17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
yeryUzU sofraları Orucu yalan bozar Derleyen tayfun atay Ramazan 10 TASARIM: ÇAĞLA SEVİNDİK Perşembe 18 Haziran 2015 İhsan Eliaçık: Yeryüzü Sofraları bir tür koalisyon. Herkese açık. Hiç değilse yılda bir kez Ramazan’da bu sofrada buluşmalıyız SELİN ONGUN ntikapitalist Müslümanlar Hareketi’nin önde gelen isimlerinden ilahiyatçı yazar İhsan Eliaçık, Yeryüzü Sofraları’nı anlattı. Yeryüzü Sofraları Gezi’den sonra kamuoyuna mal oldu. Ama aslında bu sofralar ilk kez 2011 yılında kuruldu... Doğru. İlk kez 6 Ağustos 2011’de İstanbul Beşiktaş’taki Conrad Oteli’nin önünde toplanılmıştı. “Asgari ücret belliyken lüks otellerde iftar olmamalı” şiarıyla yaklaşık 100 kişilik bir grup sofrasını otelin önündeki çimlere kurmuştu. Takibinde yine 2011 yılının 13 ve 20 Ağustos günlerinde Gezi Parkı’nda sofralar kurulmuştu. “Yeryüzü Sofraları” ismi kimden çıkmıştı? 2011 Ağustos’unda sponsorsuz, flamasız, bayraksız “yer sofraları” diye başladı. İsim anonim. Ama şöyle bir durum var. 2011’de Gezi’deki iftarda, oradaki gençlerin astığı pankartta, “Dünya nimetlerini parselleyenlere inat, yeryüzü sofrasını açmaya geldik” diyordu. “Yeryüzü Sofrası” ifadesini ilk kez Gezi’deki o pankartta gördüm. Gezi’den iki yıl önce yine Gezi’de, öyle mi? Doğru, sahiden öyle... 2012 yazında bu iftarlar “kardeşlik, barış sofraları” diye devam etmişti. 2013 yazında ise ramazan, Gezi olaylarının ertesinde, temmuz ayına denk gelmişti. Gezi’nin adeta bir tür manevi açılım olarak yine “yeryüzü sofrası” diye Türkiye’de ve dünyada duyuldu. Yaklaşık 15 bin kişi Tünel’den Taksim’e kadar İstiklal Caddesi’nde bir sofrada toplandı. Ve hep birlikte gördük, halk bu buluşmaları çok sevdi. İnsanlar rütbelerini, rozetlerini çıkarıp sadece anne ve babalarının verdiği isimle o sofralarda oturdu. Bu insanlara çok çekici geliyor. Herhangi bir sponsoru yok. Hiyerarşisi, bayrağı yok. Ar A eryüzü sofraları”nı, Gezi günlerinden anımsıyoruz: Parkın çimlerinde kurulan sofralar, bize lüks otel salonlarından başka bir iftar şeklinin mesajını veriyordu. Bugün bu sayfanın konuğu olan İhsan Eliaçık’ın deyişiyle “yeryüzü sofraları”, Gezi’nin manevi açılımıydı adeta... Rütbesiz, makamsız, kaftansız bir kardeşlik sofrasıydı. Orada, ramazanla hayatı boyunca ilgisi olmamış gençler, iftariyelik taşıdı, namaz kılanlar rahatsız edilmesinler diye BAMBAŞKA BİR RAMAZAN SAYFASI “Y etten duvar ördü. Din, Gezi’de siyasetin emrinden çıktı, sivilleşti; bölmeyen, birleştiren, varsıla karşı yoksulun safını tutan, eşitlikçi bir urbaya büründü. Cumhuriyet, ramazanı “siyasetin açgözlü softalarına karşı Gezi’nin yeryüzü sofraları” şiarıyla karşılıyor. Ve bambaşka bir ramazan sayfasının mümkün olduğunu göstermeyi amaçlıyor. Hayırlı ramazanlar! Bu ne iştah Yâ Rabb! 2011 yazında Gezi gençleri İstiklâl Caddesi’nde oruç açıyor. Sakız sorusuna Eliaçık yanıtı “Vatandaş soruyor: ‘Hocam sakız orucu bozar mı?’ Benim yanıtım, orucu sakız değil yalan bozar. Başkasının emeğini çalmak, kendine ait olmayanı tık her yıl ramazan boyunca vatandaşlar otonom, kendiliğinden çeşitli yerlerden çağrılarla bu sofralarda buluşuyor. Bu yıl ilk iftar nerede? Perşembe günü Taksim’de Tünel’deyiz. Geçen yıl da orada olmuştu. İnternette kendiliğinden oluşan çağrılar bunlar. Sonraki haftalarda nerede olur; bilmiyorum. Ve bu sofra her zaman olduğu gibi herkese açık. O sofraya oturmak için oruç tutmak gerekmiyor. Sofranın amacı yemek içmek değil, insanların buluşması. Zenginin yoksulun, inana Ey mâhı sultan merhaba” 18. yüzyılın ikinci yarısında İstanbul’lu Emir Mustafa adlı bir ozanın yazdığı ve Âmil Çelebioğlu’nun günümüze kazandırdığı ünlü Ramazannâme’den alıntıladığımız bir mâniyle bir ay sürecek “Sofra Sohbetleri”mizi açıyoruz. Oruç tutan ya da tutmayan herkese, hayırlı ramazanlar! edense, her ramazan, öncü N ressamlarımızdan Hoca Ali Rıza’nın (18581939) “İftar Sofra n bir aya sensin serdâr “OMağfur Kulları afv eder Settâr olur vakti iftâr SOFRA SOHBETLERİ Artun ünsal almak sadece orucu değil dini bozar. Öldürmek, çalmak, yalan söylemek bir dindarın yapabileceği hareketler değildir. Bu üçü insanı dinden çıkarır.” nın inanmayanın, Alevinin Sünninin, Türkün Kürt’ün buluşması. Bu görüntüye Türkiye’nin çok ihtiyacı var. Bütün rozetlerin, kimliklerin, rütbelerin çıkarıldığı bir sofra o. Hiçbir şekilde politik bir buluşma değil. Gezi’yi işaret ederek “Yeryüzü sofralarında muhalifler buluşuyor. Dolayısıyla bu iftarlar bir yanıyla siyasi” diyenlere fikrinizi nasıl anlatırsınız? İllaki siyasi bir yön aranacak ise şu olabilir; zulme karşıdır bu sofra. Bir yerde zulüm var ise buna itiraz İhsan Eliaçık dır. “Şu partinin politikasına itiraz” diye okunamaz bu sofralar. Çünkü o partilerin mensupları da o sofrada oturabilir. Allah’ın sofrasıdır bu sofra, kimseye kapalı olamaz. Herkese açıktır. Yeryüzü sofrası bir tür koalisyondur. Sokakta koalisyon diyebiliriz. Mesela. Hiç değilse yılda bir kez ramazan ayında koalisyonu bu sofrada kurabilmeliyiz. Koalisyon, “Coa” kökünden, Yunancadan gelen bir kelime. Ağaç yapraklarının birbirinin içine geçmesi, birlikte gelişmek anlamında. İhtiyacımız olan şey bu. Ticaretin de sultanı oldu TAYFUN ATAY efik Halid Karay 1943’te yazdığı “Üç Nesil Üç Hayat” adlı kitabında , “Benim çocukluğumun ramazanları kara kışa rastlamıştı” der ve şöyle devam eder: “İşte tekrar kışınkine giriyorum. Lâkin ne kadar değiştik. O ramazanlar beni tanıyamaz halde. Kendileri ise benden daha tanınmaz halde!..” Refik Halid’in bu yazdıklarından onlarca yıl sonra da yeni nesiller hep benzer hissiyatla karşıladı her yeni ramazanı. “Nerde o eski ramazanlar” diye âh etmek, bir yeni zamanlar klişesi oldu. Peki, bugün “Nerde o eski ramazanlar” klişesini hangi anlamda ve bağlamda seferber ediyoruz en çok?.. Herhalde şimdilerde ramazanların daha sönük geçtiğinden dem vurmak mümkün değil. Ramazan her yıl çok daha yoğun ve oruç tutan kadar tutmayanlar açısından da varlığını hissettirir bir ay olarak karşılanıyor Türkiye’de. Toplumsal olduğu kadar politik güdümlemeler eşliğinde üstelik. Ve kültürel açıdan, daha doğrusu “popüler kültür” çerçevesinde baktığımızda ramazanların eskiye göre daha renksiz, hareketsiz, eğlencesiz olduğunu söylemek hiç doğru olmaz. Ama belki “zamane ramazanları”nın ayırt edici karakteristiği olarak şu söylenebilir: Türkiye her yeni ramazana bir öncekinden daha büyük bir “endüstriyel iştah”la hazırlanıyor ve bu iştahla ramazanı geçiriyor, daha doğrusu “tüketiyor”. Şimdiki ramazanları eski ramazanlardan ayıran en kritik nokta, ramazanın bir ibadet hususu olmaktan öte bir “iktisat meselesi” olarak karşımıza çıkması!.. R Bunlar ramazanın manevi bereketini aşacak mahiyette onu bir ticari bereketle eda ettiğimizi düşündürecek sadece birkaç örnek ve rahatlıkla çoğaltılabilirler. Aslında olan, çok uzun zamandır Batı dünyasında Noel, Paskalya gibi dini bayramlarda yaşananların benzeriyle “Dar ülİslâm” bünyesinde karşılaşıyor olmamızdan ibaret. Onlar nasıl bir ticari canlanma için imkân alanı oluyorlarsa artık ramazan da benzer bir mahiyet ve çerçevede karşımıza çıkıyor. ran ve otellerde yapılanlara, yine de bir israf abidesi olarak bakmaktan kendimi alamıyorum. Oruçlu sı” tablosu hatırıma gelir. Bir ahşap olan olmayan davetlilerin katıldığı tabure üzerine yerleştirilmiş sinibu sofralarda, kimilerinin dinsel göli yer sofrasında bir ailenin iftariyerevini yerine getirmenin huzuruylikleri top atımını bekler gibidir. Kü la nefis körletmekten çok, tıka baçük bir kâse içinde, siyah zeytinler, sa yemek yemelerini anlayamıyobiraz beyaz peynir, altın renkli bir rum. Hele bir de sahurda yiyeceksimit, yanındaki bıçakla kesilecek lerini, sonra da orucu ibadet yerine bir somun ekmek, dumanı tüten bir öğleden sonraya kadar sürebilecek süzme mercimek çorbası ve limouzun bir uykuya emanet edeceklenu. Ufak kâselerde reçeller. Tabak, rini düşününce… çatal yok, ikisi ahşap, biri kemik Doğma büyüme Üsküdarlı Resüç kaşık. Allah’ın sam Hoca Ali Rıverdiği nimetler za Bey benim için ancak bu denli bir bu yüzden de desadelik ve yücelik ğerli. Çünkü onun içinde canlandırı“İftar Sofrası”, labilir. Allah’a hamdediNe var ki, gülen gerçek bir ranümüz iftar soframazan sofrası gilarında aynı ölçü bi duruyor. Belve sadeliği bulki arkadan sebzemak çok zorlaşli ya da etli bir yetı. Tüketim topmek daha gelebilumu Türkiye, ralir. Ama işte o kamazan ayında ne Hoca Ali Rıza’nın “İftar Sofra dar… Çeşit çeşit sı” tablosu (YKB Koleksiyonu). zeytin ve peynirli, dense daha da oburlaşıyor. Herhurmalı, ballı, kaykes bütçesine göre, market raflarımaklı, pastırmalı, kavurmalı, daha nı nerdeyse yağmalayıp evine gesonra da dolma ya da sarmalı, acıtirdiği binbir çeşit yiyeceklerle iftar lı kebaplı, ekmek kadayıflı, şöbiyetli sofralarını hazırlıyor. Akşam olungünümüzün süslü ve “serpmeli” ifca da kıtlıktan çıkmış gibi, çerezlik tar sofralarına kıyasla ne denli yalerden, çorbasından etlisine, zeybancı duruyor değil mi? Ramazantinyağlısına, tatlısına dalıyor adeta. da ölçüyü kaçırmamak gerek, deBu ne iştah Yâ Râbb! rim. Hele iftar sofranıza yoksul biriTabii, bu genel izlenimlerim her lerini de davet ederseniz, orucunumümini bağlamaz; zira iftar sofrazun sevabı daha da artacaktır. Kılarını abartmayan insanlarımız da sacası, bana göre en mükemmel var. Ne var ki, daha ramazanın on iftar sofrası, gereğinden fazla yiyebeşi gelmeden başlayan iftar daceklerle donatılmayan, ağırbaşlı ve vetlerinde, özellikle, büyük restobaşkalarıyla paylaşılan bir sofradır. Tüketimin terkisinde Ramazan insanları camiye olduğu kadar çarşı pazara da davet ediyor. İktisat meselesi Bunu anlamanın yolu ramazanın camisi ile “çarşı”sı arasında bir karşılaştırmaya gitmek. Yıllar önce küçük bir çalışmada bunu yapmış ve Sultanahmet Camii yanında kurulan Osmanlı Çarşısı’nda gerek gün içinde gerekse iftar zamanı hareketliliğin teravih namazında cami içinde aynı ölçü ve ağırlıkta karşımıza çıkmadığını görmüştük. Bu, üzücüdür. Teravihten çıkıp bu tabloyu yorumlayan samimi bir Müslüman’ın ifadesiyle insanlar bu ayda ne kadar amellereibadetlere yöneliyor, ne kadar başka şeylere vakit harcıyor, tartışılır. Vakit harcanan başka şeyler Ramazan reklamları arasında gazetelerin her yıl olduğu gibi bu yıl da baskı sayısını artırma derdiyle dağıtımı için pürtelaş organizasyonlara giriştikleri ramazan “hediyelikleri” var. Büyük otellerin, restoranların, fastfood zincirlerinin zengin ve gösterişli iftar menüsü hazırlıkları ve şaşaalı toplu iftar organizasyonları var. Televizyonlarda karşımıza çıkan ve ibadeti, kanaatkârlığı, gönül tokluğunu unutturan tüketimi kamçılamaya hevesli “ramazan reklamları” var. Her yıl iftar ve sahur programı yapmak için bir ekrandan öbürüne transfer teklifleri de alan ve her yeni ramazanda “kaşe”sini katlayan “televaiz”lerimiz var. Mesela ramazan programı yapan bir din hocası bu programı yaptığı televizyon kanalından 100 binlerce lira kazanç elde ediyor! Burada karşılanan ihtiyaç belki dinî ama bir o kadar, hatta daha da çok ‘şahsî’... Yönelim belki kutsî, ama bir o kadar da dünyevî... İşin içinde kârzarar hesabı, rekabet gibi dünyevî dinamikler alabildiğine var. O zaman ramazan demek ki yukarıda amelibadet hesabı yapan samimi ve “masum” mümin kadar kârzarar hesabı yapan sermayeye de geliyor. İnsanları camiyemabede olduğu kadar çarşıyapazara da davet ediyor. Kanaatkâr, mütevazı ve dayanışmacı “yeryüzü sofraları” kadar, kazanç arzulu, muazzam ve rekabetçi “nefaset sofraları”nı da önümüze kuruyor. Dolayısıyla “On Bir Ayın Sultanı” adı altında, ama artık ibadete olduğu kadar ticarete de “sultan” olarak şekilleniyor. Kısaca, tüketim ekonomisi ve kültürünün terkisinde karşımıza çıkıyor... Bakalım ileride bu “ramazan”a da bakıp “Nerde o eski ramazanlar” diyen de olacak mı?! Nefs A FAYDALI BİLGİLER rak nefs nedir diye sorup cevap aradığımızda karşımıza çıkanların ne kadar doğal, ne kadar kültürel olduğu da ayrı konu. Sıralayalım: Kıskançlık, öfke, gurur, kızgınlık, sabırsızlık, kibir, riya, haset, nazar, nefret, böbürlenme, büyüklenme, kendini beğenme, başkalarını küçük görme, bencillik ve benzeri mahiyette kötülüğe, utanca, kaybetmeye sevk eden bir dolu şey... Bunlar “nefs”in itkisiyle ortaya çıkar ve rekabet, çatışma gibi süreçlerin kökeninde yer alır. Böyle bakıldığında nefs kavramlaştırmasının altında insan toplumsal gerçekliğinin en temel dinamiği olan “iktidar”la ilişkili bir saklı söylem yattığı ileri sürülebilir. Nefs, insanın iktidara duyduğu istek veya o isteğin kaynağıdır. Ancak mutlak, sınır tanımaz özgürlük de nefsanî bir istek olarak değerlendirilir. Buradan insanın özgürlük arayışının baskılanmasına yönelik bir “iktidar teknolojisi”ni de nefs söylemi üzerinden üretmek mümkün olabilir. Bu çerçevede nefsin, hem iktidara duyulan isteği, hem de kişinin kendisi üzerinde iktidar reddini işaret ettiğini düşünmek uygun olur. Bu bizi insanın İslam’da “düalist” ele alınışına ilişkin başka kavramlaştırmalara Yarın: RUH götürecektir. llah “nefs”i yarattı, ona huzuruna gelmesini buyurdu. Nefs, geri durdu. Allah nefse geri durmasını söyledi, o öne çıktı. Allah, ona “Ben kimim, sen kimsin” diye sordu ve ondan kendisinin kulu olduğunu söylemesini bekledi. Nefs, “Sen sensin, ben de benim” dedi. Allah nefsi bin yıl cehennem ateşinde yanmaya mahkum etti. Bin yıl sonra geri çağırdı ve yine sordu. Nefs, aynı cevabı verdi: Allah bu defa nefsi bin yıl açlığa mahkum etti, çağırdı, aynı soruyu sordu: “Ben kimim, sen kimsin?” Nefs, teslim bayrağını çekmiş cevap verdi: “Sen benim rabbimsin, ben de senin en kıymetli kulun!..” Bu hikâye, insanda “ben”lik meselesinin İslâmi çerçeveye “nefs” kavramı temelinde oturtuluşuna tatlı bir örnek. İslâm’da “iyidoğrugüzel”in yolu nefsin insandaki kibrini kırmaktan geçiyor. Ama nefsi “kırmak”, kolay değil. Çünkü nefs, insanın “biyolojik” varlık hali. İnsandaki bedeni canlılık, yiyipiçme, şehvet gibi biyolojik ihtiyaç, istek ve itkilerin karşılığı... Böyle alınınca nefs, Freud’ün “idegosüperego” üçlemesindeki “id”e eşdeğer bir kavramlaştırma. Ancak daha somut ola Fotoğraf: CAN EROK C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle