25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ooof off line Tanol Türkoğlu (TanolT@yahoo.com) Dünyada da ülkemizde de giderek artan bir nüfusun diline o denli hızlı yerleşen bir kavram ki, onu uzun zamandır bilenler neredeyse zamanın başından beri hep oradaymış gibi düşünebilir. Oysa bugiin bildiğimiz anlamdaki intemctin üzerinden perakende alışveriş ilk bundan on yıl önce, 1994 yılında gerçekleştirilmişti. 1994 yılında bilgisayarınız var mıydı? Modeminiz var mıydı? Modeminizi kullanarak "bağlandığınız" biryer var mıydı? Sizi bilmem ama ben 1994 yılında çalıştığım teknoloji firmasında, şirket içi iletişim ağına bağlı olmayan bir bilgisayan kullanarak ilk uluslararası iletişim ağına bağlanmıştım. Bu kavram o denli uzakfı ki ilk ay bu aboneliğin ücretini kendim ödemiştim. BBS denen şeyi o zaman öğrendim ve bir yerlerden elde ettiğim teleion listesini kullanarak, istanbul'daki aktif bazı BBS'lere bağlanmaya başladım. Eğer o yıllarda gelişmeleri yakından takip etmek durumunda olan bir teknoloji şirketinde çalışmıyorduysanız, büyük bir olasılıkla elinizin altındaki bilgisayarla bir yerlere bağlanma olgusundan uzaktınız. ABD'Iİ NetMarket adlı bir dot.com firması, işte tam o döneme atıfta bulunarak, 11 Ağustos 1994'te ilk giivenli perakende siparişi işlemini gerçekleştirdiğini belirtiyor. Satın alınan şey bir müzik CD'si. Sting adlı müzisyenin "Ten Summoner's Tales"adlı albünıü. Satın alan da sitenin kuruculannın bir arkadaşlan. On yıl sonra bugün ABD'de yıllık eticaret hacminin 150 milyar dolar civannda olacağı bekleniyor. On yıl sonra bugün ülkemizde eticaret henüz emekleme aşamasında. 9O'lı yılların sonu 2000'in başında patlayan dijitalleşme süreci, dotcom çılgınlığı, elinde hiçbir ürünü olmayan, birkaç aylık lirmaların halka arzından kazanılan paralarla pembe bir tablo çizerken, belki de kimse bu cicim aylarının kısa süreceğini tahmirı etmiyordu. Ya da en aıından tarihc bakmayı ihmal edenlerl 2000'de sekiz yıllık Clinton yönetiminin son ermesi ve kendisini intemetin babasıyım diye niteleyen Al Gore'un, iki milyon daha çok oy aldığı halde, seçim sisteminin azizliğine uğrayarak başkan seçilememesi üzerine iktidara gelen Cumhuriyetçiler bir yandan dünyanın daha terörize bir hal almasına tanıklık ederken diğeryandan da dijitalleşme sürccinin balayının bittiğini de dünyaya gösterdiler. Klasik sektörler ve bu sektörlerdeki klasik lirmalar eski imtiyazlarını geri kazanırken, taş üstüne taş koyanların pabucu dama atıldı. Ülkemizde ise 1999 depremi ile başlayan felaketler süreci 2000 ve 2001 krizleri ile ekonomiyi öyle bir etkiledi ki, birkaç girişimci ile birkaç maceraperestin dışında radikal girişimlerde bulunma imkânı neredeyse imkânsızlaştı; söz dijitalleşmeye geldiğinde. İlk 10 Yıl: eTicaret Hemen Herşeyin Kısa Tarihi Bill Bryson Boyner yayınları Bily Bryson, tüm dünyada uzun süredir çok satanlar listesinden inmeyen Hemen Herşeyin kısa Tarihi'ne, bilimin yanıtlamaya çalıştığı ilginç ve önemli soruların peşinde eşi görülmemiş bir yolculuğa çıkıyor. Öğrenmeye doymayan bu meraklı yazar, Büyük Patlama (Big Bang) anından uygarlığın doğuşuna kadar evrende meydana gelmiş olan her şeyi, yani hiç olduğumuz bir noktadan insan olduğumuz noktaya nasıl geldiğimizi ve o zarnandan bu yana neler olup bittiğini ele aldığı kitabında son derece zorlu ve cesaret isteyen bir işe kalkışıyor. Bu amaca ulaşmayı kafasına koyan Bily Bryson, kendini dünyanın yaşayan ve yaşamayan en değerli bilim adamlarının rehberliğine teslim ediyor. Jeoloji, kimya, paleontoloji, astronomi ve parçacık tiziği gibi konuları, öğrenciliğinde ten derslerinden lena halde sıkılan (ya da ödü patlayan), kendisi gibi insanlar için anlaşılabilir kılmanın bir yolunu bulabileceğine inanıyor. Yalnızca ne bildiğimizi değil, bunları nasıl bildiğimizi de öğrenmek istiyor. • Bilimadamları yerkürenin ağırlığını nasıl ölçerler? • Arzın merkezini, okyanusların dibini, uzayın derinliklerini nasıl gözlemlerler? •Evrenin nasıl ve ne zaman oluştuğunu nasıl bilirler? • Bir atomun içınde neler olup bittiğini nasıl anlarlar? Bily Bryson, uzayvezamanda yaptığı yolculuklarda, aklındaki zor soruları yöneltebileceği bir sürü olağanüstü insanın yanı sıra, son derece eksantrik ve hırslı şahsiyetlerle de karşılaşıyor. Onlarla beraber, insanlığın bilgi âleminde bazen son derece derin, bazen komik, ama her zaman anlaşılır ve eğlenceli bir maceraya atılıyor ve bu macerayı büyük bir akıcılıkla aktarıyor. BALAYIBİTTİ Ml? Devam Beyin göçü ve etik yukümlülük Baştarafı 21. sayfada Fırtınadan sonraki süreç ise yine cebinde parası olanların temkinli yaklaşımlarına sahne olmakta. Zaten küçük olan hacim bu sebeplerle daha da küçüldü. Bugün ülkemizde bir kaç başarı hikâyesinin ötesinde marjinallikten kurtulmuş bir eticaret öyküsü bulunmuyor. Bunun sebebi teknik eksiklik ya da finansal kaygı değil. Bunlar daha temel bir olgunun üstündeki yapı taşları. O temelde de bu kavramın gündelik hayatımıza yerleşmişliği yatmakta. Aynı dönemde gündeme gelen bir başka olgu olan cep telefonu, bu temelde kendi yerini çok daha güçlü olarak aldı. Çünkü gündelik hayatımıza monte olabildi. Çünkü ülkemizde insanlar "konuşma açlığı" çekmekte. Yıllardır süren susturulmuşluğun bir sonucu olarak. Demek ki dijitalleştirme sürecini de yasaklarla kesip biçsek ve bu şekilde birkaç on yıl yaşasak, bu alanda da inanılmaz bir sıçrama sağlayabiliriz. Demek ki biz bir şeyi kaybetmeden onun değerini anlayamıyoruz. Boyunduruk altına alınamayız diyoruz ama özgürlüğümüze Kurtuluş Savaşı sürecinde olduğu gibi bodoslama bir tehdit gelmediği sürece, özgür müyüz köle miyiz buna bile önem vcrmiyoruz. eTicaretin dünyada onuncu yılını doldurması bana bunları düşündürdü. Bakalım yirminci yılını doldurduğunda neleri düşünüyor olacağız? DEĞERİERKEN ANLAMALI ödevi var mıdır, yoksa bir hak meselesi midir? Eğer böyle bir ödevi varsa mutlak bir ödev midir, yoksa bazı koşullara mı hağlıdır? Benzer şeyleri topluma karşı da sorabiliriz. Toplumların bilim insanına karşı ne tür ödevleri vardır? Sınırsız bir hakka sahip midir ve bunun haklı bir gerekçesi var mıdır? Rir bilim insanınm yaşadığı çevreden bağımsız olarak "pür" bir bilim ideali ile davrannıası doğru mudur? Eğer yanıt "doğrudur" şeklinde ise fazla söz söylemeye gerek