24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Tıp Araştırmaları zirme ile başlayan ilişkinin kurulmasını önler. Bütün memelilerde doğumdan hemen sonraki dakikalar annenin yavrusunu tanımasında önemlidir. Örneğin koyunlann doğumdan sonraki ilk 3545 dakikalık sürede yavrularından ayrı tutulursa, daha sonra yanlarına getirilen yavrularını tanımadıkları, toslayarak kendilerinden uzaklaştırmaya çalışbklan görülmüştür. İnsanda da doğumdan hemen sonra böyle bir duyarh dönem vardır. Bu dönem anne ile bebek arasında ruhsal ilişkinin gelişebileceği tek dönem değilse de, gecikilirse annebebek ilişkisinin kurulması uzar ve zorlaşır. Yapılan gözlemler bu dönemin yaşamın ilk saati olduğunu göstermiştir. İnşanlarda doğumdan sonraki ilk 15 dakikalık dönem daha da önemlidir. Doğumdan hemen sonra anneler çok acı çekmeleri ve yorgun olmaları nedeniyle bebekleriyle ilgilenmiyor gibi gözükebilirler. Ancak ne kadar yorgun olursa olsunlar, annelerin memeleri üzerine çıplak olarak yatırılan bebeklerini kucakladıkları bilinir. Böyle bir durumda bebeğin memeye ulaşmaya çalışması, meraklı ve sevimli gözlerle annesine bakması, anneye tüm yorgunluklarını unutturacak bir mutluluk verir. Doğumdan hemen sonra bebeğin çıplak olarak annenin çıplak göğsü üzerine konması ve ağzını açıp memeyi arayarak emmeye hazır olduğunu belli eder etmez ilk emzirmenin sağlanması; bu mümkün olmazsa en geç bir saat içinde bebeğin annesini emmesinin sağlanması zorunludur. Bebeğin emmeye en istekli olduğu bu dönem geçirilirse, bebek uzunca bir süre isteksizlik gösterecek ve ilk emzirme çok gecikecektir. Bu dönemde annenin ağız denilen ilk sütünün miktarının az olduğu unutulup, sütünün az olduğu düşünülerek şekerli su veya mama gibi yapay besinlerin verilmesi, bebeğin açhğını giderir, emmede isteksiz davranarak memeyi daha az uyarır. Bebeğin bir kez bile biberonla beslenmesi, daha sonra annesinin memesini emmesini zorlaştınr. Bebeğin ilk besin olarak annesinin sütünü alması zararlı olabilecek mikroplarla karşılaşmasını önler. Bebeğin ilk besin olarak annesinin sütünü almasının başka bir yararı da bağırsaklarında normal bakteri topluluğunun yerleşmesidir. Bu bakteriler hem sindirimin normal bir şekilde yapılabilmesini sağlarlar GönüldenBilime Felsefe Palyaçoluğu Ahmetlnam Kimi meslektaşlarım beni palyaço olarak görürler. Terbiyeli olanları bunu yüzüme karşı söylemezler; galiba "kızarım" diye. Edebsizleri kızmayacağımı bildikleri için beni palyaço ilan etmişlerdir. Sağolsunlar. Sayelerinde epey ünlendim. 43 yaşıma dek, binlerce sayfalık çalışmaları kimse basmamıştı, şimdi yirmiyi aşkın kitabım yayımlandı, çevirilerimle birlikte. Televizyonlarda da palyaçoluğum ilan edilse, daha da mutlu olacağım: Kendilerini kral sanan palyaçoların beni kendilerine yanlış palyaço olarak seçtiklerini gördüğüm için. Türkiye'de felsefeye olan ilgi, elbette benim gibi "felsefeyi ayağa düşürenler sayesinde" olmuyor. Gençlerin ilgisi giderek artıyor. Niceliğin artışı herzaman nitelik yükselmesine yol açmıyorsa da, bir umuttur gelecek için. Geleceğin Türkiyesi, yaşamını felsefeleyebilecektir. Bunu er geç başarmak zorundadır: Anadolu insanına yakışan budur. Yaşamının evrensel boyutlarını görüp, bunu felsefe geleneği içinde bir yerlere oturtmalıdır. Kültürel varlığımız için bunun kaçınılmaz bir çaba olduğunu sanıyorum. Yozlaşmayı, diğer külfürler tarafından sindirilip yok edilmeyi engellemek için bu topraklardan atılması gereken felsefe çığlıkları vardır. Geleneği içinde felsefenin yüzlerce yıllık geçmişini, dallı budaklı şimdisini içeren çığlıklar: "Burada düşü'nen insanlar var, burada bü'yük filozofların görüşleriyle hesaplaşmış, onların dillerini konuşan, onların çözümlemelerinden, savlarından beslenmiş, kökleri kendi kültüründe olan insanlar var" diyen çığlıklar. Yaşamına sahip çıkan, eleştiri oklarını kullanabilme cesaretine sahip, ama, o oklar tarafından yaralanmaktan da korkmayan yiğit insanların çığlıkları. Bu topraklardan da Batılı ülkelerde yaşayan topluluklarda yapılan felsefeye katkıda bulunanlar olabilir. Felsefe, fıangi toplulukta yapılırsa yapılsın, gerçekten "yapılabiliyorsa"evrensellik taşır. Felsefe, yerel yaşamların taşıdığı "evrensel" ö'zelliklerden beslenir. Felsefenin ikibin beşyü'z yıldan fazla bir zaman içinde geliştirdiği kavram düzenleri, değişik kültürlerin yaşam biçimleriyle ilişkiye sokulabilir. Felsefe, Eski Yunanda doğmuş olmasına karşılık, ele aldığı sorunlar, farklı kültürlerdeki insanların da sorunudur. Bu gün Batılı insan, kendi yaşamına anlam ararken, geleneği içindeki felsefeye başvurabiliyor. Bizim ülkemizden de, evrensel olanı kendi kültürel köklerinde değil de, Batılı insaların kültürel derinliklerinde arayan felsefeciler çıkabilir; çıkmaktadır da. Felsefenin evrenselliğini öteki yaşam biçimlerinden çıkararak arayan felsefecilerimiz, felsefe yapmayı başarabilirlerse, evrensel felsefeye katkıda bulunmuş olurlar. Oysa, felsefeyi içinden çıktığı yaşama dünyasından koparıp, onu yaşam ve kültür üstü bir etkinlik olduğunu sananlar var. Bu kişiler, kendi felsefe anlayışlarını, içinde yetiştikleri kültürel ortamı "evrensel" sayıyorlar. Bu yanılgı onları başka türlü yapılabilecek felsefeye karşı düşman kılıyor. Felsefenin jandarmalığını yapmaya kalkıyorlar. Kendi katı felsefe anlayışlarına sımsıkı sarılarak o anlayıştan ulaşabilecekleri evrenselliğe giden yolları tıkıyorlar. Kendi çalışma biçimlerinin tek "ciddi", tekdeğerli çalışma biçimi olduğunu düşündükleri için kapılarını etkileşimlere kapatıyorlar. Kendileri gibi düşünmeyenleri anlama becerisinden yoksun olmaları, yürüttükleri eleştirilerde onları gülünçleştirebiliyor. Başkalarına pal~ yaço derken kendileri palyaço olabiliyor. (Elbette, bu durumlarını farketmemeye mahkum olduklarını düşünemiyorlar!) Bir diğer palyaçolar topluluğu ise, daha çok felsefeyi, alışılmışın dışında iufıaf, erişilmez, paranoyak, melankolik, şizofrenik insanların uğraştığı, "değeri kendinden menkul" bir çaba olarak görüyorlar. Felsefeci, onların gözünde, sağı solu belli olmayan, her türlü değerden ve inançtan yoksun, acılar, doyumsuzluklar içinde bir hilkat garibesidir. Felsefeyi ve felsefeciyi böylesine sığ, temelsiz bir görüşle, olağan, günlük yaşamın dışına, biranlamda üstüne, koymaya çalışan kişilerin felsefe tarihinde iz bırakmış felsefe metinlerini irdeleme gücünden yoksun olduğunu görüyorum. Felsefe, öteleme gücünu, günlük yaşamın içinden alır. Felsefecinin yaratıcı düşünmesi için ruh hastalıklarından birine yakalanmış olması gerekmez. Türkiye'de felsefe, yaratıcılarını buldukça, palyaçoların sayısı azalacaktır. FELSEFE ÇIĞLIKLARI ATILMALI MEMEYE HÜCUM D o ğu mdan hemen sonra, göbek bağı kesilip, bebek yıkanmadan, sadece üzerindeki kanlar bezle silindikten sonra çıplak olarak, annenin memeleri üzerine yatırılmasının anne ile bebek arasında kuvvetli bir ruhsal bağın gelişmesine, bebeğin daha huzurlu olmasına, bebeğin emme refleksi yaşamının en çok bu anında kuvvetli olduğundan, annelerinin sütlerinin erken ve bol gelmesine, buna bağlı olarak da bebeklerin daha iyi büyüyüp gelişmelerine neden olur. Sağlıkh yeni doğan bebekler doğumdan hemen sonra çıplak olarak annelerinin karınları üzerine yatırıldığında, herhangi bir yardım yapılmasa bile, sürünerek memeye yaklaşır ve emmeye başlarlar. Meme başlarının ve etrafının süt veren annelerde koyu olmasının nedenlerinden birisi bebeklerin daha iyi görebilmesini sağlamaktır. Ayrıca buradan salgılanan bazı maddelerin kokusu da bebeği memeye çekmektedir. t ı r 0 d m hem de bazı vitaminler gibi besin öğelerini yaparlar. Kuru dışkı ağırlığının nerede ise dörtte birini bu bakteriler oluşturur. TERCİH NORMAL DOĞUM Ana rahmindeki bebeklerin bağırsaklannda hiç mikrop yoktur. Normal yolla doğan bebek önce annesinin doğum kanalındaki, sonra da anüsünün etrafındaki bağırsak bakterileri ile temas eder. İnsanlarda bebeklerin yüzlerinin anüse doğru doğmalannın nedenlerinden biri de bu olabilir. Bebeğin annesinin sütünü emmesi de bu bakterilerin bağırsaklarında daha çabuk çoğalmalarını sağlar. Sezaryenle doğan bebekler annenin bu bakterileri ile karşılaşmadıklarından; ayrıca doğumdan sonra genellikle uzun süre annelerinden ayrı kaldıklanndan, bağırsak floraları daha çok çevreden gelen bakterilerle gelişir. Bu mikroplar da bebekte ağır hastalıklara neden olabilir. Bütün bu nedenlerle sezaryenle doğumdan mümkün olduğu kadar kaçınılması ve bebeğin doğar doğmaz annesinin sütü ile beslenmesi gereklidir. Unutmayalım ki hiçbir besin anne sütünün yerini tutamaz. (*) Prof. Dr.; Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağhğı ve Hastalıkları Öğretim Üyesi Türkiye Milli Pediatri Derneği Başkanı muratyurdakok@yahoo.com 929/7 8 Ocak 2005 FELESFE:DEĞERİ KENDİNDEN MENKUL MÜ? DOĞUMDAN BİR SAAT İÇİNDE Annenin bebeğini görmesi, onunla birlikte olması, dokunması, sesini duyması süt salgılanmasına yol açar. Bu dönemde anne ile bebeğin bir arada olmaları, birbirlerine bakmaları, annenin bebeği ile konuşması, gülmesi, öpmesi, emzirmesi anne ile bebek arasında yaşam boyu devam edecek kuvvetli bir ilişkinin kurulmasını sağlamaktadır. Bu gözlemler doğumdan sonra anne ile bebeğin ayn ayrı odaJarda tutulmalarının ne kadar tehlikeli olabileceğini göstermektedir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle