadır. Bir ruha öğreti giydirmedir. Buna öğretileme diyebiliriz. Eğitişim, eğitim etkinliğinde bulunanların birbirlerine yakışan tavırlarıyla oluşturulur. Ülkemizde masaya yatırılan tüm sorunlara getirilen çözüm önerilerinden ilki, genellikle ‘önce insanlarımızı eğitmeliyiz’ şeklinde olmaktadır. İnsan nasıl eğitilir ? Eğitim bir ortam işidir. Alt yapı gerektirir. Eğitimin yalnızca malumat verme olduğunu sanmak yanlış. Eğitim bir hayat tarzıdır. Eğitilen insanın dönüşmesi ile gerçekleşir. İnsanlara yol gösterebilirsiniz, ama bu kılavuzluğu yolda bizzat yürüyerek yapmanız gerekir. Bir ülkenin geleceğe taşınabilmesinin ana kriterlerinden birisi şüphesiz, o ülkeyi geleceğe taşıyacak insanlara hayat vermektir. Bu anlamda gençlerin yaşadıkları topraklara, kendilerinden bir şey katabilmeleri için, eğitim sürecinde izlenilmesi gereken yol ya da sistem ne olmalıdır? Onlara insanın sahip olmaya çalıştığı yüksek değerleri yaşayabileceklerini göstermektir. İyilik, sevgi, dostluk, evrendeki yaşama saygı ve katkı, hakikat aşkı, öğrenme tutkusu bu değerlerden birkaçıdır. Onlara insanın ve dünyanın güzelleşebileceği umudunu vermek, bu umudu gerçekleştirebilmeleri için çok ama çok çalışmaları gerektiğini örneklerle anlatabilmektir. Basma kalıp düşüncelerin, ucuz çözümlerin uzağında kalıp kendi ruhlarının efendileri olmaları gerektiğini örneklerle gösterebilmektir. Eğitişim kavramı bugün bilişim teknolojilerinin yaygınlaşmasıyla birlikte Milli Eğitim Bakanlığı da dahil olmak bir çok kurum, kuruluş ve kişi tarafından benimsenir hale geldi. Belki bir çok yerde farklı anlamlarda kullanılabiliyor. Ancak, bu kavramın adeta sahibi olarak sizin hedeflediğiniz neydi? Eğitişim mekanik bir süreç değildir. Bilinç düzeyi yüksek, bilgi aşığı insanların bir muhabbet olarak gerçekleştirecekleri bir şeydir. Eğitimin zulüm olduğu yerde, eğitişim bir muhabbettir. Bu kavramı teknik hale getiren arkadaşlara sözüm: Eğitişmeninin (eğitişim ile uşğraşan kişidir,eğitişmen) olmadığı yerde eğitişim olmaz. Önceden buyrulan yöntemlerle de olmaz. Eğitişimin ana unsurlarından biri olan eğiticilerin ‘öğrencisinden de bir şeyler alan insan’ kıvamına gelmesi için yapılması gerekenler nedir? Eğiticinin hep öğrenci kalması. Karşılıklı bilgi alışverişini yaşama sevincini kaybetmeden sürdürecek eğitimciler ve öğrenciler için öncelikle ekonomik vs. şartların düzeltilmesi gerekmiyor mu? Mevcut şartlarda iyi doğru ve güzel için neler yapılabilir? Yukarıda söyledim. Eğitim, alt yapısı olmadan, ekonomik, sosyolojik, kültürel, ahlaksal, kültürel koşulları oluşturmadan, sağlanamıyor, yeterince. Bir de eğitişim erbâbı olmaksızın. Bugün gündemin başlıca konusunu oluşturan YÖK tartışmalarına bakışınız nedir? Üniversitelerin yönetim kademesinin değiştirilmesi, üniversiteleri bilim yuvalarına dönüştürmeye yeterli olacak mı? Üniversitenin olması gerekene dair düşünceleriniz nelerdir? Kadro değişimiyle birşey değişmeyecek. Üniversitenin ne olduğunu, kültürümüzle ilişkisini sorgulamak gerekir. Bu kısır çekişmeler beni üzüyor. Eğitime yazık oluyor. Geleceğin Türkiye’sini oluşturacak insanımıza ayıp oluyor. Eğitimin içeriği şekillendirilirken toplumun durması gereken ya da şekillendiricilerin toplumu koymaları gereken yer neresidir? Toplum bu şekillendirmeye neler katabilir? Eğitim kahvedeki insanı ne kadar ilgilendirir veya ne kadar ilgilendirmelidir? Eğitim eninde sonunda kahvedeki insan içindir. Ama o insanın dünyasını ufkunu genişletecektir. Eğitim kahvenin dışındadır. Eğitim, kahvedeki insanı tanıyacak, onun yaşamına eğilecek, taleplerini dinleyecektir. Sonunda ona kahvesinin daha farklı, bildiğini sandığı şeylerin yanlış olabileceğini gösterecektir. Kahvesini, dünyayı, insanı kavrayışı değişecektir. Okul kahvede, kahve okulda can bulacaktır. C enevre Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Albert Malche, İstanbul Darülfünunu’nda yapılacak reform hakkında incelemelerde bulunarak, rapor hazırlamak üzere 1931 yılında hükümet tarafından Türkiye’ye davet edilmişti. 16 Ocak 1932 tarihinde İstanbul’a gelen Prof. Malche, çok kapsamlı incelemelerinin sonucunda hazırladığı "İstanbul Darülfünunu Hakkındaki Rapor"unu bitirerek, 1 Haziran 1932 tarihinde Ankara’da Milli Eğitim Bakanı Esat (Sagay) Bey’e sundu. Prof. Malche’ın raporu hükümet tarafından incelenirken, aynı zamanda Atatürk de raporu okuyarak dikkatle gözden geçiriyordu. Atatürk raporda önemli gördüğü noktaların altını çizdi ve ayrıca gerek gördüğü konularda bazı görüşlerini kısa notlar halinde yazdı. Atatürk’ün bu görüşlerinden bugünkü dilimize uyarlayarak aşağıya almış olduğumuz pasaj, onun üniversite anlayışını göstermesi bakımından önemlidir. Atatürk bu pasajda şunları söylemektedir: SORUN: BİR KÜLTÜR PLANI "...Okuduğumuz rapor bir bakıma güya Türkiye’de bir yüksek öğrenim kurumu kurmak için önerileri içeriyor; Oysa gerçekte bütün Türkiye’de bir kültür programının ne olmasına, nasıl olmasına işarettir. O halde bizim için İstanbul Darülfünunu’nu ne yapalım diye bir sorun yoktur. Bizim için, "bütün Türkiye’de nasıl bir kültür planı yapalım?", sorun budur. İşte biz, yalnız ve ancak biz, bu karmaşık sorun karşısındayız ve onu mutlaka çözmek zorundayız. Bu sorun açık biçimde çözülmedikçe İstanbul Darülfünunu’nun ıslahından bahsetmek ayıptır, abestir, anlamsızdır. Şimdi bu son ve önemli sorun ile uğraşmak ve onu sonuçlandırmak zorunda bulunan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, bütün uygar dünyadaki düşünsel, bilimsel okul faaliyetleri hakkında en son ve yeni uzmanlıklardan yararlanma gereği kanısında ise ve bunu yüksek çağdaş olgunlaşmalara karşı bir zorunluluk olarak düşünüyorsa –ki bence böyledir–, o halde bu raporun sahibi olan profesörü, fakat yalnız bunu değil, Almanya’nın, İngiltere’nin, Amerika’nın bilim dünyasında yüksekliği tanınmış profesörlerini Türkiye Cumhuriyeti’nin idare merkezi olan Ankara’ya davet etmek ve onları orada toplamak için hiçbir fedakarlıktan çekinmez. Esas bakış açıları Ankaralı olsun. Davet olunan alimler bu yüksek milli bakış açısını mutlaka takviye edeceklerdir. İşte ondan sonra yukarıda bahsettiğimiz kültür programı saptanmış bulunacaktır. Ondan sonra Darülfünun yahut Üniversite Türk dediğimiz zaman, hemen arkasından Türk ilkokulları karşımıza çıkacak. Şüphesiz Türk ilkokulları, Türk ortaokulları ve liseleri Türk yüksek topluluğunun istediği niteliklerde yani önem vermeye değer, zekâ, bilim, fen, özetle insanlık kabiliyeti yetiştirdikten sonradır ki, Türkiye’nin şurasında burasında ve her yerinde üniversite enstitülerinden söz edilebilir..." (1) DÜNYANIN EN İYİLERİYLE Bu kısa metinden çok açık olarak görülüyor ki, Atatürk üniversite sorununu, ülkenin genel bir sorunu olarak görmekte ve çözümünü de ulusal kültür ve eğitim sorununun bir parçası olarak ele almaktadır. Ayrıca çok önemli olarak öne çıkan bir başka nokta, Atatürk’ün dünyanın en iyi bilim insanlarıyla çalışma isteği, bilinci ve özgüvenidir. Burada gerçekten hem Atatürk’ün bilimin uluslararası niteliğini, değerini ve önemini nasıl derinden kavramış olduğunu görüyor, hem de onun çağdaş uygarlığın ötesine geçme düşüncesinin üniversite ile ilgili olan bölümünü buluyoruz. Diğer yandan Atatürk, Profesör Malche’ın raporunu büyük olasılıkla 1932 yılı Haziran’ında ya da yazında okumuştu. Almanya’da Nasyonal Sosyalist Parti, 23 Mart 1933 tarihinde iktidara geldi. Bu da gösteriyor ki, Atatürk’ün yabancı bilim insanlarını Türkiye’ye davet etme düşüncesi, Almanya’da Nazilerin, Yahudi veya sosyalist bilim insanlarını ülkelerini terk etmeye zorlamalarından daha önce oluşmuş bir düşünceydi. (1) Utkan Kocatürk, "Atatürk’ün Üniversite Reformu İle İlgili Notları", Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 1, 1984, Ankara, s.910. CBT 1026/9 17 Kasım 2006