14 Haziran 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Paleontoloji GönüldenBilime Fark Ahmet Inam Homo erectus kafataslannda biiyük çeşltlillk Homo erectus tartışmasında yeni bir boyut Antropologların, doğu Afrika'da buldukları ilk insan kalıntıları yeni bir soruyu da beraberinde getirdi. Küçük kafatası ve biiyük aletler, Homo erectus türünü temsil eden insanların birbirlerinden farklı olması gerektiğini gö'stermekte. Bu araştırmacılar tüm türlerı ıçeren Homo erectus dışında, aralarında Homo heıdelbergensis ve Homo ergaster gibi birbirine yakın akrabalıkları bulunan türlerin bulunduğundan eminler. Tartışılmakta olan teoriye göre sadece bu türlerin temsilcileri günümüz insanın doğrudan atalarıdır. Fakat Amerikalı bilim adamları şimdi Kenya'da, hakim bir Homo erectus turünü destekleyen bir kafatası buldular. Smithsonian Enstitüsü'nde Richard Potts başkanlığında araştıran ekibın Science dergisinde de belirttiği gibi yaklaşık 930.000 yıllık fosil, bugüne kadar bulunan ilk insan kafataslarının en küçüğü. Buluntu ilginç boyutuna rağmen Homo erectus ile birçok ortak karakteristik özellikler taşıdığı gibi Homo erectus türü içinde önemli farklılıkların bulunduğunu gösteren özellikler de göstermekte. Tür çeşitliliği için en iyi kanıtsa kafatasının etrafında bulunan el baltaları. Çünkii bu taş aletlerin son olarak bulunan insanlar tarafından üretilmiş ve kullanılmış olması mümkün değil. Potts bu yüzden, hominidlerdeki tür çeşitliliğin, Homo erectus temsilcilerinin farklı işler üzerinde yoğunlaşmasına izin verecek kadar zengin olması gerektiğini söylüyor Science dergisindeki yazıda. "Fark etme", "fark edilme" sözleri ülkemizde çoğunlukla postmodern düşünce içerisınde gündeme geldi. Oysa yaşamımızın, kültürümüzün o denlı derinlerinde olan "fark etme'yi, nasıl olup da farkedemediğimiz, düşündürücü bir soru olarak, fark edilmeyi bekliyor! Farkları görebilmek, "bütünü" görmekle ılgili oysa. Gördüğü herşeyi birbirinden farklı gören, aralarındaki ilişkıleri kavrayamayan birinin, yaşadığı karmaşa ve kargaşayı düşünün! Bu gezegende yaşamını sürdüren, algılama gücüne sahip, belli ölçüde sinir sistemi gelişmiş canlılarda "bütünü görme", "ilişkilendirme", "ilişkiler kurma" becerisi bulunur İnsan, bu anlamda "bütünlük', "çerçeveler" oluşturarak kavrıyor dünyayı. Bütünlükler oluşturabilme, geçmişten edinilmiş, eğitimle, ideolojilerle dayatılmış bütünlüklerin yaşantısı biryana, "yaratıcılık" gerektiriyor! Sakız olmuş deyımle bu. Çabaya "sentez" deniyor. Yalap şap genellemelerin, üstünkörü, desteksiz kurguların ötesinde, bütünlükler görme, bütünlükler oluşturma, insanın başarılarından biri. Elbette bunun yaşamın geliştirilmesi, sergilemesi için yapılması koşuluyla. Bütün görmekteki sıkıntımız ne? Zaten dayatılmış bütünlükler içinde yaşıyor oluşumuz. Bütün içinde rahat, tembel, hareketsiz duruşumuz. Alışkanlıklarımızla bütüne çakılıp kalışımız! Bütünün altında kalışımız! "Ey katama sokulmuş, düzenler, sistemler, açıklama kalıp ları, akıl yürütme biçimlen, görme, işitme, anlama yolları, ezildim kaldım altınızda1 Sizlerden sıkıldım, yanlış olduğunuzu düşündüm. Tatsızlığınızı yaşadım. Aşamadım yine bu sınırlarınızı. Bir iki "bütünleme"denemesiyapmaya çalıştım, çoksığ, çok Marsız'buldum, vazgeçtim!" Bu, belki de birçok düşünen insanın çağımızdaki feryadıdır. Giydirilmiş bütünlükler yaşıyoruz, taşıyoruz. Taşıdığımız için bütünlükleri bir ömür boyu sırtımızda, onları fırlatıp da taşamıyoruz. Bütün bütünlüklerden elbette kurtulumayız. Inançlarımız, üzerine titrediğımiz değerlerimiz, bilimin tuttuğu ışıkyolumuzu aydınlatacak bütünlükler, belki de. Hangi bütünlüklerimi değiştirmeli, yenilemeli, "bozdurmalıyım"? Hangi kalıplar, yaşamamı, hayatı anlamamı engelliyor? Hangisi kokuşmuş? Evet, hangi bütünlüklerimi bozdurmalıyım? Tıpkı bir para bozdurur gibi. Bozulmuş bütünlükleri elbette bozdurmalıyız. Peki, nasıl anlarız, bozulduğunu bütünlüklerin? Işte "fark etme"nin hası burada başlıyor. Bu çerçeve, bir bütünlük, bir kalıp içinde kalarak, onun bozulduğunu nasıl anlarız? Bir diğer çerçeveye, kalıba gerek yok mudur? İçinde bulunduğumuz kalıp bizı bağlar, kendisinin sunduğuya da dayattığı algılama kalıplarının dışına çıkmamızı engeller Yine de, nasıl olanaklıdır, kalıp içinde kalıp, kalıbın olumsuzluklarını görebilmek? İKİBÛTÛNLEMEDENEMESİ A frika'nın bir milyon yıl önceki evrim tablosunda bir boşluk söz konusu. Avrupa ve Asya'da aynı dönemde yaşayan atalarımıza ait izler bulunmasına rağmen antropologlar insanlığın beşiği sayılan Afrika'da bunlara uygun fosiller bulamadılar. Yani sonuçta en eski atalarımız araştırmacılar arasında hâlâ bir tartışma konusudur. Bu tartışmanın odağında ise Homo erectus var. İki ayak üzerinde dik olarak yiirüyebilen insan, yaklaşık iki milyon yıl önce dünya sahnesine adımını atmış ve biiyük goçler gerçekleştirmıştı. İyi bir becerisine sahip hominidlerin izleri orta Avrupa'dan güneydoğu Asya'ya kadar uzanmakta. Ortaya çıkarılan kemikler sürpriz bir biçimde çok çeşıtlidır. Hatta bazı antropologlara göre bu çeşitlilik "gereğinden" bıle fazladır. FARKETMEKSANCILIDIR! Yeni bulunan kafatası parçaları sinir hücreleri yerine cilt hücreleri? İngiliz bilim adamlarının son araştırması bildik cilt hücrelerinden sinir hücrelerinin üretilebileceği şeklinde sonuçlandı. Cambridge Üniversitesi'nden Siddharthan Chandran'ın araştırma sonuçları The Lancet dergisinde yayımlandı. Bulgu, örneğin Parkinson gibi nörodejeneratif hastalıklar için yeni tedavi yöntemlerinin yolunu açabilecek. Bu tür hastalıkların tedavisi etik olduğu kadar teknik açıdan da aktarıma elverişli olmayan embriyonik kök hücrelerinin kullanıma dayanıyordu. Araştırmacılar yedi gönüllü katılımcıdan aldıkları hücreleri iki büyüme faktörüyle işlemden geçirince hücre kültüründe cilt hücrelerinden neredeyse sınırsız sayıda öncü hücreler gelişmiş. Bu hücrelere daha sonra belli başlı sinyal maddeleri eklendiğinde sinir hücresi olarak büyümeye devam etmişler. Çalışma diğer deneyler için bir temel oluşturmakta. Çünkü bu şekilde hastaların sinir hücreleri kendi cilt hücreleriyle yenilenerek yabancı sinir hücrelerinde olduğu gibi doku reddi riski yaşanmayacak. Kalıbının ıçıne gömülen, kalıbının içinde saklanan, diğer kalıplardan ürken, giderek tiksinen plassofobik (plasso eski Yunancada diğer anlamlarının yanında "biçimliyorum" demek!) biriyseniz, kalıp sınırlarında dolaşmaktan, belki de aşağıya, "uçuruma" düşerim korkusuyla çekiniyorsunuz, kalıbınız kutlu olsun, buyrun bol bol oturun içinde. "01 mahiler ki derya içindedirler, deryayı bilmezler" denmiştir. Balığına bağlıdır. Kalıplar içinde bulunulan denizler, havuzlar, içeriden de bir ölçüde görülebilirler TS Kuhn, bunun bilimde nasıl olanaklı olduğunu yıllar önce bize anlatmaya çalışmıştı. Plassofobi'den biçim verme, biçim oluşturma, verilen biçimlerin ötesine gitme korkusundan korkmamak gerek! Fark etmek, çerçeveleri kırmak anlamında sancılıdır "Krizler"yaşamayı gerektirir. Belki Kuhn'un bir yorumuyla "devrim"dir, bu. Bedeli vardır. Yıkılan çerçevelerin ardından gelen boşluklara, sarsıntılara tahammül edebilmek yürek ister. Ezilirsiniz, tutuklanırsınız, akıl hastanelerine tıkılabilirsiniz, küçümsenip, dışlanabilirsiniz! Bir harf değışikliği ile Plessofobi'den sağlıklı sonuçlar almak gerek. (Plesso, diğeranlamlarınınyanında, edilgenanlamıyla, "biçimleniyorum"demektir!) Biçimlenme korkusu, bizi uyanık tutmaya yardımcı olabilir, kalıları kırmaya katkıda bulunabilir, yerinde kullanılırsa. (Bu iki sözcükteki harf değişikliğini görmeli. Elbette Derrida gibi de 0) Bir de hep aynı düzende kalıp farkları gördüğünü söyleyen fark tâcirleri vardır. "Fark" onlar için bir statü, bir kazanç, bir modadır. Böylelerıni nedense fark etmemeyi sürdürüyorum. 905/11 24 Temmuz 2004
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle