23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Kupa Orhan Veli 2 gorus@cumhuriyet.com.tr 20 NİSAN 2021 SALI olaylar ve görüşler Covid19 soruları 1) Niçin tam kapanma uygulanmıyor? Kapanan esnafa, tüccara, işçiye yardım yapmak için iktidarın elinde para mı yoktur? 2) Salgınla mücadele yeterince ciddiye alınmayarak pandemi bahanesiyle, toplum üzerindeki baskının artırılması ve başarısızlıkların salgına atfedilmesi mi hedefleniyor? 3) İktidar partisi, Covid19’un varyantlarının da salgını şiddetlendirdiği dönemde, yaptığı kongrelerle, ülkenin her yerinden gelenleri kapalı salonlara, “Salgına rağmen ‘lebaleb’” doldurarak hangi akla hizmet etmiştir? 4) Yeni kararların derhal yürürlüğe konması gerekirken, ramazanın beklenerek zaman yitirilmesinin anlamı nedir? 5) Ramazanda akşamları sokağa çıkma yasağının 19.00 gibi çok erken bir saatte başlatılmasının ve insanların eve yetişmek için iki ayaklarının bir pabuca sokulmasının anlamı var mıdır? 6) Virüsün kapalı yerlerde bulaştığı bilindiği halde, parklar, sahiller gibi açık alanların yasaklanmasının nedeni nedir? 7) Kapalı yerlerde memur ve işçi çalışmaları devam ederken, kafe ve lokantaların sadece açık havada hizmet veren mekânlarının kapatılmasının nedeni nedir? 8) Tam kapanma yapılmadan, sadece hafta sonları sokağa çıkma yasağı getirilmesinin yararı var mıdır? 9) Doktorlar aşılandığı halde, eşleri ve çocukları gibi aynı hanede yaşayanların aşılanmamalarının nedeni nedir? 10) Covid19 nedeniyle ölen sağlık personeline neden görev şehidi muamelesi yapılmamaktadır? 11) Sağlık Bakanlığı’nın “Bilim Kurulu” ve “Toplum Bilimleri Kurulu” kararları nelerdir, bunlar niçin topluma açıklanmamaktadır? 12) Sağlık Bakanlığı’nın her iki kurulunun elinde de bu konularda yapılmış araştırmalar var mıdır? Varsa bunların sonuçları nelerdir? Yoksa, niçin araştırmalar yapılmamıştır? 13) Yüzde seksene yakın bölümü aşılanmış olan 65 yaş ve üstü nüfusa uygulanan yasakların sürdürülmesinin anlamı nedir? 14) 65 yaş ve üstü nüfusun, ev hapsinden dolayı hastalandıkları ve toplu ulaşım kullanmaları da yasaklandığı için, yaşamları için gerekli işlemleri yapmakta zorlandıkları bilinmemekte midir? 15) İktidarın denetimindeki medyada, virüsün kapalı yerlerde bulaştığı belirtildikten sonra, kongrelerden hiç söz edilmeden, lokanta ve kafelerin suçlanmasının kamuoyunu ikna etmekten uzak olduğu görülmemekte midir? 16) Okullarda bütün sınıflardaki her türlü eğitim, niçin “çevrim içi” yönteme dönüştürülmemiştir? 17) Öğretmenlere aşılama önceliği tanınmış mıdır? HHH Sevgili okurlarım, bu sorular daha da artırılabilir ama herhalde anafikri anlamış olmalısınız: İktidar, Covid19 ile mücadele edemiyor, etmiyor, edebiliyormuş, ediyormuş gibi yapıyor! Laikliğe dokunmak ateşle oynamaktır Kupa Cumhuriyet Prof. Dr. Yakut Irmak Özden Atatürk Kültür Vakfı Başkanı Son günlerde gündemi işgal eden kimi olaylar ve hükümetçe alınan kararlar laiklik konusunda bazı anılarımı canlandırdı. Öncelikle bunlardan ikisini sizlerle paylaşmak istiyorum. 2000’li yılların başında bir cuma günü görev yapmakta olduğum İstanbul Üniversitesi’nin “profesörler evi” diye andığımız restoranında Beyazıt Meydanı’na bakan bir camın önünde öğle yemeği yerken Beyazıt Camisi’nin yakınlarında dolaşan kara çarşaflı iki kadın dikkatimi çekmişti (o kıyafetle erkek de olabilirlerdi doğal olarak). ‘Ya laiklik!..’ Derken cuma namazının cemaati camiden çıkmaya başlayınca bu iki kişinin taşımakta olduğu paketten üzerinde gayet okunaklı biçimde “ya laiklik rezilliği ya hilafet güzelliği” yazan bir pankart çıkarılıp açıldı birden... Neyse ki camiden çıkanlar bu iki kişiye ve taşıdıkları pankarta herhangi bir ilgi göstermeden dağıldılar. Bugün olsa ne yaparlardı bilemiyorum... Laiklik konusu geçtiğinde hep aklıma gelen bir diğer anıma gelince. Uzun yılAtatürkçü hedeflerin çoğunun laikliğin yokluğunda gerçekleşememiş ya da varlığını sürdürememiş olacağı açıktır. lar önce, (1980’lerin sonuna doğru) Malezya’da “nüfus ve anaçocuk sağlığı” temalı bir uluslararası kongreye “Türkiye’de aile planlaması yasaları ve uygulamaları” konusunda bir bildiri sunarak katılmıştım. Konuşmamın sonunda yanıma yaklaşan genç bir hekim hanımın sorusu şuydu: “Ülkeniz insanlarının hemen hemen hepsinin Müslüman olduğunu biliyorum. Peki, bu yasaları nasıl çıkarabildiniz?” Ben de kendisine, nüfusumuzun büyük çoğunluğu Müslüman olsa da devlet yönetiminin ve yasama erkinin Atatürk devrimleriyle laikleştiğini anlattığımda, yüzüme imrenerek bakmış ve “Ne kadar talihlisiniz” demişti... Son zamanlarda tanık olduğumuz bazı gelişmeler laiklik karşıtı ödünlere işaret etse de ben Cumhuriyetimizin bu çağdaş düzeni içinde doğup büyümüş ve pek çok konuda laikliğin nimetlerinden yararlanmış olan üst düzey yöneticilerimizin bu nimetlerden vazgeçmek hevesinde olacaklarını pek sanmıyorum. Burada gördüğüm tehlike, bu kişilerin siyasal tabanlarını genişletmek ve güçlendirmek amacıyla hoşgörüyle baktıkları ve destekledikleri tarikatların oylarını kaybetmemek için laiklikten verecekleri ödünlerin kontrolden çıkmasıdır... Bu bağlamda İsmet Paşa’nın “Ben irticadan korkarım; zira Mehmetçik karşısında yeşil bayrağı görünce donup kalır” deyişi hep aklımdadır. Devrimlerin koçbaşı Bildiğimiz gibi uluslararası düzeyde antiemperyalizmi, ulusal düzeydeyse çağdaşlaşmayı hedefleyen Atatürkçülük, bu hedefleri gerçekleştirebilmek için altı okla özetlenen ilkelere dayanır. Bu ilkeler, tıpkı bir zincirin halkaları gibi birbirini tamamlar. Bu ilkeler arasında laikliğin temel bir önemi ve rolü vardır. Gerçekten de Atatürkçü hedeflerin çoğunun laikliğin yokluğunda gerçekleşememiş ya da varlığını sürdürememiş olacağı açıktır. Nitekim Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüzyılında pek çok aydın, düşünür toplumu çeşitli yönleriyle çağdaşlaştırmayı hedeflemişler ama laikliğin yokluğunda tasarladıkları atılımları gerçekleştirememişlerdir. Laiklik tüm ilerici ve devrimci atılımların önünü açmıştır. Yazımı bitirirken laikliğin ülkemiz için olduğu kadar tüm insanlık için de gelişime ve çağdaşlığa giden devrimci yolların kapılarını açan değerli bir anahtar olduğu inancımı bir kez daha vurgulamak istiyorum. Cumhuriyetten meşrutiyete Remzi KOÇÖZ EMEKLİ EMNİYET MÜDÜRÜ 23Nisan 1920’de Mustafa Kemal Paşa liderliğinde, Heyeti Temsiliye öncülüğünde, Milli Mücadele’nin merkezi Ankara’da, Anadolu ve Rumeli’den bin bir güçlükle Ankara’ya gelen vekillerce Büyük Millet Meclisi açılmıştı. Meclis, tek yetkili güç olarak iç ve dış düşmanlara karşı, uzun ve kanlı bir savaşa girişecekti. Meclis Başkanı seçilen Mustafa Kemal Paşa’nın “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesinin benimsenmesi, Ankara’da bağımsız, yeni bir Türk devletinin kuruluşunun da habercisiydi. TBMM, kurucu meclis konumundaydı ve içinden seçilen İcra Vekilleri Heyeti, bakanlar kurulunu oluşturuyordu. Misakımilli ruhuyla çalışan Meclis, 1921’de Teşkilatı Esasiye Kanunu’nu yapacak, devlet kuracak ve kurumsallaştıracaktı. TBMM, emperyalizme karşı verilen Kurtuluş Savaşı’nın ardından, saltanat ve hilafet bağlamında din devletine son verdi. Cumhuriyet ilkelerine dayalı bir siyasal rejim kurdu. Anadolu İhtilali ve Türk Devrimi’yle, egemenlik saraydan alınıp halka verildi. Ümmet yapısından millet yapısına geçildi. 2002 sonrasında neler yaşandı? Atatürk döneminde, çok partili hayata geçiş, dünyada totaliter rejimlerin öne çıktığı bir süreçte denendi fakat kalıcı ve başarılı olmadı. İnönü döneminde, İkinci Dünya Savaşı sonrasında çok partili hayata geçildi. Parlamenter demokrasi, 19601980 arasında darbelerle gelgitler yaşadı. 1980 sonrası, karşıdevrim sürecidir. 2002 sonrası ise “vesayetleri kaldıracağız” söylemiyle, Cumhuriyet kurumlarına, değerlerine, yurtsever aydınlara kumpaslar kuruldu. 2015 Haziran seçimleri sonrasında, Meclis aritmetiği, iktidara tek başına hükümet kurma fırsatı vermedi. İktidar ve muhalefet arasında koalisyon amaçlı istikşafi görüşmeler çerçevesinde süre dolduruldu. Hükümet kurulamadı. Seçimler yenilendi. Bu süreçte şiddet ve terör sarmalı ülkemizi kasıp kavurdu. Seçimlerden galip çıkan iktidar partisi, yeniden tek başına hükümeti kurdu. Sonra, 15 Temmuz 2016’da FETÖ’nün darbe girişiminin ardından, kendini milliyetçi addeden muhalefet partisi tarafından tek adam rejimine geçişe yeşil ışık yakıldı. 2017’deki anayasa referandumuyla sistem değişikliği denilerek parlamento devre dışı bırakıldı. Tüm yetkiler tek adamda toplandı. Yürütme ekseninde, otokratik bir yapının önü açıldı. 2018’de, OHAL şartlarında, mühürsüz oylarla ve tercih yerine evet mührü kullandırılarak şaibeli bir seçim yapıldı. Yapılan birçok tartışmaya, itiraza rağmen “Atı alan Üsküdar’ı geçti”. Tüm bunlar, akıllarda soru işareti bıraktı. “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” hayata geçirildikten sonra, 2019’da yapılan yerel seçimlerle, parlamenter sisteme yeniden dönüşün stratejisi tartışılmaya başlandı. 2023 hedefi ne olmalı? Bazı tarihçiler, TBMM’nin açılışını, Cumhuriyete giden süreci ve Cumhuriyetin ilanını, III. Meşrutiyet olarak niteleseler de aslında III. Meşrutiyet, 21. yüzyılda, Türkiye’nin gündemine parlamentonun devre dışı bırakılıp tüm yetkilerin tek adama verilmesiyle girdi. Buna da pek çok siyasetçi ve uzman tarafından “sivil darbe” dendi. Umudumuz, TBMM’nin 100. yaşında ulaşılamayan hatta geri sardırılan demokrasinin, tüm demokrasi güçlerinin katılımıyla, yeniden çağdaş uygarlık rotasına döndürülmesidir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle