Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ZÜMRÜTTEN AKİSLER A.M. Celal Şengör de yararlı olabilir diyor araştırmacılar. Bu rahatsızlıklara, uyku bozukluğu, beslenme bozukluğu, şişmanlık ve depresyon da dahildir. olarak 10.000 gene sahip. Fakat çok az genin işlevi bilinmekte ve arı DNA’sının sadece 300 milyon harfi okunabilmiş henüz. Ancak ilk analizlere göre, balarısının kalıtımı, bugüne kadar kalıtımları çözülen diğer böceklere göre daha yavaş gelişmiş ve koku duyusu için çok sayıda gen var. Bu da balarısının, sirkesineği veya sivrisineğe göre çok daha iyi koku alabildiğini göstermekte. Fakat bilim adamları Genom Research dergisindeki yazılarında, tat duyularının daha zayıf olduğunu söylüyorlar. Balarıları mükemmel koku duyularından iletişim, konumlama ve besin arayışı için yararlanıyorlar. Science dergisindeki diğer bir yazıda ise balarısının kalıtımı sayesinde Batıya özgü balarısının, Afrika kökenli olduğu ve buradan birbirinden bağımsız iki koldan Avrupa’ya yayıldığının anlaşıldığından söz edilmekte. Fransız doğa bilimcisi Peder Soulavie’ye yazdığı bir mektupta Franklin’in kıtaların daha ağır bir akışkan içinde yüzüyor olmaları anlamına gelen izostazi fikrini de ilk kez dile getirmiş olduğunu hayretle gördüm. BALARISI, İNSANA SANILANDAN DAHA ÇOK BENZİYOR Ben Franklin’in Dünya Modeli Benjamin Franklin’i tanır mısınız? Onsekizinci yüzyıla damgasını vurmuş olan en önemli kişiliklerden biri olan Franklin’i dünya genel olarak paratoneri icat etmiş olması ve Amerika Birleşik Devletleri Bağımsızlık bildirgesine imza koyanlardan biri olarak tanır. Ömrü boyu kendisini sadece "matbaacı" olarak tanıtmış olan bu büyük insanın neredeyse her sokağında damgasını taşıyan Philadelphia şehri bu yıl Amerika Jeoloji Cemiyeti yıllık toplantısına ev sahipliği yaptı. Ben de bu bahaneyle bu tarihi şehri görmek imkânına kavuştum. Philadelphia’ya gidince önce nereye gidilir? İlk iş faytonla küçük bir şehir turu attım. Faytoncu beni faytonuna binmeden önce bir imtihan etti: "Philadelphia ne anlama gelir, biliyor musunuz?" "Birader sevgisi beldesi" cevabıma da çok hayret etti. (Bu isim İncil’den alınmıştır). Ben de kendisine orijinal Philadelphia’nın nerede olduğunu bilip bilmediğini sordum; adamcağız "orijinal" bir Philadelphia’yı hiç duymamıştı. "Batı Türkiye’de Alaşehir, orijinal Philadelphia’dır" dedim. "İlk Hristiyan merkezlerinden olduğundan İncil’de adı geçer ve bu şehrin adı da oradan alınmıştır. (Ama bunu bugün bizzat pek çok Alaşehirlinin bile bildiğini sanmadığımı söyleyip kendisini biraz rahatlattım.) Önemli bir depreme sahne olduğundan Rönesans döneminin coğrafya kitaplarında tahta kalıp resimleri bile vardır." (Acaba Alaşehir’de bu tahta kalıp resimlerden hiç var mıdır? Meselâ belediye başkanlığı odasında böyle bir resim asılı mıdır?) Faytoncum Jim beni iyice dolaştırdı. Bağımsızlık Evi, Felsefe Konutu gibi binaların yanında ABD’nin kurulmasına katkı yapan bazı önemli kişilerin evlerini ve bu arada Özgürlük Çanı’nı da gördük. 18. yüzyıldan kalan evlerin cephelerinin dar olmasının nedeninin, aynen Amsterdam’da olduğu gibi, emlak vergisinin cephe genişliğine ve pencere sayısına bağlı olarak hesap edilmesi olduğunu da öğrendim. Sonra yabancı üyelerinden olduğum Amerikan Felsefe Cemiyeti’ne gittim. Daha önce oraya gitmemiş olduğum için, üye defterini imzalayıp, üyelik diplomamı alamamıştım. Bu işi bitirip, Felsefe Konutunda bulunan Prenses Daşkova ve Benjamin Franklin konulu sergiyi gezdim. Mâlum, Prenses Daşkova, Çariçe Büyük Katerina zamanında Rus Bilimler Akademisi başkanlarından olup Aydınlanma Çağının önemli simalarından biridir. Franklin’le Paris’te tanışmış, kendisini Rus Bilimler Akademisi yabancı üyeliğine seçtirtmiştir. Daha sonra Prenses Daşkova da Amerikan Felsefe Cemiyeti yabancı üyeliğine seçilmiş, Franklin ile dostluğu ömür boyu sürmüştür. Sergiyi bana gezdiren sorumlu, benim aynı zamanda Rus Bilimler Akademisi yabancı üyesi olduğumu öğrenince pek sevindi, "sizin gibi birkaç üyemiz daha var" dedi. Ben de Philadelphia’da kaldığım sürece Franklin hakkında bilgi topladım, bir sürü kitap aldım. Orijinalleri bugün Yale Üniversitesi kütüphanesinde saklanmakta olan yazışmalarını gözden geçirirken büyük Fransız doğa bilimcisi Peder Soulavie’ye yazdığı bir mektupta Franklin’in kıtaların daha ağır bir akışkan içinde yüzüyor olmaları anlamına gelen izostazi fikrini de ilk kez dile getirmiş olduğunu hayretle gördüm. Bu akıllı adam, dünyanın oluşumunu bir birikim süreci olarak görüyor ve merkezde doğal olarak en ağır cisimlerin bulunması gerektiğini düşünüyordu. Franklin’e göre merkezde aşırı sıkışıklıktan dolayı yoğunluğu "altının çok üzerinde olan" hava bulunuyordu. Daha hafif olan cisimler dünyanın birikmesi esnasında yüzeye kaçarak kabuğu oluşturmuşlardı. Bu kabuk bugün daha ağır bir akışkan üzerinde yüzüyor olmalıydı, zira kayaçlar içinde görülen kıvrımlanma, faylanma gibi deformasyonları tamamen rijit bir küre modeliyle açıklamak olanaksızdı. Ben Franklin’in bu çok önemli keşfi hakkında hiçbir yazı okumadığım için bunu yayımlamaya karar verdim. Yayım yeri olarak da kendi kurduğu Amerikan Felsefe Cemiyeti’nin dergisini seçtim. Philadelphia’daki gezimin bir sonraki durağı Amerikan doğa bilimleri tarihinde çok önemli bir yeri olan Philadelphia Doğa Bilimleri Akademisi oldu. 1812’de kurulan ve bugün muhteşem bir tabiat tarihi müzesi olarak görev yapan bu kuruluşu Ben Franklin görememişti. Ama Akademi Ben’in yarattığı entelelktüel ortamın bir ürünüydü. Bugünkü gerici ABD yönetiminin yakın bir zamanda Ben Franklin ve arkadaşlarının aydınlık dünya görüşüne dönebilmesi ümidiyle Philadelphia’dan ayrıldım. Nilgün Özbaşaran Dede CBT 1025/5 10 Kasım 2006 Kalıtımı çözülen balarısı ve insan arasındaki ortak nokta ilk bakışta tahmin edilenden çok daha fazla. Homo sapiens ve Apis mellifera (Batıya özgü balarısı) karmaşık topluluklar içinde yaşıyorlar ve bu yaşam biçimine bağlı olarak ortaya çıkan iletişim ihtiyacı, yaşlılık, sosyal yaşamı tehdit eden davranışlar ya da enfeksiyon hastalıklarının yayılışı gibi sorunlarla başa çıkmak zorundalar. Balarısı kalıtımının çözülüşü böceklerin sosyal davranışları ve coğrafi kökenleri hakkında yeni bilgiler verecek. Amerikalı bilim adamı George Weinstock ve Gene Robinson yönetiminde elde edilen sonuçlara göre arı ve insan, genlerinin %47,5’unu paylaşıyorlar. Balarısı kalıtımından edinilen bilgiler sayesinde araştırmacılar, zehirlenme, alerji, zihinsel hastalıklar, enfeksiyon hastalıkları, parazitler ve yaşlılık araştırmalarında önemli gelişmeler kaydedilebileceğine inanıyorlar. Sonuçlar ayrıca beslenme ve tarım açısından da önem taşımakta. Tabii arının kalıtımından yararlanabilmeleri için bilim adamlarının önünde henüz uzun bir yol var. Arı, yaklaşık DÜNYANIN EN AĞIR ELEMENTİ ÜRETİLDİ Rus ve Amerikalı bilim insanlarından oluşan bir ekip dünyanın en ağır elementini ürettiğini açıkladı. Sıra sayısı 118 olan henüz isimsiz element, kaliforniyum elementinin elektrik yüklü kalsiyum atomlarıyla çarpışması sonucunda oluşmuş. Ağır atom çekirdeklerinin dağılması sırasında daha önce bilinmeyen diğer bir element (116) daha izlenmiş. Yeni element geçici olarak "Moskowium" olarak adlandırıldı. Yaklaşık olarak 20 trilyon kalsiyum iyonuyla gerçekleştirilen çarpıştırma sonucunda 118 elementinin üç atomu oluşmuş ve bunlar saniyenin binde biri gibi kısa bir süre içinde dağılmışlar. Konuyla ilgili araştırma yazısı "Physcical Review C" dergisinde yayımlandı.