19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 1 MART 2015 PAZAR 16 PAZAR YAZILARI G. Kore’de kuruyemiş krizi... G üney Koreli İngilizce öğretmeni arkadaşım Kyonok Türk kahvesi içmeye gelmişti. O da Jakarta’da eş durumundan bulunuyordu. Bir taraftan çok sevdiği kahvemizi yudumlarken bir taraftan dedikodu yapıyorduk. Duydun mu dedi neler oldu G. Kore’de, herkes bunu konuşuyor! Duymadım dedim, bir haber atlamıştım anlaşılan! “Bir Koreli olarak çok utandım, çok” dedi. Başladı anlatmaya: Aralık ayı başında Kore Havayolları’na ait bir uçak New York’tan G. Kore’ye 250 yolcusuyla kalkmaya hazırlanıyormuş. Havayolu sahibinin kızı Heather Co da 1. sınıf yolcular arasındaymış. Bu arada yiyecek içecek servisi başlamış erkenden... Kıdemli erkek hostes “macadamia” adlı, fındığa benzer kuruyemişi ikram ediyormuş. Bizim THY’de de ikram ettikleri gibi; uçakta ikram edilen o minik paketteki fındığın tadı da bir başkadır, hiçbir yerde o kadar lezzetli gelmez bana! İşte o servis sırasında adeta kıyamet kopmuş birden! Bir yolcu hostese bağırıp hesap soruyormuş. Meğer bağıran yolcu havayolu sahibinin kızı Heather değil miymiş! Sebep ise ikram edilen kuruyemişin tabakta değil de paketinde sunulmasıymış! Hostese hakaret ettiği, diz üstüne çöktürüp özür dilettiği yetmemiş, telefonuna sarılıp seni kovdum demesi de az gelmiş, sen benim kim olduğumu biliyor musun? Bana nasıl böyle ikramda bulunursun, seni uçaktan da atayım gör gününü demiş! Emretmiş, uçak geri dönmüş ve hostes indirilmiş! Hiyerarşik bir toplum olan Güney Kore’de pilot bile Heather’a karşı gelememiş! Sonuçta kalkış 20 dakikacık gecikmiş! Ekonomi yolcuları gecikmenin gerçek nedenini epey sonra anlayabilmiş. Patronun kızı, kabin ekibine ve pilotlara ağızlarını sıkı tutmalarını tembihlemiş, yoksa olacaklar aşikârmış! Kabin ekibi sus pus olmuş. Ta ki, patronun kızı “kabin görevlisi bana tacizde bulunmuştu” diye söylenti yayana kadar. Muhtemelen kovulandır ama adı açıklanmayan bir kaynak dayanamayıp konuşmuş. Ondan sonra gerçek bütün çıplaklığı ile ortaya çıkmış. Videosu geçen yıl YouTube da 2 milyar görüntülemeyle tüm zamanların en çok tıklanan ve 2014 dünyanın en iyi şarkısı ödülüne aday olan Gangnam Style yaratan, plastik cerrahideki başarısıyla ününü pekiştiren G. Kore’nin şanı böylece iki paralık CAKARTA olmuş! Şirket yönetimi gecikmeden dolayı yolculardan özür dilerken başkanvekili olan patronun kızı GÜLSEREN Heather’ı savunmadan TOZKOPARAN JORDAN da geri durmamış; yöneticiliğini öve öve bitirememiş. “Kendisi kabin ekibine denetim yapıyordu, hizmet kalitesini kontrol ediyordu. Mesela önce yolculara tercihlerini sormak gerekirdi” diye zeytinyağı gibi üste çıkacak olmuşlar. Heather baba işindeki tüm görevlerinden de istifa etmiş ama bu arada halk bu olaydan milli bir üzüntü çıkartmış! Öfkeyle kalkan zararla oturur. Kolay mı 250 yolcuyu ipe sapa gelmez bir sebeple bekletmek, uçağın güvenliğini tehlikeye atmak! Kamuoyu ve yolcu güvenliğini ilgilendiren olay mahkemeye yansımış. Arkadaşım Kyonok kendisinin olmayan bu utançla ülkesine döndü. Takip ettim, mahkeme sonuçlanmış, patronun 40 yaşındaki şımarık kızı 1 yıl hapse mahkum olmuştu. “Sinirlerime hâkim olamadığım için halktan ve yolculardan çok özür dilerim, pişmanım” dese de gözyaşına bakılmamıştı. 3 yıllık hapis istemi kendi adının da zarar görmesi ve küçük çocukları olması nedeniyle 1 yıla indirilmişti. Ekibi yanlış ifade vermeye zorlaması, görevi olmadığı halde uçağın işine karışması, kanıtları yok etmesi cezaya gösterilen gerekçelerdi. Heather henüz rahat bir nefes alamadı çünkü savcılar peşini bırakmıyor, ceza az verildi, artırılsın diye temyize gidiliyor. Bir kriz atlatılmadan diğeri ortaya çıkıyor, bugünlerde G.Kore’de işler yolunda gitmiyordu! Bu kez de plastik cerrahideki şanına gölge düştü. Çoğunluğu Çinli müşterilerin oluşturduğu güzellik ameliyatlarının fiyaskoyla sonuçlandığı haberleri duyulmaya başlandı. Geçen hafta Seul’deki bir klinikte 50 yaşında Çinli bir kadın ameliyat masasında komaya girmişti. Hemen ardından Çinli iş kadını Chen Yili binlerce dolar yatırıp ameliyat olduğunu, yüzünün tanınmaz hale geldiğini, depresyon tedavisine başladığını iddia ederek davacı olduğunu açıkladı. Benzer tecrübesi olan kadınlar kliniklerin olası risklere karşı uyarı yapmadıklarını ileri sürdü. Hatta bir kadın ameliyattan sonra yeni yüzünü görünce intihara teşebbüs etmişti. Sağlık Bakanlığı hemen olaya el attı. G.Kore’deki tıbbi turizme yoğun ilgiyi gören bazı kliniklerin mantar gibi bitip izinsiz çalışmaya başladığını, bunların hemen tespit edilip gerekenin yapılacağını açıkladı. Müşterileri de klinik seçerken dikkatli olmaları yolunda uyardı. Yalnızca geçen yıl 25 bin Çinli turist kozmetik amaçlı G. Kore’yi ziyaret etmiş ve güzellik uğruna para harcamaktan kaçınmadıkları gözlenmişti. O yüzden G. Kore işleri bir an önce yoluna koymazsa kaçan balık büyük olacak, şanı onarmaya Gangnam Style bile yetmeyecek! [email protected] İyilikseverliğin Amerikancası A merika’da arabasız kalacağına evsiz kal daha iyi; hatta ayakkabınız olmasa dert etmeyin, ille otomobil! 20. yüzyılı otomobil çağı yapan ABD’de araba boldur, dünya piyasalarına göre ucuzdur ama gün gelir kıymetleniverir; deve bir akçe sal gitsin, deve bin akçe al gelsin, misali... Otomobilsiz hayat burada imkânsızdır, yolda kalanın hali haraptır. Yolda kalanlardan birisi, geçen hafta arabalandı. Fakat az çekmedi garibim! Detroitli, 56 yaşındaki siyahi James Robertson’dan söz ediyoruz. Kanada sınırındaki kent merkezinde yaşıyor, 40 km. uzakta bir fabrikada çalışıyor; saat ücreti 10 dolar. Robertson birkaç vesait değiştiriyor, aktarma yaparken sıfırın altında buz gibi havada bekliyor son durakta inip epeyi yürüyerek işine ulaşıyor; akşam dönüşü ayrı dert. 10 yıl evvel Honda Accord’u varmış, arızalanmış, astarı yüzünden pahalıya çıkacağı için hurdaya bırakmış; kalmış mı yayan! Robertson evliya ruhlu bir aziz kişi! Gık demeden on yıldır her gün 80 km. yol yapmış; fakat bir arkadaşı sabır meleği olmasına dayanamayıp internette kampanya başlatmış. Kampanya orta halli, lastiği kaportası düzgün bir araba için 5 bin dolar hedefindeyken Amerikalı iyilikseverler kesenin ağzını açınca bağış, birden 250 bin doları geçiverecektir. Oysa 5 bin dolara 2. el piyasadan, mesela bir Jeep Cherokee dahi alabilecekti. Şimdi derdin büyüğüne çatmıştır, zira 245 bin doları ne yapacağını bilemediğinden iyilikseverlere iadeye kalkışmış, dostları “Seninkisi peygamberliği de geçti, buna salaklık denir!” diye akıl fikir vermiştir. Emeklilik hayalindeki Robertson şimdi nohut oda, bakla sofa bir ev alacaktır; 150 bin dolar harcayacak, sonra içine mobilyasını, beyaz eşyasını koydu mu, geriye, Küba’ya tatile gidecek parası dahi kalacaktır; zaten Obama’dan sonra Küba herkese cennet! Yılların otomobilsizi Robertson’ın Detroitli olması işin komik yanıdır. Bilirsiniz en baba, kuyruklu Amerikan arabalarının fabrikaları hep Detroit’tedir; Kadillak’lar, Bıyik’lar, DeSoto’lar, Ponçiyak’lar, Ford’lar, hele jipler... Otomobil deryasında arabasız Robertson’a dair Amerikan gazeteleri röportaj yarıştırırken seyirlik basın da kamera başındaydı. Detroit’in kardeş şehri Kanada’nın Windsor’ında geçirdiğimiz bir gece, açık televizyon ekranları dönüp dönüp, masum yüzlü Robertson’a yer veriyor, haber sınır şehrinden Kanada’ya da yansıyordu. Detroit ve Windsor deyince Kasımpaşa’yla Cibali’yi yahut Üsküdar’la Beşiktaş’ı akıla MAHMUT getiriniz; arada Michigan Gölü... ŞENOL Üstelik Detroit’te otomobil sanayi hapşırınca Windsor’daki tedarikçi küçük imalatçılar gribe yakalanacak kadar içli dışlı. O yüzden Robertson’ın on yıllık tabana kuvvet çalışma azmine son veren Amerikan Rüyası, sınırın WINDSOR iflas etmiş bakkal gibi kös dururuz. Lakin Kuzey Amerika yaşamında bağış, yardım, iane, hibe önemlidir. Dilenciye 1 sent vermeyen Amerikalı kilisede para saçar. Sokakta düşene el uzatmayacak kadar zalimken gazetede okuduğu yoksul haberi karşısında vicdan azabından gözü uyku tutmayacak kadar saf kalplidir. 1998’de New York’un Manhattan semtinde başıma gelen vakayı aktarmalıyım ki, kültürler arası fark anlam kazansın: Caddelerin bulvarlarla kesiştiği bir kaldırım üzerinde aylak aylak dolaşıp güya iş bakındığım bir gündü; zaten o günden beri hep iş bakınıyorum. Soğuk, kasvetli, gri bir sabah, yerler buz, rüzgâr jilet gibi keskin, saat on suları! Önümde bastonuyla ihtiyar bir hanım tin tin yürüyor; birden ayağı kaydı, düştü. Koştum, kaldırmaya çalıştım, acı içinde kıvranıyordu. Birkaç kişi belirdi çevrede, sanırım telefon açtılar ilkyardıma, polise... Az sonra iki polis otosu kaldırım kenarındaydı, bir ambulansın çığlığı da duyuluyordu. Sağlıkçılar kadını sedyeleyip ambulansa alırken ellerim kelepçesiz beni de polis otosuna koydular. Polis üst baş araması yaptıktan sonra ayaküstü sorguladı; kem küm ediyor, şaşkınlığımdan evet’e hayır, hayır’a evet diyordum. Allah’tan ki, ambulans kapısı kapanmadan yaşlı kadın benden yana bir şeyler söyledi, işin rengi değişti. Yoksa ayıkla pirincin taşını! Adres, kimlik tespitinden sonra serbesttim ve kaldırımda “aynasızlara” veda ederken ilk Amerikan nasihatimi aldım: “Ülkendeki alışkanlıkları burada tekrarlama!” dedi görevli, “Göçmensin, buralı gibi davran!” Buralı gibi davranmak, kaldırımda yere yapışmış birini görünce uzak durmak, hemen polisi çağırmaktır. Ben Keloğlan gibi gafil avlanmıştım; ders oldu. Ama ülkemde biri düşmeye görsün, soğan koklatmaya çalışanı, yüzüne su çarpanı, kolonyayla bilek ovanı, ayaklarından çekip kaldırımda oturtmaya uğraşanı, arada yankesicisi, “Bu yaşta sokağa mı çıkılır be amca? Evladın, gelinin yok mu?” diyeni, akıl vereni, yol göstereni, polisambulans gecikince “Bu memleket adam olmaz!” diye kaldırım siyasetine kalkışanıyla yetişirseniz, siz de, Manhattan’da aynısını yaparsınız... Hasılı, Robertson’a bağışta bulunmadım ama yolda görseydim otostop çekiyor diye arabama alır, gideceği yere kadar bırakırdım; arada siyaset ve futboldan laflardık... [email protected] bu tarafında alkışlandı. Konuk olduğum evin Türk hanımı haberi umursamazken, Kanadalı eşi elini cebine atmak hazırlığıyla bana da seslendi: “Biz de bir şeyler yapalım, haydi pamuk eller cebe!” 250 bin dolara gark olmuş Robertson’ı daha fazla şımartmak tehlikesini hatırlattım, bunca para yeterliydi; biz de o kadarı da yoktu. Biz Türkler her türden yardıma koşarız da sıra paraya gelince sonra da insanlar! “Y Önce ağaçlar ölüyor, H Teksas’ta temiz soluk ava kirliliği ve çevresel sorunlarla yıllardır ilgilenirim. Haliyle Teksas’ta son 13 yılda hava kirliliğinde yüzde 25 oranında düşüş yaşandığına ilişkin basına yansıyan son haberler de dikkatimden kaçmadı. Bu olumlu veri beni bir anda geçmiş yıllara götürdü, TÜBİTAK’ta çalıştığım yıllara... İşletmecilik bilişim uzmanlığı yaptığım yıllarda çevre ekonomisi konularında da kitaplar okumaya başlamıştım, 1970’lerdi. Uzmanlık alanıma giren konuların yanı sıra Bilim ve Teknik dergisinin de sorumlu müdürlüğünü yapıyordum. O yıllar Ankara’da müthiş bir hava kirliliği vardı. Çocuklarım küçüktü, hele kış ortasında solunum sorunları ortaya çıkıyordu. Bu konu giderek ilgimi çekmeye başlamıştı. Özellikle hava kirliliğinin olası ekonomik etkilerini incelemeye başladım. O yıllar TÜBİTAK’ta hava kirliliği konularının ölçümleriyle ilgili birimde çalışan değerli arkadaşım Prof. Dr. Aysel Müezzinoğlu’ndan büyük yardım gördüğümü hatırlıyorum. O yıllar ayda bir kere TRT’de yayımlanan, rahmetli Jülide Gülizar’ın sunduğu “Bir Konu, Bir Konuk” isimli programda Ankara’da hava kirliliğinin ekonomiye etkileri konusunu ele aldık. Arkadaşlarımdan bazıları “bu tür konularla boşuna vakit geçirmenin anlamsızlığını” dile getirirken kimileri ise “konu ilginçti” gibi yorum yapıp cesarelendirici sözler söyledi. 197475 yılları arasında bir tarihte Yunanistan’ın başkenti Atina’da BM tarafından “Akdeniz’in Çevre Kirliliği” konulu bir konferans düzenlenmişti. O sırada AnkaraAtina arasındaki uçuşlar yapılmıyordu. Bir tek TEKSAS Air France Paris’e giderken Atina’ya da uğruyordu. TÜBİTAK’tan izin alıp o sırada BM Ankara Bürosu’nda görevli okul arkadaşım Timur Göksel’in yardımıyla konferansa katılmam sağlandı. Ege Üniversitesi Deniz Bilimleri Merkezi’nden gelecek bilim insanlarını beklerken konferansta bir önerge ve TEVFİK DALGIÇ rilerek Ege Denizi’nin kirlilik düzeyini ölçecek bir araştırma merkezinin Yunanistan’da kurulması teklifi ortaya atıldı. Söz alıp henüz Yunanistan’da bu konuya ilişkin altyapının olmadığını, oysa Ege Üniversitesi’nde başarılı bir Deniz Bilimleri Bölümü olduğunu aktardım, kaynak kaybına meydan verilmemesi gerektiğini dile getirdim. Hava kirliliği konusunu TÜBİTAK’tan ayrılıp akademik yaşama geçtiğimde de izlemeye devam ettim. Nereden nereye... Teksas’ta hava kirliliğinin yüzde 25 düşmesiyle ilgili haber beni bir anda geçmişe götürdü. Şimdilerde ABD’nin en büyük eyaleti Teksas’ta havanın temizlenmesini kimin sağladığı tartışılıyor. Cumhuriyetçiler eski Vali Perry’nin uyguladığı, işletmelerin sistemlerini yenileyip çevre kirliliğini azaltıcı önlemler almalarına yardımcı olan, bu konuda 995 milyon dolarlık teşvik ve destek bütçesinin bunu sağladığını söylüyor. Demokratlar ise bunun eyaletin değil, federal hükümetin getirdiği çevre yasalarından kaynaklandığını belirtiyor. Kim ne derse desin sonuçta Teksaslılar daha temiz bir nefes alıyor. [email protected] eşil ile bezenmiş bir çevreden ve tazyikli su sıkan, onları sert coplarla döven özgür düşünce doğar” sözlerini polis, altısı ağır olmak üzere dört yüz kişinin Başbakan Erdoğan 2013’te yaralanmasına neden olmuştu. Bu olay beş söylemişti. Çok doğru! Başka bir gerçeğe ay sonraki seçimlerde eyalet başbakanının de şu sıralar AKP’li İstanbul Büyükşehir başını yemiş, açılan ve uzun süren davalar Belediyesi’nin Çevre Koruma ve Kontrol sonucu emniyet müdürüyle beş polis de değişik Daire Başkanlığı web sitesinde dikkati cezalara çarptırılmıştı! çekiyor: “Kirli hava tabakası canlı hayatı CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu olumsuz yönde etkilemektedir. İstanbul bir süre önce sunduğu yazılı soru önergesinde, nüfusunun hızlı artışı ve kalitesiz yakıt 3. Boğaz Köprüsü uğruna 2 milyon 700 bin kullanımı nedeniyle 1985 yılından sonra ağacın kesilmesiyle doğanın ve insan sağlığının hava kirliliği yaşanır olmaya başlanmıştır. olumsuz etkileneceğinden, hava kirliliğinin 1990’lı yıllardan sonra tehdit edici boyutlara toplu ölümlere neden olabileceğinden söz etti. ulaşmıştır...” İstanbul gazeteleri bu ölümcül Son iki yılda İstanbul’a oksijen pompalayan tehlikeye daha 20 yıl önce dikkati çekmiş, o ormanlara kıyıldı, yeni bir Boğaz köprüsü günlerde: “İstanbul’da yaşamak ömrü 4 yıl uğruna milyonlarca ağaç kesildi. Bu öyle kısaltıyor” diye başlık atmışlar! Yeşile zarar bir kıyım ki uzaydan bile görünüyor! veren karbondioksit, azotmonoksit, yeraltı Cumhurbaşkanlığı konutu için de Atatürk sularına karışan nitratlar ve tarlalardaki çeşitli Orman Çiftliği’nin yüzde 40’ı (900 hektar) asitler kanser hastalığının baş yok edildi. Tanrıkulu sormaya nedenlerinden. devam ediyor: “Ağaçların kesilmesi STUTTGART Ağaçlar olmadan insan yaşayamaz. İstanbul’da hangi hastalıkların Çünkü ağaçlar insanın neden artmasına neden olacaktır? olduğu hava kirliliğinin yüzde İstanbul’da yılda kaç kişi hava 50’sini temizler. Uzmanların kirliliğinden hayatını kaybediyor?” açıklamalarına göre bir hektar Ankara Üniversitesi’nden Prof. Dr. ladin ormanı yılda 32 ton, bir Recep Akdur da hava kirliliğinin AHMET ARPAD hektar kayın ormanı yılda 68 ton, toplu ölümlere yol açabilecek bir hektar çam ormanı da 3040 ciddiyette olduğunu belirtiyor. ton karbondioksit yüklü havayı “1990’lı yıllardan sonra hava emiyor. Sadece bir kayın ağacı saatte 1.5 kirliliği tehdit edici boyutlara ulaşmıştır...” kilogram oksijen üretiyor. Ağaç yaşlandıkça diyen İstanbul Büyükşehir Belediyesi ise insanlara yararı artıyor. Örneğin 100 yaşındaki, dünyanın en büyük kentlerinden birine oksijen 35 metre boyundaki bir kayın yılda 2.5 ton pompalayan ormanlarda üç milyona yakın karbondioksot filtre edebiliyor. Bu nedenle ağacın kesilmesine nedense ses çıkarmıyor! endüstri ülkelerinin büyük kentlerinde yeşil Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) güncel alanlar çok önemlidir. 500 bin nüfuslu açıklaması tüyler ürpertici: Avrupa’nın büyük Stuttgart’ın merkezinin yüzde yirmisi yeşil kentlerinde yaşayan insanların yüzde doksanı alanla kaplı. Altı kilometrekarelik kent zehirli hava çekiyor ciğerlerine! WHO’ya göre parkının yolları ve çayırları her mevsim insan 2010 yılında tam 230 bin insanın ölümüne dolu. Avrupa’nın en büyük parklarına sahip hava kirliliği neden olmuş. İki yıl sonra bu 280 Viyana’da kişi başına 25 metrekare yeşil alan bine çıkmış! Avrupa’da hava kirliliğiyle ilgili düşerken her gün 4 milyon aracın yollarını çalışmalar yapan ESCAPE’in bir araştırması aşındırdığı dev kent İstanbul’da bu alan bir da ciğer kanseriyle kalp yetmezliğinin ana metrekarenin altında. Sağlıklı bir yaşam için nedeninin hava kirliliği olduğunu kanıtlıyor. ise en az on metrekare gerekiyor! 30 Eylül Yeşil hızla betonlaşıyor! Önce ağaçlar ölüyor, 2010 günü Stuttgart’ta kent merkezindeki 25 sonra da insanlar... tarihi ağacın kesilmesini engellemek isteyen kadınlıerkekli, gençyaşlı binlerce kişiye gaz www.ahmetarpad.de C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle