06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Kupa Orhan Veli Kupa Cumhuriyet 2 16 NİSAN 2021 CUMA olaylar ve görüşler [email protected] Türkiye’nin su ve sulama sorunu İklim krizi, su ve sulama sorununu tetikliyor, büyütüyor. Her geçen gün su kaynakları kuruyor, suya erişim zorlaşıyor. Suyun tasarruflu kullanımı ve doğru yönetilmesi sorunsalı öne çıkıyor. Mehmet Şakir ÖRS Toprak, hava ve su, tüm canlılar için hayatın vazgeçilmezleri, daha doğrusu olmazsa olmazları!.. Değerli şairimiz Edip Cansever, sabah serinliğinde doğaya düşmüş çiy damlası örneği insana yaşam sevinci ve coşkusu veren güzelim dizelerinde ne de güzel anlatır bunların yaşamımızdaki önemini: “İnsan yaşadığı yere benzer / O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer / Suyunda yüzen balığa / Toprağını iten çiçeğe / Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine...” Yaşadığımız yerler, buraların toprağı, havası, suyu, hepimiz için, herkes için derin anlamlar içeriyor ve elbette her daim büyük önem taşıyor. Su en temel yaşam hakkıdır Gelinen aşamada, tüm canlılar için hayat giderek zorlaşıyor. Doğanın toprağı da havası da suyu da bozuluyor ve eksiliyor. Bu durum, başta insanoğlu olmak üzere tüm canlıları derinden etkiliyor. Doğa, çevre, tarım ve gıda meseleleri öne çıkıyor. Bu konular, günümüzün ekonomik, siyasal ve toplumsal gündeminin başat konularıdır. Dolayısıyla ekonomi, politika ve toplumsal yaşam üzerine düşünce üretenler, yeni yaklaşımlar getirmek isteyenler, bu konulara duyarsız kalamazlar, kalmamalıdırlar. Bu bağlamda ve böylesi bir bakışla konuya yaklaşıldığında, su en temel yaşam hakkıdır. İklim krizi ve su sorunu Günümüzde iklim krizinin büyüttüğü olumsuzluklar artıyor. Sorunun etkilediği alanların boyutları genişliyor. Giderek küresel soruna dönüşen iklim krizinden, ülkemiz de derinden etkileniyor. Su kaynaklarımız kuruyor ve azalıyor. Doğal olarak suya erişim de zorlaşıyor. Kentlerde tükettiğimiz suyun kalitesi bozuluyor. Barajlarda su miktarları düşüyor. İklimin kurak gittiği dönemlerde, bu azalış kentlerde neredeyse hayatı tehdit eder noktalara ulaşıyor. Suyu dikkatli ve tasarruflu kullanmak önem kazanıyor. Bir de konunun tarımı ve gıda üretimini doğrudan ilgilendiren ve etkileyen boyutu var. Ülkemizde su kaynaklarının yüzde 77’si tarımsal sulamada kullanılıyor. Sulu tarımsal üretimin yapılabildiği alanlar giderek azalıyor. Tarımsal havzalarda ve ovalarda sular çekiliyor. Eskiden çok daha kısa mesafeden çıkarılabilen tarımsal su için şimdi çok daha derin kuyulara ulaşmak gerekiyor. Bu durum, ister istemez, üretici için suyu daha pahalı, maliyetli ve erişilmez hale getiriyor. Taşıma suyuyla nereye kadar? Özellikle hayvancılığın ve aile ziraatının yoğun olduğu yörelerde, bu işlerle uğraşan çiftçiler, tankerlerle, bidonlarla su getirerek ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyorlar. Ancak bu durum hem yapılan işi zorlaştırıyor ve hem de hayvancılığı, tarımsal üretimi, daha da pahalı hale getiriyor. Üretimde en temel girdi olan suyun maliyeti artıyor. Tabii tarımsal alanda en temel girdi olan suyu bulabilmek ayrı dert, bulunabildiğinde de maliyetini karşılayabilmek başka bir dert. Üretimin yapıldığı geniş havza ve ovalarda, sulamada kullanılan elektriğin maliyeti ise başlı başına bir sorun. Pahalı elektrik nedeniyle, kabarık elektrik faturalarını ödeyemeyen ve bu nedenle yeterli sulama yapamayan çok sayıda çiftçimiz var. Sulama ve kooperatifler Sulu tarımsal üretimin yapıldığı sulak alanların son dönemde yapılaşmaya açıldığını ve buralarda betonlaşmanın hızla arttığını üzülerek görüyoruz. Böylesi alanlarda, yanlış ve özensiz tercihlerle kamusal altyapı yatırımları da çoğalıyor. Alan seçiminde doğa ve çevre koşulları yeterince gözetilmiyor, önemsenmiyor. Tarımsal üretime uygun değerli araziler yok ediliyor. Bu duruma en çarpıcı örnek, tartışmalı “Kanal/Beton İstanbul” projesidir. Tarımsal sulamanın bir başka önemli boyutu, bu hizmetin örgütlenmesi meselesidir. Bu konu üzerinde ciddiyetle durulmalı ve toplumsal bir bakış açısıyla soruna yaklaşılmalıdır. Tarımsal üretim bölgelerinde, diğer birçok konuda olduğu gibi sulama konusunda da kooperatifleşme temel bir örgütlenme modeli olmalıdır. Var olan sulama kooperatifleri yaygınlaştırılıp güçlendirilmeli ve daha etkin yöresel, bölgesel, merkezi örgütlenmelere, birlikteliklere ulaştırılmalıdır. Başkanların su manifestosu Dünya Su Günü’nde İzmir’de bir araya gelen CHP’li 11 büyükşehir ve 11 il belediye başkanı, yaptıkları ortak çalışmayla ve yayımladıkları manifestoyla, su sorununa adeta el koydular! Konuya gösterdikleri duyarlılık ve yaptıkları çıkışla da anlaşılmaz bir şekilde Katar’la su yönetimi anlaşması imzalayan siyasal iktidara önemli bir ders verdiler. “Başka bir su yönetimi mümkün!” başlıklı manifestoda, iklim krizinin su kaynakları üzerindeki etkilerinin azaltılması ve kuraklıkla mücadelede başarılı olunması için su yönetiminde ilkesel değişiklikler önerdiler. Ayrıca, atılması gereken adımları sıraladılar. Bu önerilerin, ilgililer, yetkililer ve ülkeyi yönetenler tarafından mutlaka dikkate alınmasını ve gereğinin ivedilikle yapılmasını istiyoruz. Su konusunda gösterilen bu örnek çabanın, ülkenin ivedi çözüm bekleyen diğer sorunlarına da taşınması gerektiğini düşünüyoruz. Elektronik kelepçe mi, paslı kilit mi? Ülkesine hizmet aşkıyla yetişmiş olan ve bu aşklarına hiç ihanet etmemiş olan Emekli Amirallerin ayaklarına elektronik kelepçe takılmış. Aslında bu kelepçe, toplumun demokratik reflekslerine, temel hak ve özgürlüklerine vurulmak istenen bir prangayı simgeliyor. HHH Medyaya yansıyan haber şöyle: Montrö Sözleşmesi ve Tuğamiral Mehmet Sarı’nın “sarık ve cüppe” giydiği fotoğraflar üzerine açıklama yapan 104 Emekli Amiralden 14’ü hakkında “Suç işlemek için anlaşma” yapmaktan soruşturma başlatılmıştı. 10’u 6 gün Emniyet’te tutulduktan sonra ifadeleri alınan 14 emekli amiral adli kontrolle bırakılmıştı. Sözcü’den Saygı Öztürk’ün haberine göre, dün Cumhuriyet’te, Barış Terkoğlu’nun kitabından alıntılar yaptığı Deniz Kuvvetleri Komutanlığı eski Kurmay Başkanı Emekli Koramiral Atilla Kezek’e Ankara’da elektronik kelepçe takıldı. Antalya’da bulunan Emekli Amiral Turgay Erdağ’a da kelepçe takılacağı telefonla bildirildi. Amirallerin avukatlarından Şule Nazlıoğlu Erol: “Bu insanlar Ergenekon ve Balyoz soruşturmaları döneminde koşa koşa adliyeye gitti. Yıllarını devlet hizmetine vermiş, belli yaşın üzerindeki emekli amirallerin elektronik kelepçe takılması ağırlarına gidiyor. Hepsi bu kararın şaşkınlığı ve üzüntüsünü yaşıyor” dedi. HHH Bu arada CHP’nin sorduğu “128 Milyar Dolar Nerede” sorusu iktidarın bamteline bastı ve dengesini bozdu: İktidar mensuplarının, “Para kasada”, “Para sizde”, “Koronavirüs ile mücadelede harcadık” veya “Çeşitli gerçek ve tüzelkişilere sattık” gibi çelişik yanıtlar vermeleri üzerine CHP örgütü, bu soruyu soran afişleri il ve ilçe örgütlerinin binalarına astı! Bu afişlere karşı iktidar derhal harekete geçti ve CHP ilçe örgütlerinin binalarına astıkları afişler, gece yarısı polisler tarafından vinçler filan da kullanılarak indirilmeye başlandı. Kimi illerde, “Cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasıyla, yargı kararı alındı. Kimi illerde, savcının gerekli ceza yasası maddesini bulamadığını belirtmesi üzerine, valilik kararı uygulandı. Kimi illerde ise valilik tarafından “Koronavirüs salgını dolayısıyla afiş asılması yasaklandı”. Kaldırılan afişlere karşı çeşitli tepkiler dile getirildi: “Savcı bunun Cumhurbaşkanı ile ilgisini nereden kurdu?”… “Vatandaşın parasının hesabını sorması en doğal hakkıdır”… Ya da “Koronavirüs salgını ile afişlerin ne ilgisi var?”… Denildi. Bu arada Kastamonu CHP İl Başkanlığı, valilik tarafından kaldırılan “128 milyar dolar nerede?” afişinin yerine “256 kâğıdın yarısını nettiniz. Deyivesenize?” yazılı yenisini astı. Bu afiş de polis tarafından indirildi. Bazı ilçelerde indirilen afişlerin altından Kemal Kılıçdaroğlu’nun fotoğrafı çıktı. Afişlerin toplanmasına tepki gösteren CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, “Soruların cevabı alınıncaya kadar afişleri asla ve asla kaldırmayacağız” dedi. HHH Tam bu sırada, aralarında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun da bulunduğu bazı milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına ilişkin fezlekeler TBMM’ye yollandı. Olayların akışına bakarsak, Emekli Amirallerin ayaklarına takıldığı belirtilen o kelepçenin, aslında Kanal İstanbul’u, Montrö’yü, TSK’ye sızan tarikatçıları ve el değiştiren 128 milyar doları sorgulayanların beyinlerine ve ağızlarına takılmak istenen paslı ve çürük bir kilit olduğu ortaya çıkar! 21 Işık: Köy Enstitüleri Recep Nas Emekli Öğretim Görevlisi Kurulduğundan bu yana Köy Enstitüleri üzerine çok konuşuldu, çok yazıldı, çok sayıda kitap yayımlandı, yüksek lisans ve doktora tezleri yazıldı, filmler yapıldı. Akla gelenlerden bazıları: Toprağın Çocukları, Yarım Kalan Mucize, Yücel’in Çiçekleri... Dahası belgeseller çekildi. Adına dernekler, vakıflar kuruldu. Köy Enstitülerinden yazarlar, şairler, bilim insanları, sanatçılar yetişti. Saysam, eksik kalabilir. Bu insanlar, Hasan Âli Yücel’in açtığı Tercüme Bürosu’nun klasiklerini okudular ilkin. Ne de olsa “Öğrencilere her gün serbest okuma yaptırılacak ve onlara kitap okuma alışkanlığı mutlak surette kazandırılacaktır” diye genelge gönderen, “Aydınları okuma alışkanlığı kazanmayan toplumlarda düşündüğünü yazan, fikirlerini açıklayan insan da pek az olur, meydan demagoglara kalır” diyen Köy Enstitülerinin mimarı İsmail Hakkı Tonguç vardı başlarında. Bize özgü Köy Enstitüleri tarihsel koşulların, toplumsal gerçeklerin ürünüdür, öz be öz bizimdir, özgündür. Genç, laik Türkiye Cumhuriyeti’nin gereksindiği insanı yetiştirme arayışlarının ürünüdür. Suskun, çekingen köylü çocukları nasıl oldu da nasıl bir eğitimden geçtiler de konuşan, tartışan, hak arayan, sorgulayan, eleştirel düşünen, sözünü sakınmayan, başı dik bireyler oldular? İşte üzerinde düşünülecek, bugün de yararlanılacak olan, bu kurumlarKapatıldı Köy Enstitüleri. Neden? Yurtsever, üreten, aydın ve aydınlatan, uyandıran insanlar yetiştirdiği için... Neden? Köylü yoksul, cahil kalsın da sömürene kul köle olsun, avuç açsın, üstelik ona duacı olsun diye. da yaratılan eğitim iklimi, ortamı, oluşturulan “hava”... Köy Enstitüleri, köy çocukları için ikinci bir dölyatağı oldu, yeniden doğdular orda. Çekinik kalmış yetenekleri, gizilgüçleri, bastırılmış yatkınlıkları ortaya çıktı, serpildi, gelişti. Orda iş, tarım vardı, sanat, müzik, tiyatro vardı, kültür vardı. Akıl ve umut gözleri Köy Enstitüleri, köy çocuklarını sevgiyle, saygıyla kucakladı, bağrına bastı, kabul etti. Söz hakkı tanıdı, dinledi onları. Köy Enstitülerinin verimli toprağı bu “tohumları” meyveye dönüştürdü. “600 yıl sustunuz. Susmayın, konuşun, düşünce üretin” dendi onlara. Köy Enstitülerindeki eğitim, iş için, iş içinde, işle eğitimdi. İsmail Hakkı Tonguç, “İş, elinizden önce kafanızdan çıkmalı” diyordu. Aslolan insanı bütüncül yetiştirmekti. İş ahlakı edinerek kendilerini, insanca yaşanacak biçimde çevrelerini değiştirmeyi öğreniyorlardı. Anahtar sözcük imeceydi. Yarışma yok, işbirliği, dayanışma vardı. Yeğlenen, bir kişinin dev adımı değil, bin kişinin insan adımlarıydı. Emek en yüce değerdi. Savsöz şuydu: “Bayramlarda çalışalım, bayramlar için...” “Cumartesi Toplantıları” yapılırdı. Müdür, öğretmen, öğrenci, herkes oradaydı. Herkesin söz hakkı vardı. Eleştiriyorlar, eleştiriliyorlar, tartışıyorlardı, özgür bir ortam vardı. Müdürün önerisi bile reddedilebiliyordu. Köy çocuğu donanıp aydınlanarak köye dönecek, köy, eğitim yoluyla içerden canlandırılacaktı. Köylünün, uygun yöntemlerle, uygun ortamlarda eğitilerek kendi yazgısını kendisinin değiştirmesi amaçlanmıştı. Peki sorulmamalı mı, düşünen, yurtsever, emeğe saygılı bu köy çocuklarını yetiştiren yöneticilerin, eğiticilerin bunca özverili, çalışkan olmalarının nedeni, kaynağı neydi? Denebilir ki bütün dünyada saygı yaratan Türkiye Cumhuriyeti’nin onurlu yurttaşları olduklarının bilincindeydiler. Aydınlanma için çoban ateşlerini köy köy, okul okul yakan Prometheus’ları yetiştirdiler. Köy Enstitüleri de, Cavit Orhan Tütengil’in deyişiyle, Türkiye haritamızın 21 köşesinden bize bakan akıl ve umut gözleriydi. Cehaletin zaferi Kapatıldı Köy Enstitüleri. Neden? Yurtsever, üreten, aydın ve aydınlatan, uyandıran insanlar yetiştirdiği için... Neden? Köylü yoksul, cahil kalsın da sömürene kul köle olsun, avuç açsın, üstelik ona duacı olsun diye. Kimler kapattı? Milletin kazancının milletin kesesine girmesini, köylünün efendi olmasını istemeyenler... Kapattılar Köy Enstitülerini, Türkiye’nin ışığını söndürdüler.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle