24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

BİLİM TARİHİ HUKUK POLİTİKASI Hayrettin Ökçesiz hayret@akdeniz.edu.tr Atatürk’ün üniversiteleri olsaydı pek çok şeyi çok daha farklı yapardı. Bugün üniversitelerimiz Atatürk’ün üniversiteleri olsaydı yine pek çok şey çok farklı olurdu! Çünkü O’nun üniversitesi koşulsuzdur! Atatürk’ün Üniversiteleri Olsaydı! CBT bir süreden beri Atatürk’ün bir sözünü üçüncü sayfasının ilk sütununda sürekli yayımlıyor. Okudukça yeni bir ufka açılıyorum. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı verirken Atatürk’ün üniversiteleri olsaydı bu uzun yolda nasıl bir olanağa, güce sahip olurdu? diye kendi kendime soruyorum. Neler daha iyi yapılabilirdi, neleri yaşamak zorunda kalmazdık, bugün nereye gelmiş olurduk? Onbinlerce bilimcisi, yüzbinlerce öğrencisi ,onlarca üniversitesi olsaydı o günlerde Atatürk daha neler başarabilirdi! diye düşünüyorum. O günün bir avuç aydınıyla başardığını bugün ama bu bizim üniversitelerimizle başarabilir miydi? diye de soruyorum doğrusu… Atatürk’ün batan güneşleri vardı ancak: İnsanlık onurunu korumaya en temel haklarını, yaşam haklarını tevazuyla ölüme sunan askerleri vardı… Bu uğurda doğan güneşleri, hep yeniden doğan güneşleri de olsaydı binlerce, onbinlerce. Cesaretle aklı, vicdanı aydınlatsalardı, nasıl bir ülkenin insanları olurduk! Atatürk bugün yok! Atatürk’ün olsaydı dediğimiz üniversiteleri de yok! Bugün yeniden bir ulusal kurtuluş savaşını ancak Atatürk’ün diyebileceğimiz üniversitelerle utkuyla verebileceğiz. Bu üniversitelerin en yalın ilkesi kuşkusuz Atatürk’ün yukarıda sözünü ettiğim sözüdür. Sayın Bursalı ile bir söyleşimde üniversitelerin, sanki mensuplarının iaşesi için kurulmuş kurumlara dönüştüğünü; toplumda hakikat, adalet, özgürlük, güvenlik, sağlık gibi üstün değerlerimizin geçim ve çıkar kaynağı olarak araçsallaştırıldığını dile getirmiştim. Bu anlayış veya oluşum bir toplumun çıkış noktası olamaz. Üniversitelerimizi de yiyip bitiren yabancılaşma ve çürüme bu uğursuz ruhtan kaynaklanmaktadır. Üstün değerlerimiz iktidar savaşlarının retoriğinde süslemeler olarak kullanılmaktadır. Bunun böyle olup olmadığını, ilgili hukuk normlarının bu değerleri nihai amaçlar olarak görmeye ne denli elverişli olduğunu araştırmakla bilebiliriz. Örneğin üniversite mevzuatının kendisinden beklenene ne denli uygun olduğunu bu yolla ortaya koyabiliriz. Normlarda elverişsizlik uygulamayı kısır bir düzeysizliğe ve anlamsız çekişmelere sürüklüyor. Yargı denetiminin yetersizliği nedeniyle çoğun kanun üstüne çıkılıyor. Yani yol açtığı çürümede kanun da hesabı sorulamayan bir ihlale uğruyor sonunda! 2547 sayılı kanunun lafzı da, ruhu da bu uğursuzlukla maluldür. Üniversitenin ışık yayıp da ulaşamayacağı bir nokta yok gibidir. Üniversitelerimizde 1.5 milyon öğrencinin, yüz bine yakın öğretim elemanının, ülkemizde milyonlarca üniversite mezununun bulunduğu biliniyor. Bu her bir "üniversiteli"nin doğrudan veya dolaylı etki alanını bir tasarlayalım. Biz üniversitelerde işimizi doğru dürüst yapsaydık, bugün daha farklı bir yerde olmaz mıydık? Ama biz neyi yanlış yaptık? Hâlâ sürmekte olan temel yanlışımız, bilimin ve üniversitenin dıştan tanımlanmasına, korkularımız ve çıkar umutlarımız yüzünden izin vermemiz olmaktadır. Kendini tanımlamak cesaret ve bilincinde olamayan bir kurum elbette kendisine yabancı emellerin uygulama alanı olacaktır. Bu duruma düştüklerinde üniversiteler gerçek truva atlarıdır. "Koşulsuz Üniversite" (Paris 2001) adlı yapıtında Derrida şunları söylüyor: "Bu üniversitenin talep etmesi, hatta gerekli kılması ve doyması lazım gelen şey söylenegelen akademik özgürlükten öteye sormanın ve açıklamanın koşulsuz bir özgürlüğü, hatta daha da fazlası: hakikate yönelik bir araştırmanın, bilmenin ve sormanın yararına kamuya açık biçimde söylemek hakkıdır." (Erik Ode, Das Ereignis des Widerstands. Jacques Derrida und "Die unbedingte Universitaet", Würzburg 2006, s. 20) "Bu savdan anlaşılıyor ki, bu koşulsuz direnme üniversiteyi bir dizi iktidar odaklarıyla: devlet, iktisadi güçler (şirketler, uluslararası kapital), medial, ideolojik, dinsel, kültürel vb. güçlerle ve nihayet gelmekte olan ve gelmekte kalan demokrasiyi sınırlayan güçlerle karşı karşıya getiriyor." (a.g.y. s.46) Atatürk ve bilime, bilim insanlarına verilen değer... 1933 Üniversite Reformu çerçevesinde ülkemize gelerek sözleşme imzalayan Alman bilim adamlarına; milletvekillerinden biraz fazla maaş bağlanıyor, 2 yıl içerisinde Türkçe öğrenmeleri bu süre sonunda derslerini Türkçe verebilmeleri ve öğrencilere yönelik Türkçe ders kitapları yazmaları koşulları getiriliyordu. Prof. Dr. Semih Baskan; Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi; msbaskan@yahoo.com C umhuriyet Bilim Teknoloji Dergisi’nin 20 Ekim 2006 tarihli ve 1022 sayısında Prof. Dr. Münir Ülgür, Prof. Dr. Kerim Erim ve Dr. Adnan Adıvar’n Prof. Dr. Albert Einstein ile görüşmeleri hakkındaki yazınız; CBT 2024’te ve Murat Bardakçı’nın 29 Ekim 2006 tarihli Hürriyet gazetesindeki yazıları ile ünlü bilim adamlarının Atatürk tarafından ülkemize davet edilmesi ve Prof. Einstein’ın da Yahudi kökenli Alman bilim adamlarının ülkemizde çalışmaları için yazdığı mektuplar, 1933 yılında Üniversite reformunun yapıldığı dönemi yeniden anımsattı. Türkiye Cumhuriyeti’nin 83. yıldönümünü coşkuyla kutlarken bu eserin gerçek sahibi Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyetin kuruluşunun 10. yılında gerçekleştirdiği üniversite reformu, özellikle günümüzde her geçen gün Reşit Galip: Bugün emdaha bir anlam ve önem kazanıyor. salsiz bir işin yapıldığı İstanbul Darülfünun’un kapatılarak çok önemli bir gün. 500 yerine İstanbul Üniversitesi’nin kurulyıl önce İstanbul fetheması sırasında yaşanan gelişmelerden bugünün Türkiye’sini yönetenlerin çıdildiğinde Bizanslı bikaracağı çok önemli dersler vardır. lim adamları İstanbul’u 1933 yılında yurtdışından gelecek terk etmişti. Çoğu İtalAlman bilim adamlarıyla ilgili İstanya’ya gitti ve Rönesans bul’da yapılan toplantı, bilim tarihi açısından son derece önemli bir köşe taşıİtalya’da doğdu. Bugün dır. Dönemin Maarif Vekili Dr. Reşit ise Avrupa’dan bilim Galip, yapılan toplantının sonunda göadamlarının İstanbul’a rüşlerini şöyle dile getiriyordu: gelmelerinin anlaşmasını imzaladık. EMSALSİZ BİR İŞ CBT 1025 / 16 10 Kasım 2006 "Bugün emsalsiz bir işin yapıldığı çok önemli bir gündür. 500 yıl önce İstanbul fethedildiğinde Bizanslı bilim adamları İstanbul’u terk etmişlerdir. Buna mani olunamamıştı. Bunların çoğu İtalya’ya gitti. Bunun sonucu olarak da Rönesans İtalya’da doğdu. Bugün bunun tam tersi olarak Avrupa’dan bilim adamlarının İstanbul’a gelmelerinin anlaşmasını imzaladık. Bunun ülkemize katkıda bulunacağını ve bir yenilik getireceğini ümit ediyoruz. Siz Avrupalı bilim adamları bize ilminizi, metotlarınızı getirin, gençlerimize ilerlemenin yollarının gösterin, size teşekkürlerimizi ve saygılarımızı sunuyoruz.” (1) Prof. Dr. Philipp Schwartz ise anılarında Maarif Vekili Dr. Reşit Galip‘le görüşmelerin sonucu şöyle yazıyordu: "Unutamayacağımız o yedi saat boyunca olağanüstü bir çalışma gerçekleştirdik. Dışarısı henüz aydınlıktı, vedalaştık. Zürih‘e telgraf çektim. Üç değil otuz bilim adamı için anlaştık diye yazdım" (2). Darülfünun’un kapatılması esnasında öğretim üyelerinin bir kısmının ilişkisine son verilmişti. Edebiyat ve İlahiyat Fakültelerinden 10, Hukuk’tan 14, Fen’den 13, Tıp’tan 18, Eczacılık ve Diş Hekimliğinden 16 Profesör ile 13 Müderris muavini, 73 Başasistan ve Asistan, toplam 157 öğretim elemanı bu kapsama giriyordu.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle