23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 6 OCAK 2019 PAZAR cengiz.yıldırım@cumhuriyet.com.tr TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Felsefe tek başına yeterli mi? AFŞAR TİMUÇİN Üniversite öğrenciliğimiz sırasında hocalarımız bize felsefeyi başka bilgi alanlarıyla karıştırmayın derlerdi. Onlar saf felsefeden yanaydılar: onlara göre felsefeyi özellikle toplumbilim gibi ruhbilim gibi iktisat bilimi gibi tarih bilimi gibi alanlara yaklaştırmak yanlıştı. Felsefeye hiç yaklaştırılmaması gereken alan tarihin alanıydı: tarihin felsefeyle bir ilişkisi olamazdı. Hocalarımız derslerini de doğal olarak bu anlayış çerçevesinde anlatırlardı. Onların bu tutumları mesleki bir titizlikten mi yoksa siyasal bir kaygıdan mı geliyordu? Biz öğrenciler sorunu kendi aramızda enine boyuna tartışmış olmasak da en azından bazılarımız bu katıksız bu saf felsefe anlayışına akıl erdiremiyorduk. Bize göre felsefe bütün insan bilimlerinden hatta gerektiğinde doğa bilimlerinden yararlanmalıydı. Biz bunu konu edecek durumda değildik. Hocalarımız genelde bizim gibi geniş insanlar değillerdi: onlara ters gelecek bir söz söylediğimizde ağır eleştiriye uğrardık. İnsan bilimleriyle bağlantı kurmazsanız örneğin Platon’un devlet anlayışını nasıl kavrayacaksınız? Nitekim çok şeyi kavrayamıyorduk. Tarihsel ve toplumsal temellerine oturtmadığınızda Platon’un devleti gözünüze bir düşçünün gerçekliğe dokunmayan tasarı mı olarak görünür. Descartes’da XVII. yüzyılın Fransa’sını, Hume’da XVIII. yüzyılın İngiltere’sini göremezsek, aynı zamanda bütün geçmiş yüzyılların toplumsal ve siyasal oluşumlarını göremezsek yaptığımız felsefe ne anlama gelir? Ayrıca tüm yeni felsefelerin temellerini araştırırken onlarda özellikle Yeniçağ’ın gelişmekte olan ve Rönesans’a hatta ta XIII. yüzyıla dayanan ortak kültürünü bulamazsak felsefeden ne elde ederiz? Gerçek bilgi zamanda ve uzamda doğrulanan bilgidir ve bilgiler her koşulda birbirleriyle açıklanırlar. Bütün bilgi alanları bir yana, tarihsel temeli olmayan bir bilginin felsefede hiçbir karşılığı yoktur. Örneğin Stoa’cılığın ve Epikuros’çuluğun uzağında anlaşılan bir Rönesans anlaşılmamış bir Rönesans’dır. İki yeni bilim Felsefe bilim olmamakla birlikte bilimsel ağırlığı olan bir bilgi alanıysa bunu biraz da insan bilimleriyle olan ilişkisine borçludur. Özellikle XIX. yüzyılın verimi olan ve düşünce dünyamıza yeni boyutlar kazandıran, biri insan gerçeğini bütün evrenselliğiyle öbürü onu bütün derinliğiyle ele alan iki yeni bilim, toplumbilim ve ruhbilim sanatları zenginleştirirken felsefeye de yeni olanaklar kazandırdı. Oysa XVIII. yüzyılın Kant’ı da toplumbilimin kurucusu olan XIX. yüzyılın Comte’u da ruhbilimin bir bilim olabileceğine inanmamışlardı. Felsefe alanında yanılgılar bile gün olur bizi zenginleştiren etkenler olarak iş görürler, en azından karşıtlarını düşündürerek. Felsefe dediğimiz bilgi alanı tarihsel kavrayışa sıkı sıkıya bağlıdır: tarihten kopar ya da uzaklaşırsa anlamını yitirir. Felsefe tarihinin dışında felsefe yoktur dersek aşırıya kaçmış olmayız. Zaten hangi alan söz konusu olursa olsun, bir alanda bilgiler tarihin dışında ele alındıkları zaman canlılıklarını hatta anlamlarını yitirirler. En küçük bir bilgi bile tarihsel öngörünün uzağında kalmamalıdır. Tarih dışında düşünülen yani kendi olarak ele alınan her bilgi yanıltıcıdır. Tarihi basitçe olaylar tarihine indirgemeden nedenlerin tarihiyle ilgilenmek gerekir. Tarih için olaylar elbette bir gerekliliktir ama salt olay anlatımına dayanan bir tarih kavrayışı bizi eğlendirmeye bile yaramaz. Özellikle uygarlıkların dönüşüm noktaları göz önünde tutularak yazılmış bir tarih, insan bilimlerinin verileri göz önünde tutularak yazılmış bir tarih bir nedenler araştırması olmakla her alana olduğu gibi felsefeye de aydınlıklar getirecektir. Hocalarımızın katışıksız felsefe ya da salt felsefe savları sanırım ideolojik kaygılardan kaynaklanıyordu. Felsefenin kendiyle bir sıkıntısı yoktur, onun sıkıntısı bozucu iç ve dış etkenlerden gelir. Felsefenin ne olduğunu kavramadan felsefe yapmaya kalkmak yararsız olduğu gibi zararlı da bir girişimdir. Felsefeyi siyasetten arındırmaya kalkmak boşunadır. Arayıcı ve dönüştürücü yapısıyla felsefe zorunlu olarak siyasal bir ağırlık taşıyor. Felsefe yaparken siyaset yapmış oluyoruz. Felsefe siyasettir Felsefe yapıyorsak gözler üstümüzde olacaktır. Bu yüzden kurulu düzenler sürekli bir değişimi öngören felsefeden yıldılar ve yakın zamanlarda yapay felsefe anlayışları icat edildi. Sözde felsefeler dünyanın her köşesinde hali vakti yerinde olanları eğlendirmeye çalışıyor. Arı felsefe düşleri felsefenin doğasını bozmaktan başka bir işe yaramıyor. Bu da ileri biçimlerinde bir yalanın izini sürmek anlamına geliyor. En acı gerçek bile kendini bilene en tatlı yalandan daha tatlıdır. Felsefe bir araştırma alanı olarak ahlakı kendinde barındırırken doğruların bilgisi olmakla zaten başlıbaşına bir ahlaktır. Onu amacından saptırmak biraz da ahlak yolundan ayrılmak olmaz mı? Hiçbir şey ya da hiçbir kişi kendi olarak yani tek başına pek de önemli değildir, her şey ya da her kişi kendi olarak başkalarıyla ilişkisi içinde ve o ilişkinin niteliğine göre anlam ve değer kazanır. İnsanbilimci Bozkurt Güvenç’in ardından... Sanatçı Mehmet Kıyat İMECE’de BAYRAK SANATÇILARDA Doku Sanat Galerisi’nin sahibi sanatçı Mehmet Kıyat, galerisinde resimleri sergilenen Hikmet Duruer, Kayıhan Keskinok (3 adet), Adnan Turani (4 adet), Fahrettin Tolun (1 adet) ve Mustafa Ayaz’ın (1 adet) on adet çalışmasıyla kendisine ait toplam 110 çalışmasını; bir süre önce sona eren Cumhuriyet Okurları’nın (CUMOK) İMECE’si kapsamında gazetemize bağışladı. İMECE’ye daha önce de kendisinin ve galerisinde bulunan sanatçıların çalışmalarını hediye eden sanatçı Mehmet Kıyat, “Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana aydınlanma savaşımına büyük katkıları olan Cumhuriyet gazetesine destek vermenin kendisi için onur olduğunu” belirtti. Prof. Dr. Sabri ÇAKIR lan ve sadece lisansüstü 10 Aralık 2018 Dünya İnsan Hakları Günü’ydü. İnsa eğitim veren H.Ü. Antropoloji Bölümü’nün kurucusuydu o. Ondan çıkan bu nefes, bu ses insanı nın hak, hukuk, adalet ve onun yarattığı kültü ve özgürlüklerinin ko rü konu edinen bir bili runması gerektiğini sa min, başvuru/referans vunan böylesine anlam kaynağı yok algısının si lı bir günde Türkiye’de de bir insanbilimci/ant Bozkurt Güvenç linmesinde etkin rol oynamıştır denilebilir. Gü ropolog daha bu izbe dünyadan venç ve eserleriyle ilgili konuş geçip gitti. Kimileri göçüp git mak, yazı yazmak, eleştiri yap ti, kimileri ebediyete göç etti, ki mak o denli kolay değildir. Çün mileri Tanrı’ya erişti, kimileri de kü o, çok mükemmeliyetçi, sa öbür dünyaya göçtü, elini ayağı kin, sessiz, zamanı çok iyi kulla nı çekti derler ölenlerin ardın nan, mesleğinin ve araştırıp yaz dan. Bu gibi ifadeler, özlü ve an manın tadını çıkaran bir izlenim lamlı sözler ölümü bir yok olma, bırakmıştı bende. Bu yolda yürü bir son olarak algılamayıp tam yen gençlere önerim, bilgi sahibi tersine onu, sonsuzluğa geçiş olmadan uslamlama yapmamala noktası, mekân değiştirme (göç), rıdır. Ama bu demek değildir ki, taşınma olarak düşünüldüğünü zamanla yazdıkları, araştırdık göstermektedir. ları, söylemleri hakkında konu Geriye ne bıraktı şulmayacak, yazılıp çizilmeyecek... Çalışmalarını bir meslek Ama en önemlisi de geriye ne taş sorumluluğu ile uzaktan izle bıraktı sorusudur insanların ka yen bir sosyal bilimci olarak çok fasında dolaşan! Ölenin ardından yapıt ürettiğini, “kendini bilme yapılan cenaze merasimi, yas/ yen”, “kendini tanımayan” insa matem törenleri, anma etkinlik na bu yapıtları aracılığı ile yanıt leri, dinsel ritüeller vb., hep geri lar vermeye çabalamıştır. Boz de bırakılan her ne ise ona göre kurt Hoca, “İnsan nedir, kimdir biçimlenir, yoğunlaşır ve duyu o insan?” başlıklı makalesinde rulur. Toplumumuzda genellik bilenle bilmeyeni, bu erdemi, yü le zenginlik, ün, unvan, saygın celiği bakın nasıl anlatıyor: lık, iyilikkötülük, siyasal kim “O ki, bilmiyor ama bili lik; kısaca ölen kişinin toplum yor bilmediğini çocuktur, onu sal konumu ve rolleri bu uğurla eğitin(yetiştirin). O ki, bilmiyor ma/yolcu etme törenlerinin, ya ama bilmiyor bilmediğini cahil pılan uygulamaların yoğunluğu dir, ondan uzakça durun. nun artıp eksilmesinde en önem O ki, biliyor ama bilmiyor bildiği li değerler, etkenlerdir. ni belki uykudadır, onu uyandırın. Nerde ise cumhuriyetimiz O ki, biliyor ama bildiğini bil le yaşıt bir insanbilimci Bozkurt ge kişidir, onu izleyin.” (Varlık, Güvenç; bu değerlerden hangisi Ekim 1989) ne daha yakındı ve onun kimli Güvenç, kendini bilmenin, ta ğini, kişiliğini, toplumsal konu nımanın, anlamanın önemini bu munu, kısacası 92 yıllık ömrünü dizelerle ifade etmeye çalışmış hangi etkenler biçimlendirmişti? tır. Bu dizeler antropolojinin, bi Kısa da olsa tanıdığım, ders lenle bilmeyenin eşit olmayaca lerimde, çalışmalarımda, insan ğını, eğitimin, öğrenmenin insan bilimsel değerdeki yapıtların ve toplum için ne denli anlam dan yararlandığım Bozkurt Ho lı olduğunu bize anlatmaktadır... ca, Atatürk Cumhuriyeti’nin ye Demokrasinin rayından çıktığı, tiştirdiği gerçek anlamda bir bi kültürel kutuplaşma ve çatışma lim insanı, bir aydındı. Öncelik ların yaygınlaştığı siyasal ortam le mimardı, sonra antropolog ve da, Güvenç’in Kültür ve Demok bir kültür bilimciydi... Onu bi rasi, Kültür ve Eğitim gibi yapıt çimlendiren, değerine değer ka larının okunup anlaşılmasının tan, tanıtan zenginliği geleceğin tam zamanıdır diyorum. Böylece antropologlarına ve eğitimcileri toplum, kendisi gibi düşünme ne kültürel kalıt olarak bıraktı yen, aynı ideolojiyi, aynı kültürü ğı özgün yapıtları ve araştırma paylaşmayan, kendinden olma larıydı. Bu yapıtların temelinde, yanı ötekileştirmeyen insanlarla insanın/insanlığın toplum yaşa birlikte ortak değerler ekseninde mında ürettiği, yarattığı kültür, birleşir ve birlikte yaşamayı öğ insan ve değişme kavramları renir. Bir asra yaklaşan ömrünü vardı. Onun için de ilk yapıtının öğrenmeye, öğretmeye, araştırıp başlığını, İnsan ve Kültür: Antro yazmaya, toplumu aydınlatmaya polojiye Giriş olarak koymuştu. adayan Güvenç, Türk Antropo Ülkemizin sosyopolitik yapısı loji Tarihi’nde layık olduğu yeri nın çalkantılı olduğu 1972’li yıl alacaktır. Geleceğin antropolog larda Türk Antropolojisi bu ya ları, sosyolog ve psikologları, kı pıtla tanışıyordu. Antropoloji saca sosyal bilimcileri onun ya nin nasıl bir bilim olduğunu, ku pıtlarından, söylemlerinden çok ramını, kavramlarını ve yönte şey öğreneceklerdir... Türk ant mini formüle eden bu yapıt, ön ropolojisine yaptığı katkılar hiç cekilerden çok farklı ve sistem bir zaman unutulmayacak olan liydi. Türkiye üniversitelerinde İnsanbilimci Güvenç’i burada ki klasik antropoloji bölümlerin saygı, minnet ve rahmet duygu den ayrıcalıklı bir yapıda kuru larıyla anıyorum... Geldikleri gibi giderler (mi?) 1994’TE İSTANBUL’A  NASIL GELDİLER: RP Recep Tayyip Erdoğan % 25.19 ANAP İlhan Kesici  % 22.14 SHP Zülfü Livaneli %20.30 DYP Bedrettin Dalan %15.46 DSP Necdet Özkan %12.38 Sağ kesim: ANAP+DYP=37.60 Sol kesim: SHP+DSP=32.68 Sonuç, RP adayı Erdoğan, solun ve sağın kendi aralarında yaşadıkları bölünmelerden yararlandı. HHH ANKARA’YA NASIL GELDİLER: 1994’te önce SHP adayı Korel Göymen’in kazandığı açıklandı; RP adayı Melih Gökçek itiraz etti, oylar tekrar sayıldı, 6 bin 473 oy farkla Gökçek kazandı. Deniz Baykal/CHP adayı Ali Dinçer, 30 bin 82 oy, Bülent Ecevit/ DSP adayı ise 111 bin 740 oy almıştı. Yani SHP+CHP veya SHP+DSP rahatlıkla Melih Gökçek’in önünü kesiyordu. HHH İSTANBUL VE ANKARA’DAN TÜRKİYE’YE NASIL GELDİLER: Recep Tayyip Erdoğan, RP’den istifa edip, AKP’yi kuran grupta lider olarak yer aldı; İstanbul Belediye Başkanlığı’ndan Başbakanlığa; Başbakan olarak istifa etmeden girdiği seçimlerle Cumhurbaşkanlığı’na; OHAL altında yapılan 16 Nisan 2017 Halkoylamasıyla de Tek Adamlığa geçti; Tek Adam olarak girdiği 24 Haziran 2018 seçimleriyle de iktidarını pekiştirdi. Bütün bu sürecin ardında da 12 Eylül 2010 Halkoylamasında, FETÖ’nün ve “Yetmez Ama ‘Evet’çiler”in desteğiyle, yargının siyasetin emrine girmesi ve hem seçimleri hem de Anayasa’yı, Erdoğan/AKP lehine çarpıtarak yorumlaması vardı! HHH Bu süreçten alınacak üç ders: 1) Erdoğan/AKP, İstanbul ve Ankara Belediyelerinden iktidara yürüdü; demek ki buraların kazanılmaları önemli. 2) Erdoğan/AKP, sürekli olarak rakiplerinin bölünmelerinden yararlanarak iktidar oldu; demek ki demokrasi taraftarlarının ittifakı önemli. 3) Türkiye’de seçimler ve halkoylamaları 2010’dan beri şeffaf, adil ve eşit koşullarda yapılmadı; demek seçimlerde ve halkoylamalarında, şeffaflık, eşitlik, adalet ve güvenlik sağlanmalı. HHH Nasıl yapmalı: Seçimleri boykot işe yarar mı? Bireysel boykot işe yaramaz, iktidarın ekmeğine yağ sürer; ancak partisel ortak bir boykotun demokratik sonuçları olabilir. Bu da, başta CHP olmak üzere, demokrasiye inanan muhalefet partilerinin karar vermeleri gereken bir konudur! HHH DEMOKRASİ MÜCADELESİ BİTMEYEN ZORLU BİR SÜREÇTİR... İSTİKLAL SAVAŞI DESTANINI UNUTMA... YAŞASIN ATATÜRK’ÜN KURDUĞU CUMHURİYET: YAŞASIN BAĞIMSIZ, DEMOKRATİK, LAİK VE SOSYAL HUKUK DEVLETİ! C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle