18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
OLAYLAR ve GORUSLER KÜLTÜR SANAT Salı 12 Mayıs 2015 Evren akademi ve müzede 12 Eylül dönemi, Kenan Evren Cumhurbaşkanı olmuş ve İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ni (YÖK ile birlikte Mimar Sinan Üniversitesi olmuştu) ziyaret edecekti. YUSUF TAKTAK Sanatçı 22 EDİTÖR: ÖZGÜR MUMCU ve SİNEM USER KARA TASARIM: AYNUR ÇOLAK Tiyatro dünyamız tatsız... ıllarca severek izlediğimiz bir değerli sanatçı, Zeki Alasya ayrıldı aramızdan. Vakitsiz çıktı bu yolculuğa. Beni, 1970’lere götürüyor bu beklenmedik yolculuk... Düşünüyorum, bugün yaşananlara, sanatçılara birey olarak nasıl fütursuzca saldırıldığına bakıyorum ve tüm olumsuzluklara rağmen sanki o dönemler sanatın ve sanatçının değerinin toplum tarafından bugünlere kıyasla daha iyi bilindiği yıllarmış diyorum... Zeki Alasya ve Metin Akpınar isimleri Devekuşu Kabare Tiyatrosu zillerini çalıyor beynimde. 1967 yılında Haldun Taner ustamızın öncülüğünde Metin Akpınar, Zeki Alasya ve Ahmet Gülhan’la kurulan o güzelim Devekuşu Kabare’de ne harika oyunlar izledik, ne renkli sanatçılarla tanıştık... Nevra Serezli’den Cihat Tamer’e, Demet Akbağ’dan Bilge Şen’e, Ayşen Gruda’ya, Suat Sungur’a, Halit Akçatepe’ye, Kemal Sunal’a, Naşit Özcan’a ve daha nice güzel isme uzanan bir zincir bu... Sıraselviler’de, Klüp 12’de hemen bütün oyunlarını izledik Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nun... Haldun Taner, Zeki Alasya ve Metin Akpınar’ın tiyatro tarihimizdeki yeri öylesine köklü ki. “Vatan Kurtaran Şaban”lar, “Astronot Niyazi”ler, “Beyoğlu, Beyoğlu” ya da “Haneler”, “Yasaklar”... Hangi birini saymalıyım bilemedim. Ama tek bildiğim şu ki, biz toplum olarak Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nu çok sevdik. Hele de Metin Akpınar ve Zeki Alasya içimizi ısıttı... 1970’lerin ve devamında da 1980’lerin o baskıcı ortamında Haldun Taner’in kaleminden çıkan ince mizah örneği oyunlarla yaptıkları siyasi hicivlerde toplumun tepkisizliğine, aymazlığına göndermeleri aynı kıvraklıktaki oyunculuklarıyla yerleşti içimize. Sanki Metin Akpınar “Karagöz”, Zeki Alasya “Hacivat”tı. Tamamladılar birbirlerini... “Devekuşu devekuşu/ Kanadın var yerdesin/ Hörgücün yok devesin/ Kumdan çıkmaz hiç başın/ Ü niversite ve bağlı tüm birimleri teyakkuz halindeydi. Öğrenciler kızgınlık ve umursamazlık içinde dalgalarını geçiyordu ama hocalar arasında kararsızlık hâkimdi. Y İsyan ve saygı Kimileri cumhurbaşkanımız geliyor, deyip saygıyı elden bırakmıyor, kimi de; arkadaşları hapisteyken “darbeci bir generalin ne işi var üniversitemizde” diyerek isyan ediyordu! Herkese birer görev verilmişti, bana düşen ise bir Türk resim ve heykel sanatı seçkisi düzenlemekti. Tabii ki yapıtların okulun “arka bahçesi” olan müzeden alınması gerekliydi. Ben de belli başlı resim ve heykelleri seçerek Osman Hamdi Salonu’na yerleştirmeye başladım. Salona bakan asma katın korkuluklarına yaslanarak beni izleyen idareci “yeni prof.’lar” heyetini yan gözle fark ediyordum ancak içimden “sanat sevgileri ne de olsa” diye düşünmekteydim... Sergi düzenlemesi sonuçlanmak üzereydi, aralarında hararetli bir konuşma yapmaya başladılar ve içlerinden Prof. Kerim Silivrili’nin merdivenlerden bana doğru yaklaştığını gördüm, besbelli sözcü seçilmişti: “Malum önemli bir kişi geliyor”, serginin ortasında bir kaide üzerindeki Zühtü Müritoğlu’nun yatan torsunu göstererek “Sayın cumhurbaşkanımıza eli kolu düzgün daha münasip bir heykel koyalım ve çıplak olmasın” dedi! Şaşırmıştım, akademinin ortasında bir sergiye sansür uygulanmaktaydı... Heyecanlı ama sert bir ifadeyle heykeli kaldıramayacağımı belirttim, isterseniz siz yer değiştirin deyip uzaklaştım. Bir gün sonra, salona baktığımda, Zühtü Müritoğlu heykelinin yerinde bir başka “münasip heykel” durmaktaydı... Aynı gün, bir başka olay patlak verdi! Akademi başkanının odasında Seçki düzenlemek Soldan sağa: Jale Erzen, dönemin Ankara Valisi, Kenan Evren ve Yahşi Baraz, bir açılışta. (1989) büyük boyutlu bir Adnan Çoker resmi durmaktaydı. Daha önceki başkanın ricası üzerine sergilenmek üzere Çoker tarafından asılmıştı. Ne var ki yeni başkan (artık rektör olmuştu) Kenan Evren’in ziyaretinin estirdiği korku nedeniyle her köşeyi, her birimi gözden geçirtip, azar işitmemek üzere, okulu hazır hale getirmek istiyordu... Ve rektörlüğe A. Çoker hoca çağrılıp resmini indirip alması istendi. Gerekçe: Evren “bu nedir, ne anlamı var, indirin buradan!” diyebilir endişesi... Müzesi’ni görmek de vardır. Aynı zamanda müzede çalıştığım için, rektörün telaşı müzeye de yansımıştı. Müdür Prof. Belkıs Mutlu, benzer özeni(!) müzede uygulamaya çalıştı. En başta, çalışanların derli toplu giyinmeleri ve tabii ki kravat takmaları mecburiydi... Ve asıl mesleği general olan kişinin mesleğini cumhurbaşkanlığında da devam ettirdiğini bildiğimizden ister istemez söylenenleri yerine getirmeye çalıştık. Bayramlık elbiselerimizi giyip, müzenin önünde manga gibi (10 kişiden oluşur) dizildik. En başta da Sabri Berkel yer aldı. Kara arabalar müzenin önüne geldiğinde bizim bacaklarımız titriyordu... Komutan arabasından inip şöyle bir baktı, yükseklerden. Kılığımızı kıyafetimizi gözden geçirdi ve lütfedip baştan elimizi sıkmaya karar verdi. Sabri hoca öne çıkarak elini sıkmak istedi. Olur mu öyle şey, sırayı bozmak! Sabri hocanın elini kavradığı gibi sırasına itekledi. Hocanın yüzü kızarmıştı. Bizler de titreyerek ve sıramızı bozmadan elini sıktık. Hiddetli adımlarla merdivenlerden yukarı çıktı. Sanki askeri denetim yapıyordu. Müdür odasında, besbelli önceden ne yiyip ne içeceği belirlenmiş olduğundan ikram edildi. Ne konuşulduğunu hatırlamıyorum bile, hemen odadan ayrılıp müzenin merdivenlerini çıkmaya başladı. Yanında Orhan Ersoy ve ben bulunuyorduk, hemen sol arkamda Orgeneral Haydar Saltık vardı. Doğrusu ben en çok ondan tırsmıştım, çünkü İstanbul’da anlatılanların, işkencelerin odaklandığı kişiydi. Bir ara yerimi ona verip arkaya çekilmek istedim ama engel oldu: “Senin yerin orası yavrum!” Neyse kazasız belasız salonları gezmeye başlamıştık. Adnan Çoker’e sansür Hoca da haklı olarak “Sayın rektör, gelen kişi cumhurbaşkanı da olsa bizlerin söyleyecek, anlatacak bir şeyleri vardır. Eğer böyle bir durum ortaya çıkarsa, lütfen beni çağırın resmimi açıklarım!” dedi. Rektör Muhteşem Giray’ın yanıtı: “Yok hoca siz alın resminizi, gelen zatın ne yapacağı belli olmaz, zor durumda kalmayalım...” Doğal olarak, hoca resmini indirip atölyesine götürmek zorunda kaldı. Sansür Evren Paşa ve empresyonizm Empresyonistlerin salonunu geçtik ki Evren Paşa, durakladı, kızardı bozardı. “Bunlar ne biçim resim ya!” deyip küstahça geri döndü ve müzeyi terk ederken yanında olmama karşın anlayamadığım mırıltıları, el kol hareketleri ve sert adımların çıkardığı sesleri hâlâ belleğimde. O biçim resimlerin sahipleri ise: Ali Çelebi, Zeki Kocamemi’ydi ... Tarihin garip cilvesi, Kenan Evren sonraları ressamlığa soyundu... Münasip heykel Ziyaret günü; programda İstanbul Resim ve Heykel ‘General’e hazırlık... Sen ne biçim nesnesin/ Uyan oldu sabahlar/ Yeryüzünde neler var/ Bak, gör düşün, işit, anla/ Yutturanlar yutanlar/...” Her oyun bu dizelerle başlar ve biterdi... Her ne kadar 1978’de Haldun Taner’le yolları ayrılsa da, Taner “Devekuşu’nun tutunmasında, benim tecrübem ve bilgim kadar Zeki ile Metin’in de rolü büyüktür” demiştir... Zeki Alasya ve Metin Akpınar Konak Sineması’nda sürdürdüler çalışmalarını ve çok daha büyük bir seyirci kitlesine seslendiler ama, tabii ki o sıcak “kabare tiyatrosu” niteliği yerini popüler bir çizgiye bıraktı. Biz seyirciler o kocaman mekânda da yine keyifle izledik onları... Öte yandan, hangi yıl kapandığını tam olarak hatırlamıyorum ama Haldun Taner ve Ahmet Gülhan’ın birlikte açtıkları Tef Kabare ise maalesef uzun ömürlü olamadı...1980’li yıllar Türkiye’de tiyatro yaşamındaki erozyonun hızlandığı yıllardı. Sosyal çalkantılar, ekonomik dengesizlikler, eğitim sistemindeki aşırı sapmalar ülkenin ve İstanbul’un yapısını hızla değiştiriyordu... Sonuç bugünlere uzanan bir sürecin başlangıcıydı sanki... Güçlü bir başkaldırı tiyatrosu olan kabare için Türkiye’de malzeme tükenmez, hele de günümüze bakıldığında... Evet, Zeki Alasya Ulvi Uraz Tiyatrosu’ndan çıkıp Devekuşu Kabare Tiyatrosu’ndaki başarıları ile gönülleri fethetti. Sadece tiyatro sahnesinde değil, film dünyasında, çevirdiği dizilerde seyirciyi kâh güldürerek, kâh ağlatarak yakaladı. Onu, geçtiğimiz ay Yücel Erten’in sahneye koyduğu “Balım” müzikalinde izlemek hoş bir duyguydu. Bir keyifti, bir eskiye dönüştü... Bugün gözyaşı döküp, yarın unutulmamalı sanatçılarımız... Onlar, büyük bir Tiyatro Müzesi, bir Tiyatro Arşivi ve hayattayken yazılması gereken biyografilerle yerlerini almalı sanat dünyamızda, tüm çağdaş ülkelerde olduğu gibi... Sanata, sanatçıya saygı buradan başlıyor. Başlamalı. Ve de bu toplumun belli bir kesimi artık öğrenmeli sanatçıya ve sanata saygı göstermeyi... Sağlıkta başarısız ‘devrim’ ŞÜKRÜ KARAMAN Gazeteci Defne Halman’a destek anat Meclisi üyeleri, geçen günlerde düzenlenen 20. Sadri Alışık Tiyatro ve Sinema Ödülleri töreni kapsamında bir konuşma yapan tiyatro sanatçısı Defne Halman’ın bir videoda yer almasının ardından yöneltilen ağır suçlama ve tehdide varan açıklamalar nedeniyle bir dayanışma bildirisi hazırladı. Bildiride, özetle şunlar kaydedildi: “İktidarın hoşlanmadığı her eleştiriyi ondan önce göğüsleme telaşındaki gayrı resmilere ve her yaprak kıpırtısını “Gezi olayları sırasındaki gizli işbirliğinin aleniyete dökülmesi” olarak algılayıp, bunu açıklamayı kendine dert edinen resmilere karşı, sanatçı dostumuz Defne Halman’ın yanındayız. Ve sonuna kadar beraberiz.” l Kültür Servisi S 1 Ocak 2012’de “Sağlıkta Devrim” sloganı ile hayata geçirilen Genel Sağlık Sigortası’nın (GSS) iddia edildiği gibi sağlıkta devrim olmadığı, aksine yurttaşın ücretsiz sağlık hizmeti alımını engellediği 3 yıllık süreçte görüldü. GSS prim borcu olanların bunu yapılandırması ya da silinmesine yönelik yeniden gelir testine girmek için başvuru süresi 6 ay daha uzatıldı. Başvuru süresi uzatılsa da GSS’de beklenen sonuca ulaşılmadığı, sağlık hizmetindeki olumsuzluklar net şekilde ortaya koyuyor. Sağlık her yurttaşın engellenmeden, aksatılmadan kolaylıkla alabileceği en temel insani hakkıdır. Hangi gerekçeyle olursa olsun, bu hak hiçbir yurttaştan esirgenemez. Bir yanda adına çıkan prim borcu, diğer yanda esirgenen sağlık hizmeti. 12 Eylül 2014’te yürürlüğe giren 6552 sayılı torba yasa ile GSS kapsamında SGK tarafından adlarına prim borcu çıkarılan bu kişilere 6 ay içinde gelir testine müracaat ederek gelir durumuna göre borçlarını güncelleme ya da silinmesi olanağı getirilmişti. diği için sosyal güvencesi annebabası üzerinden devam etmeyenler gelir testi yaptırmak zorunda. “Sağlık alanında devrim” gibi çok iddialı sloganlarla hayata geçirilen GSS’nin başarılı olamadığı, dikiş tutmadığı, yamaların patladığı, aksaklılara, yakınmalara yol açtığı hem uygulamada hem de başvurudaki sayının azlığı açıkça gösteriyor. Borçluların çoğunluğunun GSS prim borcu olduğundan haberi bile yok. Bu konuda ne yeterli bilgilendirme, ne tebligat yapılabildi. GSS’de başvuru süresi değil iki, üç veya dört kez daha uzatılsa yine de istenilen sonuç alınamaz. Çünkü yurttaşın haberi olmadan adına biriken bu yüklü prim borcunu ödeyebilecek maddi gücü yok. Bunun böyle olduğunu borçluların çoğunluğunun başvuruya ilgisiz kalması ortaya koyuyor. GSS’nin sorunsuz şekilde uygulanabilmesi için yurttaşı sağlık hizmetinden yoksun bırakmayacak önlemler alınmalı, kamuoyu bu sistem hakkında yeterince bilgilendirilmeli. Öncelikle biriken borçlar tümü ile silinmeli. Kamuoyu çok iyi enforme edilerek GSS öyle uygulanmalı. GSS başarılı olamadı GSS uygulamasından 3 yılda 5.3 milyon kişi SGK’ye 10 milyar lira borçlu duruma geldi. Bu kişilerden 3.5 milyonunun borcundan haberi bile yok. Borçlulardan ancak 155 bini Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’na başvurarak yeniden gelir testi yaptırdı. Bu konuda ne yeterli bilgilendirme, ne tebligat yapılabildi. Yurttaşlar, ancak hastaneye gittiğinde “Borcun var, sağlık hizmeti alamazsın” uyarısı ile borcu olduğunu öğrenebiliyor, ne yapacağını şaşırıyor. Borçluların haberi yok Ne var ki 31 Mart’ta biten başvuruya prim borçlularının çoğunluğu ilgi göstermedi, yeniden gelir testi yaptırmadı. Başvurunun düşük kalmasından ötürü borçlulara ikinci bir olanak tanınarak gelir testi başvuru süresi 6 ay daha uzatıldı. Prim borcu olanlar 30 Eylül 2015’e dek kaymakamlıklardaki Sosyal Yardımlaşma Vakfı’na gelir testi için başvuruda bulanabilecek. Gelir testi sonucunda çıkabilecek borç ya yeniden yapılandırılacak ya da tamamen silinecek. Herhangi bir şekilde SGK’li çalışmayanlar, sosyal güvenlik kapsamında bulunmayanlar, işsizler, 25 yaşını Borçlu yurttaşların çoğunluğunun GSS dolduranlar veya öğprim borcu olduğundan haberi bile yok. renime devam etme Gelir testi yapılmadı C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle