Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAĞLIKLI BESLENME GÜNCEL TIP Dr. Mustafa Çetiner Su Verilen öneriler günde en az 8 bardak (yaklaşık 2 litre) su içmemiz gerektiği yönündedir. İnsan vücudunun yüzde 60’ı sudur ama bütün gün bu suyun önemli bir kısmını kaybederiz ve bu kaybettiğimiz miktar kadar tekrardan su almamız gerekir. ABD Tıp Enstitüsü bu kaybın kadınlarda yaklaşık 2,7 litre; erkeklerde de 3,7 litre olduğunu açıkladı. O halde 8 bardak su günlük su kaybını karşılayamaz. Ama yapılan araştırmada gün boyu içtiğimiz çay, kahve, soda, meyve suları ve alkollü içecekler de göz önüne alınıyor ve en az 8 bardak suyun yeterli olabileceği belirtiliyor. ABD Tıp Enstitüsü’nden, zaten vücudumuzun suya ihtiyacı olduğu zaman bize haber vereceğini açıklaması yapılıyor. Kısacası susadığımızda su içmeliyiz. cetiner.m@superonline.com Bir önceki yazımda özellikle Türkiye gibi ülkelerde yüksek tedavi maliyetleri ve alınabilecek önlemler konusunda yazmış ve konunun önemi nedeniyle sütunumda tüm görüşlere yer vereceğimi belirtmiştim. Akılcı İlaç Kullanımı 2 Bu sözüme uygun düşecek biçimde Tıp Kurumu Başkanı Dr. Mehmet Altınok ve Tıp Kurumu Genel Sekreteri Dr. Ali Rıza Üçer’in bana gönderdikleri iletiden kısa bir özet sunmak istiyorum. Dr. Altınok ve Dr Üçer şu görüşleri savunuyor: "Türkiye'de bir yılda düzenlenen tüm tıbbi kongrelere ve tanıtım toplantılarına ilaç, tıbbi malzeme ve tıbbi teknoloji firmalarınca yapılan toplam kaynak aktarımı 200 milyon doların üzerindedir… Bu küresel oyunda görünmeyen cömert aktör sosyal güvenlik kurumları başta olmak üzere geri ödeme kurumlarımızdır. Sorun bu 200 milyon dolar da değildir, şirketlerin cömertliği karşısında hekimlerin yönlendirilmesidir. Yönlendirenler uzak diyarlardaki ulus ötesi ilaç şirketleri, yani küresel güç odaklarıdır. Yönlenen ise yalnızca hekimler değil, bizatihi Türkiye'dir. İlaç harcamalarımız 9 milyar doları geçerek savunma harcamalarımızı geride bırakmış, ilaçta büyük ölçüde dışa bağımlı hale gelinmiş, ilaç ticaret açığımız geçtiğimiz yıl 3 milyar dolar sınırına yaklaşmıştır. Türkiye, ulusal gelirine göre ilaç tüketiminde dünya lideridir. Ulus ötesi ilaç şirketleri bu aşikâr gerçeği göz ardı ederek Türkiye'de kişi başı ilaç tüketiminin düşük olduğu propagandasını yapmakta, bazı meslek örgütleri ve akademisyenler de sağlığa ve ilaca ayrılan harcamaların artırılması için var güçleriyle bu küresel koroya katılıyor. Oysa kaynaklar sınırsız değil, sorunun gerçek çözüm0.ü kaynak artışından çok, var olan kaynakların etkili ve verimli kullanımıyla savurganlığa son verilmesidir." Pratisyen hekimlik kongrelerini lüks otellerde yaptığı için Türk Tabipleri Birliğini eleştiren Dr. Altınok ve Dr. Üçer aşağıda alıntıladığım görüşleri de savunuyor. "Türkiye ilaç pazarı 2005 yılında üretici fiyatlarıyla 6.6 milyar dolardır, hastane ve diğer ilaç harcamaları da 350 milyon dolar dolayındadır. Hastane ilaç harcamaları da dâhil edildiğinde 7 milyar dolarlık bir harcama söz konusudur. Ancak 7 milyar dolarlık ilaç harcamamız imalatçı/ithalatçı fiyatları üzerindendir, depocu+eczacı kârı+KDV eklenmesiyle ve bundan Kamu İlaç Alım Protokolünde öngörülen geri ödeme kurumlarına yapılan indirimler düşüldükten sonra ve cepten ödemelerle yapılan ilaç harcamalarının yanı sıra hastanelerin geri ödeme kurumlarına perakende ilaç fiyatlarına yakın seviyelerde fatura ettikleri ve resmi istatistiklerde sosyal güvenlik kurumlarının hastane harcamaları içinde görünen ilaç harcamaları da göz önüne alındığında 910 milyar dolarlık bir harcamaya ulaşılacaktır... Türkiye'de ilaç harcamalarının % 90'ına yakını kamusal nitelikli geri ödeme kurumlarınca karşılanmaktadır. Tıp Kurumu'nun hesaplamasına göre resmi verilerde görülmeyen hastane ilaç harcamaları da göz önüne alındığında ve 2005 yılına ait SSK ilaç harcamalarıyla ilgili resmi veriler revize edildiğinde 2004 yılında 8,5 9 katrilyon lira aralığında (yaklaşık 6 milyar dolar) olan toplam kamu ilaç harcamaları 2005 yılında 1111.5 katrilyon lira aralığında (yaklaşık 8.5 milyar dolar) gerçekleşmiştir. Bu artışta başat rol dünyanın en avantajlı ilaç alım modellerinden biri olan SSK ilaç alım modelinin tasfiye edilmesidir." Yukarıda yer alan görüşlere katılmak zorunda değiliz, ancak Altınok ve Üçer’in yazdıklarını ciddiye almak gereklidir. En azından yukarıda anılan veriler önceki yazımda eleştirdiğim "insan yaşamı söz konusu olduğunda tedavi maliyetinin önemi yoktur" genellemesinin bir "içi boş laf" olduğunu da kanıtlıyor. Konu ile ilgili çok sayıda geri dönüm aldım. Sorun ortada, esas olarak çözüm yollarını tartışmalıyız. Örneğin; eğer söylendiği gibi ilaç firmalarının özendirme yatırımı gerçekten 200 milyon doların üstünde ise, bu para daha çok kamusal amaçlı, etik ilkeler ve bilimsel amaçlar gözeterek harcanamaz mı? raporları aracılığı ile duyurduğu sonuçlar, bahsettiğimiz beklenmedik sonuçlarla benzerlik gösterir. Araştırmacılar, 725,628 kadın ve erkeğin katıldığı, 13 ayrı "lif ağırlıklı diyet" uygulaması çalışmasının sonuçlarını değerlendirir. Daha önceden elde edilen bulguların aksine lif ağırlıklı diyetin uygulanması kalın bağırsak kanseri riskini azaltmadığı gözlenir. Beslenme uzmanı ve projenin koordinatörü Stephanie SmithWarner, neden sürekli farklı sonuçlar elde edildiğini anlamadığını belirtiyor. Bütün bu kötü haberlere rağmen bilim adamları, bu alanda gelişme sağlanmasının mümkün olduğunu söylüyor. Eğer biyokimyasal ve genetik araştırmalar için yapılan harcamalar arttırılırsa araştırmalarda daha güvenli yollar izlenebilir. Gözlemsel çalışmalarda, insanların günlük aldıkları kalorinin yüzde 25’i raporlara yansımıyor. Araştırmacılar nadiren de olsa raporlara yansımayan bu kalorinin ne olduğunu merak ediyorlar. Eğer insanların ne yediğini bilmiyorsanız onların sağlıkları ile ilgili doğru sonuçlar çıkaramazsınız. Üstelik katılımlı çalışmalarda, insanlar diyet programına harfiyen uydukları konusunda abartılı davranırlar. Bütün bu faktörler, araştırmanın sağlıklı olmasını engeller. Bu araştırmaları ancak kanıtlanabilir ve uygun değişkenlerle yaparsak, katılımcı deneklerin gerçekten diyetlerine uyup uymadıklarını veya diğer yiyecekleri yiyip yiyemeyecekleri konusunda elde edilen sonuçlar doğrulanabilir. Bazı araştırmacılar beslenme üzerine yapılan çalışmalarda, genetik faktörlerin de göz önünde bulundurulması gerektiğine inanırlar. Paris’te Pierre ve Marie Curie Üniversitesi beslenme uzmanlarından David Mutch’da araştırmalarda genetik yapıları birbirinden farklı olan insanlar kullanıldığı için çalışmaların maskelendiğini düşünüyor. WHI’nin (Kadın Sağlığı Girişimi) düzenleyicileri Mutch ile aynı görüşü paylaşıyor. Rockville’de yüzlerce dondurucuda, katılımcılara ait 10,000’lerce kan, ürin, doku örnekleri saklanıyor. Howard, bu örneklerden yola çıkılarak diyeti etkileyen genin bulunmasını amaçlıyor. Belki de beslenme alışkanlıklarımızı besin piramidini göz önüne alarak kişiselleştirmek iyi bir strateji olabilir. Farklı kaynaklardan bilgi toplamak yerine, ortodoks öğretinin bugün de geçerliliğini koruyan anlayışına kulak vermeliyiz. Kaynak: NewScientist, 23.09.2006 Özet: Sezen Burcu Er Karbonhidratlar: Birkaç yıl önce karbonhidratlar üzerine yapılan bir çalışma sonucu, sağlıklı bir diyet için günde en çok 6 ile 11 kez arası karbonhidrat alabileceğimizi öğrenmiştik. WHI’nın bu sene yürüttüğü bir çalışma ile yüksek dozda karbonhidrat içeren bazı diyetlerin şişmanlığa yol açmadığı ortaya çıktı. O halde karbonhidratlar iyi midir, kötü müdür? Bütün karbonhidratlar aynı düzeyde olmadığı için bu soruya yanıt vermek güçtür.Karbonhidratlar, şeker molekülleri zinciridir. Onların türünü belirleyen ise bu şekerlerin çeşidi, ne kadar oldukları ve nasıl bağlandıklarıdır. Karbonhidratlar basit ve kompleks olmak üzere ikiye ayrılır. Bir ya da iki molekül içeren meyve şekeri basit bir karbonhidrat örneğidir. Kompleks karbonhidratlar ise 3 molekülün ya da yüzlerce molekülün bir araya gelemsiyle oluşur. CBT1025/14 10 Kasım 2006