Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Pazar 24 Aralık 2017 TASARIM: SERPİL ÜNAY haber/yorum 13 Gerçek acıtır! Hepsi 12 yaşlarında dört öğrencinin o gün canları sıkılıyordu. “Ulan bir şeyler yapalım” diyerek birbirlerini tahrik ettiler ve can sıkıntılarını giderecek kendilerine göre müthiş bir oyun buldular. Sınıfın en sessizi, en uysalı birini gözlerine kestirip, karanlık bir koridorda üstüne çullandılar ve apar topar tuvalete götürdüler. Çok eğleniyorlardı, apar topar tuvalete soktukları arkadaşları “beni bırakın” diye yalvardığında, “yapmayın!” diye haykırdığında elleriyle ağzını kapatıyorlar ve sırayla, gülmeler ve haykırmalar arasında arkadaşlarına tek tek tecavüz ediyorlardı. Öğrencilerden biri oynadıkları bu muhteşem oyunu cep telefonuyla hiçbir ayrıntı kaçırmadan videoya çekiyordu. Sonra sakinleştiler. Ve tecavüzlerden bitap düşen arkadaşlarını tuvalette bırakıp gittiler. Giderken şöyle seslendiler: “Sesini çıkarıp müdüre filan gitmeye kalkma, elimizde seni rezil edecek kayıt var!” Tecavüze uğrayan çocuk, kendini öylesine aşağılanmış hissetmişti ki, o günden sonra okula gitmemek için sürekli hastalandı. Ancak tecavüz olayını gerçekleştiren çocuklar yaptıkları işten öylesine hoşnuttular ki, kendilerini öylesine ayrıcalıklı hissediyorlardı ki, video kaydını tüm sınıfa göstermek için yanıp tutuşuyorlardı. Öğretmen onları videoya bakıp kahkahalar atarken yakaladı ve olay öğrenildi. Size bir Amerikan filmi senaryosu anlatmıyorum, bu bir filmin değil, bu bir gerçek olay ve bütün bunlar bir ilköğretim okulunda yaşandı. Pek çok kişinin “hayır olamaz, bizim aile düzenimiz buna izin vermez, bizim çocuklarımız terbiyelidir” dediklerini duyar gibiyim. Ama gerçek, ülkemizde her alanda değerler öylesine sarsılmış, öylesine yıpratılmış ki, bu olay gibi olaylar pek çok yerde tekrarlanıyor ve biz sadece emniyete aksedenleri biliyoruz. Çöküş böyle bir şeydir, çocukların bile masumiyetlerini alıp götürür. Sokaklarda dilenen çocukların, gencecik kızların elli lira karşılığında seks işçisi olarak kullanıldığını bilmiyor musunuz? Bilmek zorundayız. Diyanet’in bütçesinin üç bakanlık bütçesinden fazla olması ne okullardaki tecavüzleri ne de sokaklardaki fuhuşu engelliyor. 6000 zeytin ağacını, ömrü ancak yirmi yıl sürecek ve kıytırık bir enerji üretecek termik santral yapımı için kesenler, işçileri madenlerde ve inşaat alanlarında ölüme gönderenlerin ne ülkedeki çocuklar umuru ne de ülke toprakları... Tek umurlarında olan şey, yeni tanrıları para! Neyse öfkem burnumda, yatışmak için bir film senaryosu anlatayım. Dünyayı ele geçirmeye çalışan bir grup insan, son teknolojileri kullanarak laboratuvarlarda insana çok benzeyen robotlar üretiyor. Ürettikleri bu robotlar tıpkı insanlar gibi yiyor, içiyor ve konuşuyor ama duyguları yok. Nasıl yani, evet sevme, acıma, merhamet gibi duygular robotlara verilmiyor. Sonra bu robotlar gruplara ayrılıp dünyayı ele geçirmeye çalışan bir grup insan tarafından çeşitli ülkelere gönderiliyor. Amaç, bu ülkelerin insanlarını yozlaştırmak, parayı tanrı gibi göstermek, topraklarını çoraklaştırmak ve sonunda o ülkeyi ölüme sürüklemek. Robotlar çok yetenekli ve para da gani. Bunlar öncelikle ülkenin bir grup aydınını para ile iktidar vaadiyle satın alıyorlar. Ardından tüm kurumları ele geçirip yok etmek üzere planlıyorlar, sonuçta o ülkeyi öylesine aciz, öylesine başkalarına muhtaç duruma getiriyorlar ki, ülke ölüyor ve bir grup insan o ülkeyi de kendi sınırları içine alıyor. İşte size başarılı bir Hollywood filmi senaryosu. Ne, siz ne diyorsunuz? Bu filmi biliyor musunuz? Evet! Biliyoruz! Üstelik bu filmde figüran olarak oynuyoruz! Helal olsun size! Bu arada bu ülkede yaşayan pek çok insanın, özellikle çocukları ve torunları için endişeli olduklarını ve onları ne yapıp edip yurtdışına göndermeye çalıştıklarını da belirtmek isterim. İşte o bir grup insanın yaymak istediği en önemli duygu bu duygu. Ülkeden umut kesip başka ülkelere göç etme isteğinin yoğunlaşması. Yani ülkede yoğun bir biçimde beyin göçünün başlaması. Yani dostlar hep birlikte bir bataklıkta usul usul batmaktayız. Üstelik şimdilik bize uzanan herhangi bir dal yok. Tek gücümüz birbirimize sımsıkı sarılmak ve birden hep birlikte fırlayarak bataklığın öbür tarafına geçmek. Ya geçeriz ya da boğulur gideriz. Karar bizim. 24 Aralık 2017 SAYI: 33681 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Yazıişleri Müdürü (Sorumlu) Haber Koordinatörü Bülent Özdoğan Faruk Eren Aykut Küçükkaya Reklam Direktörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven editor@cumhuriyet.com.tr Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 06:47 06:30 06:50 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 08:20 13:11 15:27 08:01 12:55 15:15 08:19 13:18 15:42 Akşam 17:48 17:36 18:03 Yatsı 19:15 19:01 19:26 Hepimizin bir Paris’i vardır. Hem çoğuldur, hem tekildir Paris. Dolaş dolaşabildiğin kadar, sev sevebildiğince. Bitmez. Sinemacıların Paris’i vardır: Renoir’ın, Truffaut’nun, Godard’ın, Carne’nin, Chabrol’un, Bertolucci’nin, Woody Allen’in. Yazarların Paris’i dersek romantizmin devi Victor Hugo, acımasız gerçekçi Emile Zola’nın… Ressamların Paris’i; Cezanne’in, Monet’nin, Manet’nin ve herkesten fazla Toulouse Lautrec’in. Sonra biz ölümlülerin Paris’i vardır. Pont Neuf Köprüsü’nde âşık olur, Saint Germain kahvelerinde ayrılırız. Bugünkü gibi bir Noel gecesini sevdiğimizle birlikte yağmur, kar ya da soğuğa karşın Paris sokaklarında geçirmeyi hayal ederiz. Gelecek yılbaşı mutlaka Paris’e gitmeyi kurarız. Ağustos ayı bile olabilir, razıyızdır. Bazen gerçekleşir bu düşler, çoğu kez suya düşer, kırılırlar. Ya sevdiğimizle birlikte Paris sokaklarında yürüyen olamayız, ya sokaklarında birlikte yürüdüğümüz insan o sevgili değildir. Ya da sevgili ile birlikte ak düşer saçlarımıza, ama bir türlü gidilemez o Paris’e. Ama Paris hep orada, gönlümüzdedir. İçimizi ısıtır onun düşünü kurmak. Belki düşler daha sıcaktır Paris’ten, kim bilir? HHH Yaşayan bilir. İçini doldurup çevresini kuşatan on iki milyon insanın acılarına, sevinçlerine; açlığına tokluğuna ilgisiz, yaşamını sürdürmektedir Paris. Ölümsüz Paris Kimi kez bu kenti, elimde olmadan, tanrılara adanan ve yüzyıllara, binyıllara meydan okumak üzere kurulan koca bir taş tapınak gibi algılarım: Küçücük ölümlü insanlar, karıncalar gibi koşuştururlar basa maklarında. Mermerlerini, heykellerini onarır, kubbelerini altın varakla kaplar, meydanlarını temizler, sokaklarını süpürürler. Metrolar yapar, yollar açar, saatlerini kurarlar. Katedrallerini aydınlatır, havai fişekler atar, köprülerini paket gibi sarmalayıp sergiler, eski müzelerine lifting yaparlar. Makyajını tazeleyip kaşını gözünü, dudaklarını boyarlar. Krallığını kutlarlar. Devrimini kutsarlar. İmparatorluğuyla övünürler. Cumhuriyetini selamlarlar. Sokak savaşlarını, barikatlarını anarlar. Kuşatmasını düşününce ağlayıp, kurtuluş gününün yıldönümlerinde çiçek tarhları donatır, ateşli aşk nutukları atarlar. Ona ta parlar. HHH İnsan eliyle yaratılan, geçmişten geleceğe aktarılan bir kutsal anıttır Paris. Sokaklarındaki köpek pisliklerine aldanmayın. İçinde yaşanan, yaşamla iç içe geçen tapınaklarda görülür bu. Ve dokunulmayan, erişilmez yüksekliklerdeki tapınaklardan daha kutsaldır böylesi. Ama her zaman böyle değildi. Paris kenti, İsa’dan önce 3’üncü yüzyılda kuruldu. “Parisii” diyorlardı oturanlarına ve tüm kent, Seine Nehri’nin ortasındaki küçük adacığa sığıyordu. Şimdilerde “Ile de la Cité” adını taşıyan bu adanın üstünde, görkemli Notre Dame Katedrali var. “Parisii”lerin kentlerini Paris olarak adlandırmaları epeyce zaman aldı. Lutece ya da Lutetia deniyordu bu minik kente. Uzun yüzyıllar boyu bir kıyı kenti olarak tüm ulaşımını Seine Nehri yoluyla yapan Paris kentinin simgesi, bugün de bir Latin yelkenlisi. Armanın altında dünyaca ünlenen Latince bir söz yazıyor: “Fluctuat nec mergitur” Sallanır, ama batmaz. Nice fırtınalar atlatmıştır Paris ve kuşkusuz daha nicelerini atlatacaktır. Devrimler, kuşatmalar, işgaller yaşamıştır. Ama Paris’i yerle bir etmeye kimsenin gönlü el vermez ya da gücü yetmez. HHH Çünkü Paris’in bir taşını oynatmak ya da üstüne bir taş koymak, milimetrik ve “değişmesi teklif dahi edilemez” kurallara bağlıdır. Parayı bastıran istediğini yapamaz! Paris’ten çok daha görkemli bir coğrafyada, içinden deniz geçen biricik dünya şehrini çıfıt çarşısına çevirenler elbette ki böyle güzelliklere yabancıdır! Tayyip malum, “iyigüzelhoş” demek. Bunu dikkate almaz tanahmet@gmail.com veya CIA ise Rwwuws.ayhmae’tntaınn.ckomi Kremlin. Bizim artık ne Genelkurmay ne de MİT! ve tek “y” ile yazıp söylerseniz Bizim dinozorumuz 1.056 “ayıp” etmiş olursunuz. odalı Külliye. Çünkü, “Tayip”, “ayıp” ile Orada neler olup bittiğini, akraba bir sözcük. kimlerin hangi planlar üze Bir ara da “Osmanlıca öğre rinde çalıştığını bilen yok. nin!” diye tutturmuştu. Amacı belli ki, dedelerimizin mezar taşlarını okutmaktan ziyade, bu tür “yanlışları” önlemek içinmiş!) Ülkemizde herkes kendi çapında bir Tayyip. Durum Tayyip olacaksa... Nuray Başaran, yandaş olmadan önceki Akşam’ın yazarıydı. Şimdi “avazturk” adlı sitede yazıyor. İktidara yakın çevrelerden ilginç bilgiler aktarıyor. Dün, Külliye’nin sonsuz sayıdaki Hatta “Küçük Tayyip”! tam bir Tayyip mukalliti (Yan sana danışmanlarından, bunların Ama o laf biraz netameli. Rah yi ürünü). da danışmanı olan akrabalarından metli Özal, ana muhalefet lideri “İmparator” unvanını gerçekten söz ediyor ve oralardaki inanılmaz Erdal İnönü’ye “Küçük Turgut’la hak ediyor. Hangi unvanın sözcü “kulisleri” yazıyordu: oyna” dediydi; belden aşağı indi, ğün ortasında böyle oturaklı “para” “Erdoğan’ın can güvenliği ve diye kıyamet kopmuştu. var. ‘olası suikast’ noktasındaki aşırı Kemal Kılıçdaroğlu da bir ara “Hiçişleri Bakanımız” Süleyman uyarılar ve komplolardan” söz edi laf ola bir muhalefet denemesi Soylu da benzer kategoride. Safra yordu. yaptı: mı değil mi elbette patronu bilir, “Tayyip Bey, 17 yıldır iç kuvvet Recep demeye yöneldi. Başarılı ama afra tafrasıyla bir başka Tay lere karşı savaştı. Savaştan aldığı olamadı. Çünkü her taraf çoktan yipsi... Ama tipi de şeceresi de güçle girdiği her seçimi kazandı. Ve Tayyip kesmişti. bir Bekir Bozdağ olmaya müsait oldukça fazla düşman biriktirdi!.. HHH değil. Bunun sonucu kendisinin de kork İyilik, hoşluk, güzellik mum ile Evet, herkes bir başka Tayyipsi. makta olduğu...” arandığı halde, Tayyiplik her yerde. Sokak ortasında memurunu tokat Korktuğu ilk kez yazılıyor. Trump bile Tayyipliğe özendi. layan zabıta amirinden, evde eşine, Gerçi Külliye’deki muhtar top İsimler bazen yazgıları belirliyor. çoluk çocuğuna, işyerinde işçisine, lantılarında bile yelek giymesine Trump, kâğıt oyununda koz de çalışanına korku salmak artık bir dikkat çekenler oldu. Ama ilk kez mek. Koz ile oynamak, baskın salgın. Tayyipsilik salgını. açık açık yazılıyor. çıkmak, gölgede bırakmak gibi gibi Karşı tarafı dinlemeyi, konuşmayı “Başta ABD olmak üzere, kü anlamları da var. Herhalde adının vakit kaybı sayıyor. Herkes esip resel güçler Erdoğan’ı, dış politik etkisiyle Kudüs zarı attı. gürlemek, emir ile demir kesmek konumu nedeniyle, daha önce yok Ama BM’nin granit duvarlarına ve sonuca korkutarak varmak pe ettikleri Kaddafi ve Saddam konu çarpıp oturdu. şinde. Ama evdeki hesap çarşıya muna düşürmek istiyorlar.” Dünyanın en güçlü ordusu her zaman uymuyor. Yani, Allah saklasın, “ortadan nun, ekonomisinin sahibi, tehdit, Elbette korku en temel duygu. kaldırmak”. şantaj... Ama yüz küsur ülkeden Yaşantımızı bu duygu yönetiyor. “Korku imparatorluğu” yıllardır ancak 7 ülkeyi korkutabildi. Onlar Bilinçli ve bilinç dışı bu duygunun yazılıp çiziliyordu. İmparatorun da bizim Kadıköy’den bile küçük baskısıyla karar veriyoruz. İlk in kendisinin de korkudan nasibini ülkecikler! sanların en büyük korkusu dinozor alması hiç iyi ve hoş değil. Amerikan derin devleti, Trump’a lardı. Yerini şimdi nükleer silahlar, Hayra alamet olacak belki de ilk bu yersiz, anlamsız kumarının be savaşlar, beklenmedik ekonomik gelişme, Cumhuriyet’teki arkadaş delini ödetecektir. ve siyasi krizler aldı. larımızın yarınki duruşmada tahliye HHH Her dönemin ülkenin içeriye ve edilmeleriyle başlayacak ve “adalet Tayyiplik her yerde. Mesela, “İm dışarıya karşı kendi dinozoru var. ve hukukun” yeniden tesis edilme parator” diye anılan, Fatih Terim ABD’nin dinozoru Pentagon siyle devam edecektir. Sağlık Bakanlığı’ndan reçetesiz ilaç açıklaması: Eczane dışında satılmayacak Sağlık Bakanlığı, İstanbul Eczacı Odası Başkanı Zafer Cenap Sarıalioğlu’nun gündeme getirdiği 2018’in ilk aylarından itibaren 250 ilacın reçetesiz olarak marketlerde satışa sunulmasına yönelik bir liste çalışması başlatıldığına dair iddiasına ilişkin açıklama yaptı. Sağlık Bakanlığı yaptığı açıklamada reçetesiz ilaçlara yönelik bir liste hazırlandığını ancak bu ilaçların eczane dışında satılmasının söz konusu olmayacağını belirterek, “Sadece eczanelerden temin edilebilecek bu ilaçlar için eczacının danışmanlık rolü reçeteye tabi olan ilaçlarda olduğu gibi önemlidir ve ilacın kullanımına, yan etkilerine ve önemli konulara ilişkin bilgilendirme yine eczacı tarafından yapılacaktır. 2005 yılından bu yana reçeteye tabi olmayan ilaç ruhsatı verilen ilaçların eczaneler dışında satışına ve reklamlarına izin verilmemiş olup hazırlanan liste için de böyle bir çalışma bulunmamaktadır” dendi. Gazetemizde dün yayımlanan “Sağlıkta yeni tehlike: Reçetesiz ilaç” başlıklı haberde İstanbul Eczacı Odası Başkanı Zafer Cenap Sarıalioğlu söz konusu çalışmaya ilişkin ‘Türkiye’de bu işin sonu bilinçsiz ilaç kullanımı ve ölüm demek. Büyük bir vebalin altına imza atılıyor. Geri adım atılmalı” ifadelerini kullanmıştı. l Haber Merkezi BAE’ye sokak ismiyle misilleme Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Dışişleri Bakanı Şeyh Abdullah bin Zayed’in Twitter hesabından, bir kullanıcının Fahreddin Paşa’nın yerel halka karşı suç işlediğini iddia eden ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı hedef alan mesajını paylaşmasının ardından başlayan gerilim devam ediyor. Ankara Büyük şehir Belediye Başkanı Mustafa Tuna, BAE’nin Ankara Büyükelçiliğinin bulunduğu Çankaya ilçesi İlkbahar Mahallesi’ndeki 613. sokağın adının “Fahreddin Paşa Sokağı” olarak değiştirilmesi için talimat verdi. Belediye meclisinin ilk toplantısında alınacak kararla sokağın adının değiştirileceği bildirildi. l ANKARA ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI SAYISAL LOTO 4710172045 6 BİLEN: 1 milyon 627 bin 438 TL (1 kişi) 5 BİLEN: 4 bin 662’şer TL 4 BİLEN: 68’er TL 3 BİLEN: 10’ar TL ikramiye kazandı kamilmasaraci@gmail.com.tr Gölge etme… Büyük İskender “Dile benden ne dilersen” dediğinde, fıçıda yaşayan Sinoplu Diyojen ona şöyle yanıt vermiş: “Gölge etme başka ihsan istemem.” Peki, Büyük İskender ne yapmış? Aristo’nun öğrencisi İskender’in felsefeyi ve felsefecileri sevdiği söylenir. Şöyle demiş çevresindekilere Diyojen’in yanından ayrılırken: “İskender olmasaydım, Diyojen olmak isterdim.” HHH Greenpeace’in başlattığı kampanya Sinoplu Diyojen’ini anımsattı bana. Greenpeace’in kampanyasının sloganı “Gölge etme”. Kampanya güneş enerjisiyle ilgili. Çatısına güneş enerjisi paneli kurup, enerji üretmek isteyenlere destek olmaya çalışan Greenpeace, bu konudaki bürokratik engellerin kaldırılmasını istiyor. Haziran 2017 TEİAŞ verilerine göre, Türkiye’nin elektrik enerjisi kurulu gücü yaklaşık 80 bin MW. Bunun sadece yüzde 1.5’i güneş enerjisinden sağlanıyor. Oysa Türkiye güneş zengini bir ülke. Buna karşılık Almanya Türkiye ile karşılaştırıldığında “güneş fakiri” bir ülke. Fakat Almanya’da güneş enerjisi kurulu gücü yaklaşık 40 bin MW. Yani Türkiye’nin elektrik enerjisi kurulu gücünün yarısı. Anımsıyorum 1990 yılıydı... On binlerce insan sokağa dökülmüş, Aliağa Termik Santralı’na karşı eylem yapıyordu. Büyük bir pankarttaki slogan dikkatimi çekmişti: “Güneş enerjisi aklınıza gelmiyor mu?” Ne yazık ki gelmedi. Siyasiler çevrecilere kulak asmadılar. Türkiye “güneş fakiri” Almanya kadar güneş enerjisine yatırım yapmış olsaydı, şu anda bambaşka bir noktada olurduk. Almanya’da bugün yaklaşık 1.5 milyon evin çatısında güneş enerjisi üretiliyor. Türkiye’de ise çatılar boş. Neden? Türkiye hâlâ enerji sorununun çözümünü kirli, pahalı ve tehlikeli kaynaklarda arıyor. Oysa gerçek çözüm göğe baktığımızda tüm aydınlığı ile bizi selamlıyor: Güneş. Türkiye’de 1.5 milyon evin çatısında güneş enerjisi üretildiğini bir düşünsenize. Muhteşem olmaz mıydı? Greenpeace başlattığı kampanyada şöyle diyor: “Türkiye, tükettiği tüm elektriği güneş enerjisinden sağlayabilir. Yüzde 1’ini bile kullanamadığımız bu potansiyeli değerlendirmek için önümüzdeki en büyük engeli, bürokrasiyi aşmamız gerekiyor. Haydi; çağrımızı Enerji Bakanlığı’na iletelim, güneşin önündeki engelleri birlikte kaldıralım.” Bugüne kadar imza atanların sayısı 30 bine ulaşmış. Kampanyaya katılmak isteyenler internetteki golgeetme.org sayfasında detaylı bilgilere ulaşabilirler. Greenpeace ayrıca çatısına güneş paneli taktırmak isteyenler için pratik bir güneş rehberi hazırlamış (gunesrehberi.org). Umarız Türkiye’de karar vericiler “güneş gönüllülerinin” sesine kulak verirler. Güneşin önündeki bürokrasi bulutları dağılır. Bugün dünya bir iklim krizi yaşıyor. Bu krizin çözümü, yenilenebilir kaynaklara yönelmek. Özellikle de güneşe. Çatıya kurulacak her bir panel önemli. HHH Yazıya Diyojen ile başlamıştık. Diyojen ile sonlandıralım. Diyojen’in bir başka öyküsü daha var. İlhan Ağabey (İlhan Selçuk) bu öyküyü çok sever, arada anlatırdı. Ünlü bilge Atina sokaklarında güpegündüz elinde fenerle dolaşıyor… Merak edip soruyorlar: Ne yapıyorsun? Yanıt: Adam arıyorum! Diyojen bugün sağ olsaydı, elinde fenerle sokakta dolaşsaydı, ona “Ne yapıyorsun” diye soranlara nasıl yanıt verirdi? “Güneş enerjisini destekleyecek siyasetçi arıyorum” der miydi? HHH Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün (RSF) 2017 yılı raporu yayımlandı. RSF’ye göre Türkiye profesyonel gazeteciler için “en büyük hapishane.” Uluslararası Gazetecileri Koruma Komitesi’nin (CPJ) raporunda da Aralık 2017 itibarıyla Türkiye’nin üst üste ikinci yıl “en fazla gazetecinin cezaevinde olduğu ülke” olduğu vurgulanmıştı. Bu, Türkiye’ye hiç yakışmayan bir durum. Türkiye’de tutuklu gazeteciler bir an önce serbest bırakılmalı ve tutuksuz yargılanmalıdır. Yarın Cumhuriyet davası var. Orada olacağız. Yılbaşı öncesi Sevgili Akın, Murat, Ahmet ve Emre’nin tahliye edilmelerini, tutuksuz yargılanmalarını bekliyoruz. Yılbaşını aileleriyle, çocuklarıyla geçirmelerini istiyoruz. C MY B