15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14 6 OCAK 2019 PAZAR Yorum Gülriz Sururi’nin bıraktığı boşluk! Bazı insanların hiç ölmeyecek olduğuna inanırsınız ve öldüklerinde ölüm denilen olayın herkesin peşinde olduğunu bir kez daha anlar, derin bir düşünceye dalarsınız. Gülriz Sururi’nin ölümü de benim derin düşüncelere dalmama neden oldu. Adeta çocukluğum ve gençliğim yanı başıma geldi. 60’lı yıllar, ülkede 27 Mayıs olmuş. Askeri rejim, o yıl askerlik yapacak yedek subayların çeşitli köy okullarında öğretmenlik yapmasına karar vermiş. Türkçesi, bu genç insanlar ülkenin her yerine dağılıp, o yörelerin çocuklarına okuma yazma öğretecekler, bu arada kendileri de ülke gerçeğini tüm açıklığıyla görebilecekler. Kimileri dilini bilmediği yörelerde yepyeni bir dil öğrenecek, kimileri soba yakmayı, kimileri de evleri tek tek dolaşıp babaları kız çocuklarını okula göndermesi için ikna turuna çıkacaklar. Onlardan biri de Engin Cezzar, Gaziantep’in bir köyüne verilmiş, babam da yönetici, yeni öğretmenleri cipiyle köylere götürüyor, onları insanlara tanıtıyor. Tabii Engin Cezzar’ı da. Yolda giderken Engin Cezzar oyuncu olduğunu babama söylemiş, babam da “İyi ya çocuklara iyi bir oyun oynat, köylüler de hayatlarında ilk kez bir tiyatro görsünler” demiş, bu öneri Engin Cezzar’ın çok hoşuna gitmiş ve işe koyulmuş. Zamanlar geçmiş, babam o köye davet edilmiş, köyün çocuklarıyla köy meydanında milletin kahkahalarla güldüğü bir oyun sergilemişler. Oyundan sonra bir ara Engin Cezzar, arkadaş oldular ya, babama şöyle demiş: “Benim İstanbul’da sevdiğim bir kadın var, bir hafta izin alabilir miyim?” Babam oyundan çok hoşnut, “tamam” demiş, “ama gününde gel”. Engin Cezzar’ın sevdiği kadın da Gülriz Sururi’den başkası değil. Engin Cezzar gitmiş ve izinin bittiği gün dönmemiş, babam kızgın, neyse iki gün sonra gelmiş, babam “Neredesin?” deyince de, “Hocam” demiş, “yardan ayrılması zor oldu”. Babam basmış kahkahayı. Yıllar sonra biz ailecek İstanbul’a göçtüğümüzde, Engin Cezzar ve Gülriz Sururi, Haldun Taner’in muhteşem epik oyunu Keşanlı Ali Destanı’nı oynuyorlardı, biz de ailecek ön sırada yerimizi almıştık. Ve ben inanılmaz bir biçimde oyuna kendimi kaptırmıştım. Neydi bu, nasıl bir şeydi, kavrayamamıştım. Sonraları arkadaşlarımla dört beş kez Keşanlı’yı izlemeye gittim. Sözleri ezberlemiştim, şimdi bile Google’a bakmadan söyleyebilirim. “Sineklidağ burası, şehre tepeden bakar, lakin şehir ırakta masallardaki kadar...” Yıllar sonra bir özel tiyatro grubunun bu kırk kişilik epik oyunu oynamasındaki en önemli unsurun Gülriz Sururi’nin inadı ve olağanüstü tutkusu olduğunu öğrendiğimde nedense hiç şaşmadım. O gecekondu kızı Zilha’nın kafasına koyduğunu yapmak gibi çok değerli bir özelliği vardı. Sonra Gülriz Sururi’ye Güngör Dilmen’in “Kurban”ında bir kez daha âşık oldum. Oyunun yazarına da. Oyun bir antik Yunan trajedisi gibiydi ama bir o kadar da bizdendi, yani Anadolu toprağında yaşayan kadınların trajedisiydi. Bu oyuna da defalarca gittim ve ilk kez kadın olmanın ne demeye geldiğini sanırım o yıllarda sorgulamaya başladım. Sahnedeki Gülriz Sururi’nin iri kara gözlerindeki acıyı asla unutamam. Sonra “Teneke” geldi, ardından “Düşenin Dostu”. Yaşar Kemal ilk kez sahneye taşınmıştı ve o günlerde konuşanın ayıplandığı cinsel tercihleri farklı insanların acısı, hayatı işte orada sahnedeydi. Ardından yıllarca yasaklı Nâzım Hikmet’in “Ferhat ile Şirin”i ile bizi, yani sokakları “6. Filo Defol”, “Milli Petrol!”, “Tam Bağımsızlık Türkiye” diye inleten 68 kuşağını besleyen pek çok tiyatronun önü açılmıştı. Tiyatro ile yatıp tiyatro ile kalkmaya başlamıştık. Şimdi o günleri anımsadığımda tıpkı TİP kurucusu ve Başkanı Mehmet Ali Aybar aklıma düşüyor. O öldüğünde de inanmamıştım, Aziz Nesin’e de! Onat Kutlar’a da! O dönem tiyatroların, sinemaların, edebiyatın bir havai fişek gibi göklerimizi aydınlattığı günlerdi. Biz ne kadar da şanslıydık! Şimdilerde bana o muhteşem havai fişeğin renkleri solmuş gibi geliyor. Çünkü fişeğin en inatçı,en yaratıcı kişileri bir yıldız gibi kayarak hayatımızdan çıkıyorlar ve ne yazık ki, yerlerinde kocaman bir boşluk kalıyor. İşte ben bu boşluğu düşünmeden edemiyorum. Bu arada gencecik bir öğretim görevlisi, hukuk okuyan bir öğrenci tarafından acımasızca öldürüldü. Bireysel silahlanmanın şaha kalktığı, şiddetin tüm medya organlarında ve dizilerinde kutsandığı,her önüne gelelin kutu gibi binalarda üniversite açmasının acayip yaygınlaştığı, anaların babaların oğlanlarını bir prens kızlarını da prenses gibi gördükleri bir ortamda yaşıyoruz. Bu nedenden kanunları bile bilmeyen hukukçular, kadavra görmemiş doktorlar, Freud’u bile bilmeyen psikologlar yetişiyor. Yani dostlar bir büyük boşlukta burada. Ben ufaktan yol alsam iyi olacak, boşluğa düşmek üzereyim. Cumhuriyet, geçen hafta duyurdu: Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’nda öldürülen gazeteci Cemal Kaşıkçı davasında, beşi idam talebiyle olmak üzere 11 sanığın yargılanmasına 3 Ocak’ta başlanmış... Ortada ceset yok. Ama cinayet var. Suç aleti yok. Ama sesi var. Ses dalgalarının sert bir yüzeye çarptıktan sonra kaynağına geri dönmesine yankı deniyor. Yankıları dinleyerek yön bulan canlıların en beceriklisi yarasalardır. Kendi çıkardıkları ses dalgalarının yankılarından nesnelerin uzaklığını, yakınlığını ölçerler. Gövdelerine oranla kocaman sayılacak gözleri sanılanın aksine gayet iyi görür. Ama kanatlı fare diyebileceğimiz yarasalar, karanlıkta ya da herhangi bir nedenle görüş kapalı olduğu zamanlarda yankı olgusunu, “sonar” aleti gibi kullanırlar. Kaşıkçı suikastına dair bir senaryoyu da ben sizler için, casusluk romanları yazarı ve “Hiç Kimse*” gibi yazıldıktan sonra birebir doğrulanan, uluslararası bir başka suikastın romancısı olarak hazırladım. Yarasalar gibi yaptım, zaten hiç kimsenin görmediği “görüntülere” gözümü kapadım, yankıları dinleyerek yönü bulmaya çalıştım... HHH Türkiye’nin uluslararası yönetimlerle paylaştığı ses kayıtlarından sonra Suudi Arabistan’ın da kabul etmek zorunda kaldığı Cemal Kaşıkçı cinayeti, 2 Ekim 2018 tarihinde gerçekleşmiş. Rivayete göre katiller (nedense?) adeta “cellat sürüsü” denilebilecek kadar kalabalıkmış... Suudi prense büyük ihtimalle “ben de vardım, ben de Suudi usulü kaşık havası! kestim doğradım” demek için yarışan 15 ya da 16 kasap; önce özel uçak denilen, ardından tarifeli olduğu açıklanan uçaklara doluşup; İstanbul’daki konsolosluğa akın etmişler. Onlarca kamera gelişlerini, gidişlerini kaydetmiş. Ama konsolosluğun içinden ses dinleyebilecek kadar maharetli Türk istihbaratı, güruhun gelişinden ve hatta aralarında mutlaka geçmiş olması gereken konuşmalardan kuşkulanmamış... Cinayet sırasındaki sesleri kaydedebilen Türk istihbaratı, günler önce gelen katil güruhunu niçin merak etmedi? Aralarındaki konuşmaları niçin kaydetmedi ya da dinlemedi? Yanıt yok. HHH Suudi kral, oğlu veliaht prens ve çevresinin en çok çekindikleri terör örgütlerinden birincisi, “Müslüman Kardeşler” örgütüdür. Cemal Kaşıkçı’nın ortadan kaldırılması, SuudABDİsrail ortaklığına ihanetinin bedeli. Çünkü bu ülkelerin istihbaratı, Kaşıkçı’nın Müslüman Kardeşler’e çalıştığını, hatta Suudilerin örgüte soktuğu ajan listesini Müslüman Kardeşler’e verdiğini saptamış. Merhum, deşifre edildikten hemen sonra bir biçimde kendini dışarı atmış. Geçmişinde birkaç evlilik ve boyu kadar çocukları var. Öldürülmeden sadece 5 ay önce, gönlünü Türkiye’de adı hiç duyulmayan, zaten Kaşıkçı’nın öz çocuklarının ve ailesinin de tanımadığı; daha da önemlisi hangi gazete ya da basın organında “gazetecilik” yaptığı hâlâ meçhul, ama “Türk gazeteci” diye anılan bir hanıma kaptırıyor. Ve tek parça halinde son kez canlı görüldüğü konsolosluk kapısına, bu hanımla birlikte gidiyor. Cemal Kaşıkçı’nın yeni bir nişanlısı olduğunu bilen ve açıklayan tek kişi var: Bizzat nişanlı hanım. Tanık yok, ortak arkadaş yok, teyit yok... Muamma bir aşk hali, yani. HHH Peki emin olduğumuz ne var? Cemal Kaşıkçı’nın çok daha kolay ve sessizce öldürülebileceği kesinliği. Trafik kazası, zehir, hatta kör bir kurşun gerek İsrail, gerekse ABD “temizlikçileri” için çocuk oyuncağı olmalıydı! Ama çöl geleneğine göre vahşice, kılıçla öldürülmesi gerekiyordu. ABD ve Avrupa’da benzer bir infaz düşünülemezdi, İstanbul seçildi. Rusya Devlet Başkanı Putin, açıklamıştı: Suriye’de 800’ün üstünde rejim muhalifi ABD pasaportu taşıyordu. İstanbul’a gelen katiller de ABD ya da İsrail yandaşı ve yurttaşıydılar. Muhtemelen 3’ten fazla değildiler. İçlerinden yalnızca biri cellattı. Cemal Kaşıkçı’nın kılıçla kafasını kestiler. Bedeni ayrı, kelleyi ayrı paketlediler. Diplomatik araçla Atatürk Havalimanı’na “transfer” yapıldı. Hiçbir bagajın aranmadığı diplomatik sınır geçişi sağlandı. Özel uçak Riyad’a havalandı. Cinayet gününün gecesi, Suudi kral ve veliaht prense “hainin” başı sunuldu. Ertesi gün, Kaşıkçı’nın ailesi ve oğulları saraya davet edildi. Taziyeler iletilip, çocuklarına “Babanız gibi yaşarsanız, babanız gibi ölürsünüz!” denildi. Bundan ötesi, haberi haberde boğmaktan ibaretti. * Kırmızı Kedi, 2016 Yeni Hayatım Yaklaşırken yeni yıl Bu saatlerde en ağır yorgunluğumu alırım askılıktan cuk diye oturur üstüme zamanlar ve yollar ayaklarımdan başlar çocukken hiç tanımadığım büyük şehrin hayalsiz otobüs camlarıyla sallana sallana duraklarda yaban yabana kalabalıklarla koltuğumun altında çoktan ölmüş kayıklarım, maviliklerim yanımda yeni hayatım yaklaşırken yeni yıl bu saatlerde en ağır yorgunluğumu  alırım askılıktan cuk diye oturur üstüme A. Kadri Ergin Muhtarlar ile ilişkisi eleştiriliyor. Eleştiriler cesaretten değil cehaletten... Onlardan biri de bendenizim. İtiraf edeni millet affediyor. Millet FETÖ ve İstanbul’u mahvetme hususunda Reis’i affetti. Reis de bendeniz gibileri affeder. Affetmek büyüklüğün şanından. Kendisinden büyük, çok şükür sadece Allah var. HHH Yılın son cuma günü muhtarları yine Külliye’de topladı. Bugüne dek tam 32 bin muhtar ağırladığını açıkladı. Bu kuru bir ağırlama değil. Bu bir tür halvet, toplu bir irşat seansı. Bizler sadece TBMM’nin içini boşaltıp kendisine bağladı sanıyoruz. Oysa bütçesi ve personeli ile 810 bakanlığa bedel Diyanet İşleri Başkanlığı’nı da kendisine bağlamıştı. Üstelik Diyanet’i, çok şükür içini boşaltmadan bağladı. Çok şükür, çünkü bu sayede “Hac ve Umre İrşat Genel Müdürlüğü”nü de kendisi bağlamış oldu. “İrşat, İrfan sahibi birinin, tarikat ve Tanrı yolunu göstermesidir.” Reis’in irfanından ve müktesebatından haşa sual olunmaz. Milletin kesesine değil de, kendisinin tarihi ve turistik zevkine göre yaptırdığı 20 futbol sahasına yayılmış mekâna Külliye diye isim takması da zaten, bizzat ve bizatihi irşat ve irfan ehli olmasındandır. “Araplardaki bazı medreselere ‘külliye’ adı verilir.” (Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat, F. yorlar.  Bu bilgiyi muhtar operasyonundan sonra verecek ve sanırız 31 Mart seçimleri onuruna “vekâleten muhtar umresi” için de bir içtihat kapısı Muhtarların aralanacaktır. Diyanet Din İşleri Yük sek Kurulu’nun Yüksek sevabı kime? Seçim Kurulu’ndan nesi eksik?! HHH 1000 muhtarın umre Devellioğlu, s: 447) sinin sevapları kimin ha İcrai sanat ve icrai siyaset ey nesine yazılacak. Bunu yazmak lediği bu mekâna “KaçAk Saray” haddimiz değil. denilmesine haklı olarak kızıyor. Ama 1000 muhtara yapılan Bizler de Cumhuriyet olarak bu masrafların kimin kesesinden çı densizliklikten uzak durmaya ça kacağını sorabiliriz. balıyoruz. Allah onun da bizim de Reis’in avukatları TCK 299 yardımcımız olsun! (Cumhurbaşkanlığı’na hakaret 4 HHH yıla kadar hapis) maddesine aykırı “Muhtar, kendi iradesiyle iş ya saymaz inşallah.  pan, seçilmiş, seçkin kişi” demek. Bu arada muhtarla umre bilgisi Hz. Muhammed için de kullanılan sunmak da sevaptır diyerek, arz bir sıfat. (F. Devellioğlu, s: 674) etmiş olalım ki: Reis’in muhtarlara ilgisi, zinhar  Umreciler, şeytan taşlaya ve inşallah muhtariyet sevdasın mazlar. (Yani en büyük şeytan dan veya onları seçimlerde de FETÖ’ye veya Reis’i mutlu etmek mokrasi mücahiti gibi kullanmak üzere Bay Kemal’e veya partisine istemesinden falan değil. atacağınız taşlar, ürküteceğiniz Amacı onları irşat edip iki cihan kurbağaya değmez.) da da bahtiyar etmek. Muhtarlar Hac ibadeti, namaz, oruç, bunu hak ediyor. Zaten yılın son zekât ve şahadet getirmek ile müjdesi de onlar içindi. birlikte İslamın 5 şartından biridir.  “Tam 1000 muhtarı umreye Umre ise keyfe keder bir sünnetir. göndereceğiz!”  Hac ibadeti yılda bir kez arefe Umre, hac olmayan  bir hac günü ve Kurban Bayramı’nda ziyareti. yapılır. Umre ise her zaman. Ör Dinsel amaçlı bir tür turistik neğin, seçim öncesi yapılması ziyaret. Diyanet İşleri, beden caizdir, ama vacip değildir. sel zorluk veya zorunluluktan Umre fiziksel gayret bakımın “Hac”ca vekâleten birini gönder dan daha az yorucudur. Hac’da menin mümkün olduğunu belir Cemi Takdim, Cemi Tehir, Veda tiyor. Tavafı ve Kudüm Tavafı varken, Ama “umre” için bir bilgi vermi umrede bunlar bulunmaz. Hac ibadetinde maddi olarak yeterli gücü bulunan Müslümanların yaşamları boyunca 1 kez hacca gitmeleri farz iken, umrede böyle bir zorunluluk yoktur. Başkasının veya devletin kesesinden yapılan umrenin sevaplarının kime nasıl yazılacağı hususu ise bu köşenin veya KHKnin konusu değil, İrşat Genel Müdürlüğü veya Din İşleri Yüksek Kurulu’nun görev alanındadır. HHH Asgari ücretin 2 bin 020 TL olarak ilan edildiği gün açıklanan “Bin muhtara bin Umre Projesi” için bir ihale açılacak mı? Açılırsa bu ihalenin pazarlık, davetiye veya götürü usul ile hangi demirbaş müteahhite verileceğini sormak, pişmiş umreye sirke karıştırmak olacağı için konuyu ek bir bilgi sunarak burada kesiyoruz. HHH Diyanet İşleri Başkanı doğrudan Külliye’ye bağlandıktan sonra, umre seyahati için TL’den vazgeçti. Suidi Arabistan Riyali’ne geçti. 20182019 döneminde bir kişi için Umre gezisi 6 bin 650 riyal (10 bin 411 TL) ile 6 bin 975 riyal (10 bin 920 lira) oldu. Bu durumda bir kişinin umre maliyeti Türk Lirası değerine göre de yüzde 57 artmış oldu. Dileyelim sevabı da aynı miktarda artmış olsun. HHH Diyanet’e göre, vekâleten Hac oluyor ama umre olmuyor. 1000 muhtarın Kâbe’de kazanacağı sevaplardan Reis’in payına ne yazık ki bir şey düşmeyecek. Ama muhtarlar günah işlerlerse durum ne olur, o da Diyanet’in konusu... KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] 6 OCAK 2019 SAYI: 34059 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına ALEV COŞKUN Genel Yayın Yönetmeni Aykut Küçükkaya Yazıişleri Müdürleri Serkan Ozan / Olcay Büyüktaş Akça Sorumlu Müdür Ozan Alper Yurtoğlu Görsel Yönetmen Hakan Akarsu Reklam Genel Müdürü Ayla Atamer Törün l Haber Merkezi: Murat Hantaş l Dış Haberler: Mine Esen l Ekonomi: Şehriban Kıraç l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Fotoğraf: Uğur Demir l Kültür Sanat: Emrah Kolukısa l Düzeltme: Mustafa Çolak Ankara Temsilcisi: Sertaç Eş Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Yayın Kurulu: Alev Coşkun (Başkan), Ali Sirmen (Bşk. Yrd.), Aykut Küçükkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Kemal Işık Kansu, Orhan Bursalı, Mine Kırıkkanat, Miyase İlknur. l Okur Temsilcisi: Cengiz Yıldırım [email protected] l Mali ve İdari İşler Müdürü: Hasan Talay l Satış Dağıtım Müdürü: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Baskı Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Turkuvaz Dağıtım Pazarlama A.Ş. Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 06:51 06:34 06:55 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 08:22 13:15 15:36 08:03 12:59 15:24 08:22 13:22 15:51 Akşam 17:57 17:45 18:12 Yatsı 19:23 19:09 19:34 ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI [email protected] Japon gülü yetiştiricisi Dündar’ı kaybettik Gazetemiz başyazarı İlhan Selçuk’un Japon Gülü kitabındaki Japon güllerinin yetiştiricisi Nilüfer Dündar dün sabah yaşamını yitirdi. Dündar bugün Yavuztürk’te bulunan Fatih Camii’sinde öğle namazına müteakip kılınacak cenaze namazının ardından Karacaahmet Mezarlığı’nda son yolculuğuna uğurlanacak. Yazarımız Şükran Soner 17 Eylül 2018’de “Ezilenin yanında, yaşamın izinde” başlıklı köşe yazısında, usta oyuncu Tarık Akan’ın ölüm haberini Dündar’dan aldığını belirterek Dündar için “Özetle bizim Japon gülü yetiştiricimiz hapisten çıkanlara, Cumhuriyet dostlarına Japon gülü yetiştirme zevkinin yanında, Turhanİlhan Selçuk, Ülfet Ertel kardeşlerin cenaze törenlerine Japon gülü taşımanın burukluğu içinde, Tarık Akan’ın kansere yakalandığının haberinin verildiği yakın günlerde, isyanla telefon etmiş; ‘Tarık Akan için yetiştirdiğim çiçeği yaşarken vermek istiyorum, İstanbul’a geldiğini öğrenip haber verebilir misiniz?’ dileğini aktarmıştı” ifadelerini kullanmıştı. l İSTANBUL / Cumhuriyet C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle