Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
BİLİM DÜNYASINDAN K I S A KARBONDİOKSİT ORANI REKOR SEVİYEDE Dünya Meteoroloji Organizasyonu’nun Nairobi’deki iklim zirvesinin başlamasından birkaç gün önce Cenevre’de, atmosferdeki karbondioksit oranının 2005 yılında rekor seviyeye ulaştığını açıkladı. Hesaplar, iklime zarar veren gazın 2005 yılında %0.5 oranında arttığını gösteriyor. Uzmanlar, atmosferdeki karbondioksit yoğunluğunun sabit tutulması için halihazırdaki Kyoto protokolünün yetersiz kaldığını söylüyorlar. Raporda ayrıca diğer bir sera gazı olan diazotmonoksit (N2O) oranının da yükseldiği belirtilmekte. Endüstri devrinden bu yana atmosferdeki karbondioksit oranı %35.4, diazotmonoksit oranı %18.2 ve metan oranı ise %154.7 artmış. Daha çok petrol, gaz ve kömürün yakılması sırasında açığa çıkan bu üç gaz, sera etkisinin %88’inden sorumlu. H A B E R L E R çok zarar vermeye başlamıştı. Mesela parazitlerin bulaşması ve çok fazla terleme gibi. Bu nedenle beden kılları zamanla iyice azalmış, insan bunun yerine durmadan uzayan saçlarına bakmak zorunda kalmıştı ki bu da primat uzmanına göre insanın sosyal statüsü için mükemmel bir göstergeydi. Çünkü ilk insanların saçlarını her zaman bakımlı tutabilmeleri için güvenebileceği kişilere ve yardımcılara ihtiyaçları vardı. Barnett, daha sonraları saç bakımında yardımcı olan yakınların ve hizmetkarların yerini berberlerin aldığını ve bakımlı/bakımsız saçların bu yüzden günümüzde bile sosyal statü hakkında bilgi verdiğini düşünüyor. Bilim adamı insanlığın en eski tasvirlerinden biri olan Willendorf Venüs’ünün özenle biçimlendirilmiş saçlarını hatırlatarak, tezini doğrulamaya çalışmakta. Dahası hayalimizde canlandırdığımız pis ve keçeleşmiş saçlı mağara adamı modelinin de gerçeklerle örtüşmediğine inanıyor. macılar ayrıca öncü ve ilk insan kemiklerinin, Neandertal ve farklı evrelere ait üç Homo sapiens kemiklerinin anatomik özelliklerini karşılaştırmış. Mağarada bulunan kemiklerin biçimi modern insanınkiyle aynı. Fakat alçak alın çıkıntısı ve altçenenin belli başlı özellikleri ve her şeyden önce de omuz eklemi Neandertal insanınkiyle örtüşmekte. Mesela kürekkemiği modern insanınki gibi mızrak fırlatmak için uygun değil diyor uzmanlar. Yeni sonuçlar, böylece Neandertal adamının, modern insan tarafından "yok edildiğine" dayanan tezi çürütecek nitelikte. Araştırmacılara göre son bulgular, Neandertal ve Homo sapiens’in çiftleştiğinin kanıtı. SAÇLARIMIZ NİÇİN UZUYOR? Bacaklarımızdaki kıllar yaklaşık iki ay, koltukaltlarımızdakiler altı ay, saçlarımız ise aralıksız olarak en az altı yıl kadar uzamasını sürdürür. Neden? Diğer tüm memelilerde saçların uzaması belli bir boyda dururken, insanlarda durum farklıdır. Bacaklarımızdaki kıllar yaklaşık olarak iki ay, koltukaltlarımızdakiler ise altı ay kadar uzamaya devam ederken, saçlarımız aralıksız olarak en az altı yıl kadar uzamaya devam eder. Bundan bir dizi genetik değişim sorumlu tutulmakta ve bunlardan biri de 240.000 yıl önce meydana gelmiş. Aynı tarihlerde insanlar ateşi kontrol altına alarak, yemek pişirmek ve ısınmak için kullanmaya başlamışlardı. İngiltere Roehampton Üniversitesi’nden Adrian Barnett ise, bu gelişmenin, bedenimizdeki kıllar ve saçlar üzerinde etkili olduğunu düşünüyor. İnsanoğlu ısınma şansını elde ettiği için bedenindeki kıllar yarardan NEANDERTAL VE HOMO SAPIENS AKRABALIĞINDA YENİ KANITLAR Romanya’da bulunan insan ke miklerinin ayrıntılı bir şekilde incelenmesi sonucunda iki insan türüne ait çok sayıda özellik bir arada bulundu. Kemikler, modern insanın Avrupa’ya göç ettiği ve Neandertal soyunun henüz tükenmediği zamana ait Kısa bir süre önce incelenen kafatası, alt çene ve omuz kemiği ve bir de baldır kemiği 1952 yılında Gorj bölgesindeki Pestera Muierii mağarasında bulunmuştu. Mağaranın başka bir bölümünden daha sonra şakak ve ikinci bir baldır (fibula) kemiği daha ortaya çıkarılmıştı. Bir Romen araştırma grubu 2001 yılında kemiklerden ikisini yeniden inceleyip en az 35.000 yıllık olduğunu saptayınca kalıntılar ilgi çekti. Washington Üniversitesi araştırmacısı Erik Trinkhaus, şimdi radyokarbon tarihleme yöntemiyle aynı sonuca ulaştı. Buna göre kemikler üst Paleolitiğin erken evresine ait. Araştır TÜRK BİLİM KADINI PATATES KIZARTMASINDAKİ KANSEROJEN ETKİYİ DÜŞÜRDÜ Mersin Üniversitesi bilim kadını Belgin Erdoğdu, patatesi kızartmadan önce mikrodalga fırınında pişirerek, kanserojen arkilamid maddesinin en az yarı yarıya azaldığını kanıtladı. Mikrodalgada pişen patateslerin kızarma süresi kısaldığı için daha az arkilamid oluşuyor, diyor Erdoğdu. Erdoğdu, Mersin Üniversitesi’ndeki arkadaşlarıyla birlikte patatesleri önce mikrodalga fırınında (850 vat) on ve otuz saniye kadar pişirip, daha sonra 150190 derece kızdırılmış ayçiçek yağı ile kızarttıktan sonra arkilamid ve su oranını ve sıcaklığı ölçmüş. Araştırmacıların sonuçları mikrodalga fırınında pişirildikten sonra kızartılan patateslerdeki arkilamid oluşumunun %60 oranında düştüğünü göstermekte. Türk araştırmacılarının yöntemi çok az zaman gerektirdiği için özellikle de endüstride kullanılması beklenmekte. Arkilamid, nişastalı yiyeceklerin yüksek ısıda fırınlanması, kızartılması ve ızgara edilmesi sırasında oluşmakta. Bu kanserojen maddenin oluşumu 170 santigrat dereceden itibaren başlıyor. Erdoğdu ve arkadaşlarının konuyla ilgili araştırma yazıları Journal of the Science of Food and Agricalture dergisinde yayımlandı. Nilgün Özbaşaran Dede TIP ARAŞTIRMALARI SÜPER BAKTERİYE KARŞI AŞI ETKİLİ OLDU Yeni geliştirilmiş bir aşı maddesinin, metisilin dirençli süper bakteriye (MRSA) karşı iyi bir savunma aracı olabileceği bildirildi. Chicago Üniversitesi araştırmacıları, farelerle yaptıkları deneyler sonucunda aşının çok farklı MRSA türlerinden koruduğunu kanıtladılar. MRSA insanda ölümcül enfeksiyonlara neden olmakta. Uzmanlar, son zamanlarda bulaşıcı MRSA köklerinin artması yüzünden buluşun çok önemli olduğunu söylüyorlar. Çünkü hastanede tedavi olmak zorunda kalan ve bağışıklık sistemi zayıf olan hastaların MRSA (Metisilin dirençli Staphylococcus aureus) bakterisi kapma olasılığı her zaman yüksektir. Olaf Schneewind ile çalışan ekip, sekiz farklı S.aureus kökünün paylaştığı sekiz farklı genetik kodu incelemiş. Bu genetik analizler sonucunda sekiz kökün hücre yüzeyinde görülen 19 protein bulunmuş. Araştırmacılar daha sonra bu proteinlerin ne gibi bağışıklık reaksiyonuna neden olabileceğini test etmişler. Test edilen 19 protein arasından en güçlü bağışıklık reaksiyonuna yol açan dördü seçildikten sonra, tek bir aşı maddesinde kombine edilmiş. Ve bu kombinasyon farelere aşılanmış. Üç hafta sonra farelere farklı MRSA türleri verilmiş. Aşılı farelerin tümü hayatta kalırken, kontrol grubundaki farelerin %65’i öldü, diyor araştırmacılar. Hastanelerde bulaşan USA100 kökünü taşıyan fareler sadece 36 saat içinde ölürken, aşılı farelerin %60’ı hayatta kalmış. New Scientist’teki habere göre Amerika’da MRSA yüzünden her yıl 12.000 hasta yaşamını yitirmekte. CBT1026/4 17 Kasım 2006