kalmıyor; fakat "doğru değildir" şeklinde ise o zaman bazı tartışmalara girmek gerekir. Eğer biz toplumsal ortamda bilim insanından bir "ödev" bekliyor ve bunu kendimizde "hak" buluyor isek; o takdirde keıulimizin de o bilim insanına karşı bir "ödevinin" olması ve de onun da bizden talep edeceği bir "hakkın" bulunması gerekiyor. Çünkü, taraflar arasında ödev ve hak karşılıklıdır. Etik açıdan söylemek istediğimiz şey, kısaca, beyin göçü olgusu içerinde hem toplumun hem de bilim insanının karşılıklı etik yukümlülük içerisinde olduğudur. Ödevhak ekseni içerisinde etik yükümlülükler bulunduğunu bu şekilde belirledikten sonra pratikte yapılınası gereken asıl şey tarafların karşılıklı tutum ve davranışlarının niteliğinin belirlenmesidir. Söz konusu tutum ve davranışın niteliği konusunda herkesin söyleyebileeeği şeyleri olmalı. Toplum kendi yetiştirdiği ama yabancı bir ülkede çalışan bir bilim insanı üzerinde "hak" iddia ediyorsa önce bilim ve bilim insanı için yaptıklarına bakmamız gerekir. Elbette, her toplum yetiştirdiği insan için geriye dönük bir beklenti içerisinde olabilir. Ancak, bu mutlak ve koşulsuz bir beklenti olamaz. Toplumun da kendi ödevlerini yerine getirmesi gerekir. Toplumun. bilim insanına karşı (etik) ödevini yerine getirebilınesi için neler yapması gerekir? 922/22 20 Kasım 2004 Bunun için belki bir liste yapmak da müınkün olabilir... (Herkes kendine göre listeler hazırlayabilir). Toplumun büyüklüğü ve birey üzerinde baskın bir güç oluşturması karşısında, bilim insanının "tekliği" göz önüne alınırsa; toplumun davranış biçiminin, bilim insanının tutum ve davranışından bağımsız olduğu anlaşılabilir. Buna karşın bilim insanının etik ödevi ise kanımca, toplumunkine bağımlıdır. Toplum tarafından önemsenmeyen, değer ve itibar görmeyen hatta dışlanan bir bilim insanının toplumuna karşı etik bir yükümlülüğünün olduğunu söylemek kolay değildir. Eğer, yine de öyle davranıyor ise bu ondaki "yüceliğin" bir göstergesidir. Ülkesinde bilimsel yeteneği harekete geçirememiş bilim insanının varlığı ne kendisine, ne toplumuna ne de insanlığa bir yarar sağlayacaktır. Bulunduğu koşullar nedeniyle sahip olduğu bilimsel potansiyelini ortaya çıkaramamış biri karşısında gerçekte tüm insanlık büyük bir fırsatı kaçırmaktadır. Unuthıayalım ki, onun gerçekleştireceği bilimsel bir gelişme tüm dünyaya ve eninde sonunda bize yansıyacaktır. Ülkemiz açısından konuya şöyle bakmak istiyorum: Atatürk'le birlikte "bilim toplumu" olmak yolunda hedefımizi ortaya koymuş olduğumuz açıktır. Ancak bu hedefın gerçekleştirilmesi için toplum olarak etik yükümlülüklerimizi yerine getirdik mi? Bu soruya, eğer "evet" diyebiliyor isek o zaman yurtdışına giden bilim insanlarımızın (etik) ödevlerini yapmadıklarını ve onlar üzerinde bir biçimde de olsa hak sahibi olduğumuzu söyleyebiliriz. Ancak, bu yanıtı veremiyor isek "beyin göçünden" şikâyet etmeye ve gidenleri etik yönden eleştirmeye fazla hakkımız yok gibi görünüyor... Prof. Dr. Erdem Aydın Hacettcpe Üni. Tıp Fak. Deontoloji, Tıp Etiği ve Tarihi Al). eposta: eraydm@hucettepe.edıı.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle