28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 8 Kasım 2015 EDİTÖR: PINAR ERSOY TASARIM: BETÜL BERİŞE pazar yazıları 9 Roma’dan Övgü Pınar Aziz kaldırım taşlarına övgü uristlerin Roma seyahati için özel olarak satın aldıkları romantik çiçekli elbiseleri, çizgili tişörtleri ve gece gezmelerinde giymeyi umdukları stiletto’ları doldurdukları valizlerin tekerleklerini daha kent merkezine adım atar atmaz işlevsiz hale getiren; iyi ihtimalle o stiletto’ların topuklarını, kötü ihtimal o topuklara basan bilekleri büken kaldırım taşları, sampietrino’lar. Viyana’dan AHMET ARPAD T lar da bu küçük bloklarla kaplanıyor ve taşlar “küçük Aziz Pietro” manasındaki “sampietrino” ismiyle onurlandırılıyorlar. En yaygın versiyonu 12*12*6 cm’lik bu taşlar, at arabalarının yollarda daha rahat ilerlemesini sağlamak için tasarlanıyor. Zamanla at arabalarının yerini motorlu taşıtlar alsa da Roma’nın sampietrino aşkı, özellikle de dar sokaklarda yerini asfalta bırakmıyor. Üstelik boğucu rakibi asfaltın aksine sampietrino’lar oturduğu zemini yaşatmaya da devam ediyor. Toprak zeminin üzerine bir kum ya da özel bir kül tabakası serpildikten sonra, kaldırım taşı zanaatkarlârı bir dini ritüel konsantrasyonuyla taşları elle, tek tek yerleştiriyor. Toprağın nefes almasına, yağmur suyunu geçirmesine imkân veren bu teknik sayesinde taşların arasından yabani otlar da baş gösterip, en neşesiz günde bile “umut Tek tek yerleştiriyorlar Azizler kadar kutsal Alelade bir şehir içi otobüs yolculuğunu şiddetli sarsıntılarla lunaparktaki bir hız treni macerasına dönüştüren, bu sarsıntılarla yalnızca yolcuların kaba etlerine değil kentin tarihi yapılarına da zarar vermekle suçlanan sampietrino’lar. Aziz lakaplı ve Romalıların neredeyse azizler kadar kutsallık atfettiği sampietrino’lar. Romalıların sevgili kaldırım taşları isimlerini, Roma Katolik Kilisesi’nin ilk Papa’sı kabul edilen San Pietro’dan (Aziz Petrus) alıyor. Bu taşların ilk olarak 16. yüzyılda Papa 5. Sisto zamanında Vatikan’a bağlı San Pietro Meydanı’na döşenmesinin ardından, Roma’nın merkezindeki cadde ve sokak var” dedirtebiliyor. Dünyanın sayılı açık hava müzelerinden olan Roma’nın kaldırım taşları da bu müzenin demişbaşlarından. Roma’yı Roma yapanlar listesine Kolezyum, İspanyol Merdivenleri ve Aşk Çeşmesi ile birlikte sampietrino’ları da dahil etmemek, “bastığı yeri toprak diyerek geçme” gafleti olarak yorumlanıyor. Dönem dönem, özellikle motorlu taşıt trafiğinin yoğun olduğu caddelerden sampietrino’ların sökülüp yerine asfalt döşenmesi gündeme geldikçe, Roma halkının bu taşlara aşkı da kabarıyor. Sampietrino’lar üzerine sergiler, kongreler düzenleniyor, hatta Roma’da bir Sampietrino Kültür Derneği bile bulunuyor. Özgürlüğün olmadığı yerde sanat da olmaz vusturyaMacaristan İmparatorluğu 1. Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle çıkmıştı. İmparatorluk yok olup gitmişti; yollar paramparça, evler yıkık kırık, Viyana’nın dar sokakları karanlıktı. Ceplerindeki paranın değer yitirdiği insanlar karınlarını zor doyursa da, birkaç lambanın aydınlattığı buz gibi salonlarda oynanan opera ve operetlere akın ediyordu. Viyanalı aradan daha bir yıl geçmeden ayağa kalkmasını başarmıştı. Stefan Zweig ilerde anılarında o günlerden şöyle söz etmişti: “Özgürlüklerini arayan insanlarımızın sanata olan olağanüstü bağımlılığı ve tutkusu Viyana’yı bir kez daha kurtarmıştı... Özgürlüğün olmadığı yerde kültür ve sanat gelişemez.” A Kentin yatay cephesi Dernek, “kentin yatay cephesi” diye tanımladığı kaldırım taşlarını, tarihi ve mimari bir kültür mirası kabul ediyor. Sampietrino’lar tüm bu özellikleriyle aynı zamanda, işlevin estetik ve tarihin önüne geçtiği bir dünyaya hâlâ direnen Roma’nın ve Romalıların bir “küp”te cisimleşmiş halleri. adım atmamak büyük bir kayıp. Geçen ay izlediğim “Im Weissen Rössl” opereti de kaçırılmaması gereken eserlerden biri. İki bin şansona, ellinin üzerinde sahne eserine, sayısız film müziğine, romanlara, şiirlere ve makalelere imza atmış olan üstün yetenekli Ralph Benatzky’nin bu eseri hem bir operet, hem bir müzikal, hem de bir revü. 1898’den bu yana kapılarını yılın 300 akşamında açan Volksoper’in sanatçıları tıka basa dolu salonu coşturuyor. İzleyiciler sahneden sıçrayan kıvılcımla kısa sürede sanatçılarla bütünleşiyor. Stockholm’den ayamış cep telefonunu kulağına arada kahkaha atarak bangır bangır konuşuyor. Gençlerin ifadesiyle geyik yaptığı belli. Kim bilir hangi dilde konuşuyor. Neşesi sesine de yüzüne de vurmuş gamze yanaklı Afrikalı güzelce genç kadının. Kalabalık bir tren vagonunda olduğunu unutmuş sanki. Kimse umurunda değil. O sahnedeki tiyatro oyuncusu, yolcular da seyirci gibi. Seyircilerin kimi şaşkın gözlerle oyuncuyu izliyor, kimi de sıkılmış gibi. İçlerinden söylendikleri belli. Oyunun sona ermesini bekliyorlar. Benim tarafıma baksa, göz göze gelsek sesini alçaltması için işaret edeceğim. İyi niyetle yapacağım bunu. OSMAN İKİZ Trende ‘kim daha ırkçı’ kavgası D Toplumda kabarmakta olan yabancı düşmanlığına çanak tutan davranışlar bunlar. Oyun heyecanlı ama içimi de bir korku sarmaya başladı. Etraftan homurtular geliyor. İsveçliler sabırlı insanlar. Sokakları saran dilenciler sorununun bile insanca bir çözüme kavuşması için çabalıyorlar. Yabancı karşıtı partiye des Azarlayan da aksanlı tek artıyor ama bugüne kadar sokakta hiç kimse bir dilenciyi tartaklamadı. Son haftalarda mülteci kampları yakılıyor ama o kadar ırkçı her yerde var. Bundan sonra mültecilerin yerleştirileceği yerler gizli tutulacak. Alın size açık toplum. Mülteci sorunu Avrupa’nın belini bükecek bu gidişle. Afrikalı kadının neşeli halini biraz da gıpta ile izlerken aklımdan bunlar da geçiyor. Ve korktuğum başıma geliyor. Yerinden hışımla kalkan adam kadının başına gelip bağırıyor: “Kes şu Allah’ın belası konuşmayı.” O da ne! Afrikalıyı azarlayan adamın İsveççesi aksanlı. Renginden, simasından Ortadoğulu olduğu anlaşılıyor. Adam bayağı kızgın. İnanılmaz bir şey. Kadının umurunda değil. Başını bile çevirmiyor. Adamın etkisiz olduğunu düşünmüş olmalı ki bu kez bir kadın geliyor saldırı hattına. Bağırmadan ama herkesin duyacağı tonda konuşuyor: “Bak herkes rahatsız oluyor, böyle konuşacaksan in dışarda devam et.” Yok Afrikalı kadın tınlamıyor. Kendi dünyasında. İsveççeyi anlamıyor olsa bile, sıranın başına dikilenlerin kendisini protesto ettiğini fark etmemesi olanaksız. Afrikalı kadından zerre tepki yok. Derken hiç beklemediğim yeni bir protesto sesi geldi: “Yeter artık, rahat bırakın kadını. Irkçılık yapmayın.” Sarışın, küpeli, pantolonunun dizleri yırtık. Solcu ya da en azından çevreci bir İsveçli delikanlı. Kadının başında dikilen protestocular uğradıkları saldırı karşısında şaşkınlar ama geri adım atmaya niyetli değiller: “Bize nasıl ırkçı dersin. Biz de yabancıyız.” İsveçlinin kız arkadaşından geliyor karşı salvo: “Buldunuz Afrikalıyı saldırıyorsunuz. Rahat bırakın kadını.” Protestocular bu kez İsveçlilere yöneldi: “Bize nasıl ırkçı dersin!” Yerlerinde oturan arkadaşları da onları izledi. İsveçli gençler de yerlerinden kalktı. Kapı sahanlığında karşı karşıya geldiler. Neyse kafa göz birbirlerine girişmediler. Ama tartışma başladı. Bu arada ineceğim durağa geldim. Kapı sahanlığındaki kavga sürmekteydi. Peronda durdum baktım. Afrikalı vagondaki kargaşadan bihaber, kendi dünyasında gülerek konuşmaya devam ediyordu. Karşı karşıya geldiler Viyanalı için opera, operet ve müzik hâlâ günlük politika kadar önemli. Neşeli ve alaylı şarkılar, çok hareketli danslar, yanılgılar, taşlamalar, raslantılar ve ezgilerle dolu Viyana operetBir mucize daha leri birer vodvil sayılır, öyle bir Orkestralar ve sanatçılar baan gelir ki konu içinden çıkılmaşarının doruğuna erişmişti. Ve yacak kadar karışır. Fakat sosonra bir mucize daha gerçeknunda her şey yine yoluna girer, leşmişti. Dört, beş herkes sevdiğine yıl içinde her şey kavuşur. yine eskisi gibiy“Im Weissen VİYANALI İÇİN di. Yıkık binaRössl” de böyle bir OPERA, OPERET operet. İzleyicilar yepyeni ayakVE MÜZİK ta, bahçeler, parkler, neşe dolu gülar rengârenkti. ViHÂL GÜNLÜK zel şarkı ve meloyana. birden candilere hafif mırılPOLİTİKA lanmış, kent eskidanarak, oturdukKADAR sinden daha güzel ları yerde iki yana olmuş, her alansallanarak katılıÖNEMLİ. da etkinlikler hızla yor. Yaşam sevinciNEŞELİ artmıştı. Avusturni sahneden salona VE ALAYLI ya aynı alınyazısıtaşıyan bu operette nı 2. Dünya Savaşı ŞARKILAR, ÇOK büyük bir orkestra yıllarında da yaşahareketli caz meHAREKETLİ mıştı. Özellikle 12 lodilerine, tiz sesle DANSLAR, Mart 1945 günü söylenen dağ şarkıbine yakın Amerilarına, kanunu anYANILGILAR, kan ve İngiliz uçadıran bir aletle çaTAŞLAMALAR, ğının bir buçuk lınan romantik Alp RASLANTILAR saatlik aralıksız ezgilerine dek bübombardımanı soVE EZGİLERLE tün oyuna başarıynucu Viyana yerla eşlik ediyor. Göz DOLU... le bir olmuştu. Hekamaştıran pırıl pımen hemen hiçrıl giysileriyle dans bir şey ayakta kalmamıştı. Aneden oyuncular kimi sahnede sicak 1950’li yıllarda başlatılan zi bir an için 1920’li yılların reve inatla sürdürülen yeniden in vülerine götürüyor. Vals ve foksşaat ve restorasyon çalışmaları trot ağırlıklı danslar dinamik ve sonucu günümüz Viyanası bufantazi dolu. gün Paris ve Roma’yı çoktan geİlk gecesini 1930 yılında Berride bıraktı. lin Büyük Sahnesi’nde 700 “Art Nouveau’nun dünya şam oyuncu ve figüranla yaşayan “Im piyonu” kabul edilen Tuna ken Weissen Rössl”ü kısa süre sonra tinin sokakları, caddeleri, alanNaziler “soysuz sanat” gerekçeları, bulvarları bu sanat akımısiyle yasaklamıştı! Viyana’da şu nın değerli yapılarıyla dolu. Sasıralar kapalı gişe oynayan eserraycıklar, zengin villaları, opede müzisyenler, 2009 yılında bir ra, tiyatrolar, kiliseler, müzeler, rastlantı sonucu Belgrad’da bukahvehaneler, çeşmeler, tuvalunan Benatzky’nin orijinal orletler, tren istasyonları, oteller kestra uygulamasına sadık kave resmi binalarda Art Nouvelıyor. Viyanalının yaşam sevinau dekoratif süslemelerle doruk cine en güzel operetlerde tanık noktasında. oluyorsunuz. Perde kapanırken müthiş bir alkış fırtınası kopuEn büyük kayıp yor. İki buçuk saatin ardından Viyana’ya gelip de ünlü opesalonu terk eden mutlu insanlar ranın, Burg Tiyatrosu’nun veyakındaki birahane ve şaraphaya Volksoper’in kapısından içeri nelere koşuyor. Vodvil gibi Londra’dan Jan devletoğlu er yıl 10 Kasım yaklaşırken ilkokul ve lise günlerimden kalma bir alışkanlıkla daima daha heyecanlı ve duygusal oldum. Bu belki Churchill’in ülkesinde yaşıyor olmamdan belki de yabancıların ve dış basının Atatürk’e nasıl baktığını biliyor olmamdan kaynaklandı. Milli Matem günü denen 10 Kasım’a hep değişik bir açıdan bakıp değişik şeyler yazmaya çalıştım. 2006 yılında Londra’da Birleşik Krallık Milli Kütüphanesi’nde “Atatürk’ün ölümünü dünya basını nasıl duyurdu’’ konulu bir araştırma yapıyordum. Araştırmam derinleştikçe önüme mikrofişlere dahi geçmemiş bine yakın gazete çıktı. Bazıları dünyanın en büyükleri, bazıları adı dahi duyulmamış Okyanus adalarındaki ülkelerin küçük gazeteleriydi. Kimisi Komünist ya da Sosyalist rejimin yayın organı, bir başkası faşizmin sesi, bir ötekisi Kraliyet yayın organı veya ülkedeki askeri rejimin savunucusu ya da demokrasinin bekçisi ve halkın sesiydi ama bu çok çeşitli siyasi ve sosyal yelpazenin 10,11 ve 12 Kasım 1938 de tek bir ortak sesi vardı H Atatürk Churchill’den de büyük “Atatürk”. Gazete arşivleri ve kütüphane referansları beni BostonChicagoParisWashington’daki üniversite kolleksiyonlarına, devlet kütüphanelerine ve özel arşivlere götürdü. Karşıma onlarca dilde binlerce İstanbul’a gönderdiler. Bazı ülkelerde akşam gazeteleri saat farkına rağmen kalıp değiştirip aynı gün verdiler. Bazısı özel baskı yaptı. Atatürk’le ilgili özel anılar, röportajlar yorumlar gazetelerin birinci sayfasını doldurdu. Hindistan’da bir gün milli yas ilan edildi. MaARŞİV GÖREVLİSİ YANIMA GELDİ. hatma Gandi onbinle“11 KASIM 1938’DE NE OLDU?” DİYE re hitaben bir konuşma yaptı. Jamaharial Nehru SORDU. “BİR GÜN ÖNCE TÜRKLERİN 10 Kasım’ı “Kemal GüATA’SI ÖLDÜ” DEDİM. ERTESİ nü” ilan etti. Yazmakla bitmeyecek sayıda maGÜN TEKRAR GELDİ. “ATATÜRK’Ü kale ve haber Ata’nın OKUDUM, CHURCHILL’DEN DE ölüm haberinin dünBÜYÜK BİR LİDER” DEDİ. yanın dört bir yanında bir çığ gibi dalga dalga yankılandığını duyurgazete çıktı. 10 Kasım 1938’de Türkiye sa du. Güney Amerika basını Ata’nın devrimatiyle 09.05’te dönemin en büyük iki haber lerine sayfalar dolusu yer ayırdı. Bu ilgi ve ajansı Associated Press ve Reuters Ata’nın yakınlık birçok ülkede yıllar sonra gerçekölümünü iki kesik sinyal ardından flaş leşecek özgürlüğün, direnişin ve devrimin haber ‘Atatürk Öldü’ anonsuyla duyurdu. ilk kıvılcımlarının ateşlenmesine yol açtı. Dünyanın büyük gazeteleri muhabirlerini Bazı gazeteler ondan “Bozkurt li Bine yakın gazete de 11 Kasım 1938’den bu yana hiç okunmamış gazetelerin hiç çevrilmemiş sayfalarını çevirdim. Bir gün Tanganika’da yayımlanan bir gazetenin 68 yıldır el değmemiş pader”, “Alışagelmiş diktatör özellikleriketini açıyorduk. Yanımdaki arşivcilerin eksni taşımayan diktatör”, “Kanuni Sultan perliğine rağmen paket açılır açılmaz tomar Süleyman’dan bu yana en büyük lider”, halindeki gazete kırılan bir araba camı gibi “Sadece Türklerin değil dünyanın Kemal’i” tuzla buz oldu. Kâğıdın lifleri kuruduğu için şeklinde söz etti. el değer değmez dağılıvermişti. Araştırmalarım sırasında pek çok ilginç ve unutulmaz olaylar başıma geldi. Bir ke Herkes adını duymuştu resinde bir arşiv görevlisi yanıma geldi. Atatürk yaşadığı kısa sürede devrimle“Affedersiniz elimde olmayarak bir süreriyle dünyanın dört bir yanında adını ve dir arşiv araştırmanızı izliyorum merak et ülkesini duyurmuştu. Çin’den Pago Pago tim 11 Kasım 1938’de ne oldu?” diye soradalarına, Barbados, Senegal, Kenya, Ekvadu. “Bir gün önce Türklerin Ata’sı öldü” tor ve Yeni Gine gazetelerine kadar büyükdedim. Kütüphaneye tekrar gittiğimde ay lü küçüklü binlerce yayın organı Ata’nın nı kişi yanıma geldi. “Atatürk’ü okudum ölüm haberini kişiliğini ve devrimlerini Churchill’den de büyük bir lider” dedi. tanıtarak verdiler. Büyük önder sağlığında olduğu gibi ölüGazete tuzla buz oldu münde de, Türkiye’de olduğu gibi dünyaBir başka gün Washington Kongre da da birleştirici bir rol oynamış; her dilde, Kütüphanesi’nden bir mesaj geldi. “İstedi her dinde ve de siyasi görüşte olanlara ayğiniz Atatürk haberi sayfa 3. de değil sayfa nı ortak dili “Atatürk” ve yarattığı “Türki5 de. Ayrıca listenizde olmayan gazeteler yeyi” konuşturmuştu. den de kupürler gönderiyorum.” dedi. ArUnutalım Atamızın ölüm gününü. Her şivci benim adıma araştırma yapmış koszamandan daha çok ihtiyacımızın olduğu koca bir dosya postalamıştı... bu günlerde yaşayalım ve yaşatalım onu Londra’daki Milli Gazete Kütüphanesin her gün, 364 gün... C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle