26 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 28 OCAK 2015 ÇARŞAMBA 6 HABERLER YPG, IŞİD’den arındırdığı Kobani’den kaçmak zorunda kalanları geri çağırıyor Yıkık, özgür ve umutlu da Kobani kantonu hükümeti en üst düzeyde HDP heyetini bekliyordu. PYD Eşbaşkanı Asya Abdullah, Kobani Kantonu Yürütme Meclisi Başkanı Enver Müslüm, PYD ve YPG yetkilileri karşıladı heyeti. HDP milletvekilleri, kendilerini karşılayanlara yanlarında getirdikleri çiçekler ile baklavaları verdi. KOBANİ IŞİD’in 15 Eylül’de ağır silahlarla saldırdığı Kobani 134 gün sonra artık özgür. Üçüncü kez gittiğimiz Kobani’de yıkık, özgür ama umutlu bir kent bulduk. Artık kadınlar ve gençler özgürce sokaklarda dolaşabiliyor, çocuklar yıkıntılar arasında oyun oynuyor. 134 gündür direnen Kobanililer, gidenlere “artık dönün” çağrısında bulunuyor. Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinin Kobani’ye açılan kapısı olan Mürşitpınar’dan Kobani’ye giderken HDP milletvekilleri Nursel Aydoğan ve Ayla Akat Ata’nın makam otomobillerinde bulduk kendimizi. HDP milletvekilleri 30 kişilik kalabalık bir ekiple, Kobani’ye giderek 134 gün sonra gelen zaferi ve özgürlüğü kutlayacak hem de Kobani kantonunun kuruluş yıldönümü etkinliklerinde yer alacaklardı. Ayla Akat Ata, Kobani’nin yeniden inşası için çok büyük bir maliyet gerekeceğini söylerken bunun için tüm duyarlı kesimlere yakında çağrı yapmak gerekeceğini ifade ediyordu. Nursel Aydoğan da aynı görüşte idi. Bir süre sonra Kobani’nin bu yıkık haliyle kalmasının, bir açık hava müzesi haline getirilmesinin daha doğru olacağı fikri doğdu. Böylece insanlık Hitler Nazizminden sonra Kobani’de de savaşı tüm çıplaklığıyla görebilecekti. Derken Mürşitpınar Kapısı’na geldik. Engel çıkarılmadan Kobani’ye geçtik. KapıHeyetten ayrılarak Aşiti (Barış) Meydanı’na doğru yürüyoruz. Adı Barış Meydanı ama barış sanki buralara hiç uğramamış gibi sağda solda ne varsa yerle yeksan olmuş. Elinde silah bulunan bir genç ile konuşuyoruz. Adı Mihamed Halit olduğunu belirten Kobanili, kentlerini çetelerden temizledikleri için onur duyduklarını söylüyordu. Türkiye’ye sığınmak zorunda kalanlara da bir çağrısı vardı Mihamed’in: “Artık dönün”. Dünyanın buradaki yıkımı görmesini de istiyordu. Nihat Hamza adındaki asayiş görevlisi ise Aşiti Meydanı’nda bugün zaferi yaşadıkları için son derece mutlu olduklarını anlatıyordu. Az ileride IŞİD’e karşı Kobani’yi savunan YPG’lilerle karşılaşıyoruz. O gençlerden birinin de adı Nihat. 134 günün nasıl geçtiğini soruyoruz ona: “Taş taş üstünde kalmadı ama yılmadık, korkmadık ve topraklarımızı savunduk. IŞİD’i köylerden de temizleyeceğiz. Buradan gidenlere şunu söylemek istiyoruz, gözümüz yollarda ve sizi bekliyoruz. Gençlerimizi, arkadaşlarımızı bekliyoruz” diyor. Beride bir başka YPG’li Agir Şehit adlı Kobanili bir genç var. Savaşta yaralanınca Türkiye’de 20 gün tedavi görmüş sonra yine Kobani’ye dönmüş. “Savaşmaktan başka bir çarem yoktu çünkü bu benim için onurdu” diyor. Danışman mı Olmak Gerek? Artık dönün... Sıra köyleri Taş üstünde taş kalmamış kurtarmaya geldi Kobani’nin IŞİD’den temizlenmesinin ardından YPG, peşmerge ve Kürt güçleri köylere operasyon başlattı. Kentin doğusunda Helince köyü IŞİD militanlarından temizlendi, güneyde ise Minaze köyü YPG’lilerce kuşatıldı. ABD öncülüğündeki koalisyon ülkelerinin savaş uçakları saat 13.00 sıralarında Minaze’ye IŞİD militanlarının bulunduğu bölgeye hava operasyonu düzenledi. Savaşın yıkımı daha Kobani’ye ilk adımımızı attığımız andan itibaren görülüyordu. Savaş devam ederken iki kez geldiğimiz Kobani’de yer yer sağlam kalan binaları görmüştük. Ancak şimdi, tam anlamıyla taş taş üstünde kalmamıştı. Yıkılmış binaların molozları altında kalmış otomobiller, caddelere saplanmış ama patlamamış devasa bombalar arasından geçip giderken bir zamanlar iğne atılsa yere düşmez denilen çarşı merkezine geldik. Arada sırada toz bulutu kaldıran arabalar, “Ey Rakip” marşını çalarak süratle geçiyor yanımızdan. Dükkânlar yıkık. Kaçmak zorunda kalan sahipleri kepenkleri kapatmışlar ama IŞİD’in attığı bombalar nedeniyle darmadağın olmuş dükkânlar. Bazılarının raflarında hâlâ mallar duruyor. Bir binanın en üst katına çıkıp baktığımızda tam bir hayalet kent ile karşılaşıyoruz. Çocuklar artık sokakta Kobani’nin doğusuna doğru geldikçe sokaklar daha kalabalıklaşıyor. Sivillerin sayısı da giderek artıyor. Sayıları az da olsa sokaklarda oyun oynayan, bisiklete binen çocuklar var. Sanki savaş hiç olmamış gibi arkalarındaki yıkıntılar gerçek değilmiş gibi eğleniyorlar. Kucağında bir bebek, yanındaki sandalyede oturan yaralı bir gencin başında bir kadını görüyoruz. Emine Mihamet Şeho sevinçle anlatıyor; “Gabelek köyündenim. IŞİD bize saldırıp evimizi talan edince Kobani’ye geldim ve buradan da gitmedim asla. Hiç korkmadım onlardan. Bir gün kazanacağımızı biliyordum. Aylarca üzerimize bomba yağdı ama yine de gitmedim. Bugün bu zafer bizim başımızı yüceltti” diyor. Yanındaki yaralı genç ise oğlu. İki gün önce IŞİD’in keskin nişancıları kolundan yaralamış onu. Belki de pansuman yapacak malzeme bile bulamamış, gömleği kan içinde, “Ben böyle de mutluyum, yeter ki zafer olsun” diyor. Bir evin önünde torunları ve çocukları ile duran bir kadın var. Genç kızlar evlerin önünü temizlerken o telefonla konuşuyor. Kugece bomba yağdı üzerimize çok şükür ölmedik.” Kobani’nin yıkık sokaklarında dolaşıyoruz. Ellerinde silah bulunan 3 genç uzaktan el sallayıp Diyarbakır şivesiyle “Ne yapisen” diyor, “Seni çekiyem” deyip fotoğrafını çekiyorum. Onlar Türkiye’den savaşmak için gelen 3 Kürt genci. Biri Diyarbakırlı, biri Şırnak diğeri ise Vanlı. Diyarbakırlı olan “Hamza Amed” kod adını kullanıyor. IŞİD’e karşı düzenlenen Kobani’deki son operasyonda yer almış. 30 kişilik bir grubu sıkıştırıp 20 kadarını öldürmüşler, geri kalanlar ise kaçmayı başarmış. 10 saat sürmüş çatışma, sadece 1 kayıp vermişler. Bu anlattıklarının ardından gelen telsiz anonsu ile göreve çağrıldığını belirtip ayrılıyor. lak misafiri olunca Türkiye’de bulunan akrabalarıyla konuşup artık tehlike kalmadığı için onları geri çağırdığını anlıyoruz. Adı Sıdıka Halil. Şöyle diyor yaşlı kadın: “Ben de Türkiye’ye gitmek istemedim, evim hemen sınırın üzerindeydi ama Türkiye’ye gitmedim. Bu 4 ay çok büyük zorluklarla geçti. Her gün, her 34 gün sonra aynı tepede 134 gün sonra yıkıntılar arasında ama bu kez özgür ve umutlu bulduğumuz Kobani’den yeniden Türkiye’ye dönüyoruz. Sınırdan geçerken arkamıza dönüp baktığımızda bu kez ne uçakların ne de aylardır susmayan bombaların sesini duyuyoruz... 1 Kobani’nin tam karşısında bulunan Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinin Mehser köyünde ve Diyarbakır’da HDP ile DBP tarafından miting düzenlendi. Bölgede birçok merkezde Kobani’nin IŞİD’ten arındırılması kutlandı. Dün öğle saatlerinde Kobani’ye geçmek isteyen yaklaşık bin kişilik gruba güvenlik güçleri gaz ve basınçlı suyla müdahale etti. Gerginlik HDP’li yöneticilerin araya girmesiyle son buldu. (AFP) Paris sokaklarını arşınladı. Büyük devletin başbakanı olduğunu göstermek için ilk sıraya kaynak yaptı. Pozunu verdi. İşini bitirdi, memlekete döndü. Charlie Hebdo’dan bir seçki yapan Cumhuriyet gazetesine saldırmayı bir seçim yatırımı olarak gördü. “Gel de saldır” diye yayın yapıyorlar, diye ortalığı ateşe verdi. Sarayda kurşun askerlerle oynamaktan sıkılan reisi, Charlie Hebdo’ya saldıranlarla karikatür çizenleri eşitledi. İkisinin de terörist olduğunu söyledi. Kendilerine istismar edilecek bir alan buldular. Yolsuzluk oylamasının utancını unutturmak ve seçimlere yatırım yapmak için hedef gösterdiler. Olmadığı halde “hakaret var” diye bağırdılar. Sahibinin atının yanında hevesle koşan tazılar gibi avın peşinden koşturan çok oldu. Havuzun oyuncak gemisi Sabah gazetesi, iktidarın manevi başkanı Necip Fazıl’ın oğlu Mehmet Kısakürek’le bir röportaj yaptı. Hayatını babasının eserlerine adayan Kısakürek, babasının öğrencilerinin sözleriyle nasıl heyecanlandıysa şunları söyledi. “İfade özgürlüğü, benim varlık sebebim demek olan mukaddes üstü mukaddeslerime, içimdeki ‘tartışılmaz’larıma kuduzca saldırma hürriyeti değildir. O zaman, bunların itlafı meşruiyet kazanır, adı da terör olmaz.” Kısakürek’e Erdoğan’dan daha samimi olduğu için teşekkür etmemiz gerek. Dün Cumhuriyet’te görmüşsünüzdür. İktidarın pek sevdiği ÖzgürDer başkanı Rıdvan Kaya da Erdoğan ve Davutoğlu’nun iyi bir müridi olduğunu göstermekten geri durmadı. Önce gazetenin iki yazarı hakkında şöyle dedi: “Yargılanmalarını falan değil, cezalandırılmalarını talep ediyorum!” T24 sitesinde kendisiyle yapılan söyleşide devam etti: “Bu kişilere dair olumsuz bir eylem olduğunda birinci sorumluları kendileridir. Herhangi biri de çıkıp silahlı eyleme başvurursa açıkçası üzülmem, beni ilgilendirmez.” Ama sağ olsun bir cinayeti azmettirmeyeceğini de eklemiş. Cumhurbaşkanı, Başbakanı hedef gösterir, üstat şairin oğlu itlaftan bahseder, ÖzgürDer Başkanı azmettirmekten bir tık aşağıda kendini zor tutarken Başbakan’ın danışmanı mütefekkir Etyen Mahçupyan da konuya değindi. Kuaşi kardeşlerin aslında ifade özgürlüğüne karşı olmadığını savundu. Kendisinden aktarayım: “Eğer imkân olup sorulsaydı, muhtemelen onlar da her Fransız gibi ilkesel olarak bu özgürlüklere sahip çıkarlardı. Ama yine muhtemelen bir şerh de koyar, söz konusu özgürlüklerin başkalarının kutsallarına dil uzatmasından memnun olmadıklarını, bir biçimde sınırlanması gerektiğini de söylerlerdi.” İmkân olmadığı için bir biçimde sınırlamayı 12 kişiyi öldürerek gerçekleştirdiler herhalde. Mahçupyan, Batılı aydınların bize göre daha olgun olduğunu ve konuyu bütün boyutlarıyla tartıştıklarını da söylüyor. Tartışmaları ben de izliyorum. Onlardan bahsetmek de isterdim. Ancak Cumhurbaşkanı’nın Başbakan’ın hedefe koyduğu, aleyhine yapılan gösterilerde sokaklarda katillerin övüldüğü, televizyon programlarında yalanlarla linç edilen, yazarları için alenen ölüm çağrısı yapılan, sokağı barikatla korunan bir gazetede yazıyorum. O sebeple Kuaşi kardeşlerin ifade özgürlüğünü nasıl savunacağından bahsetmek yerine gazete için kaygılanıyorum, yazarlarının hayatları için endişeleniyorum. Bu kaygı ve endişelerden kurtulmak için Başbakan’a danışman olmak gerekiyor olabilir. Mahçupyan, “Kısacası ifade özgürlüğü kutsallaştırılamayacak kadar göreceli bir kavram” diyor. Elbette öyle. Ama aynı zamanda da yaşamsal önemde bir kavram. Gerçekten “yaşamsal” önemde. Hâkimden Şahbaz’a: İyi günler Ahmet Bey ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Gezi eyleminde Ethem Sarısülük’ü öldüren polis Ahmet Şahbaz’ın “gizli sanık” gibi peruk, gözlük ve takma bıyıkla duruşmaya gelmesi olayından, salonda onu koruyan polislerin bilgisinin olduğu ortaya çıktı. Duruşmada Ahmet Şahbaz’ı darp ettikleri gerekçesiyle haklarında dava açılan Sarısülük ailesinin fertlerinin yargılanmasına dün devam edildi. Yargıç Hasan Akçam, duruşmayı bitirirken, SEGBİS sistemi ile davaya bağlanan Şahbaz’a “Ahmet Bey, iyi günler” dedi. Ethem Sarısülük davasının ilk duruşmasına sanık polis Ahmet Şahbaz’ın yüzünü gizlemek için peruk, gözlük ve takma bıyıkla katılması ailenin tepkisini çekmişti. Çıkan arbede sırasında Sarısülük ailesinin fertleri, Şahbaz’ın peruğunu çıkarmıştı. Bu nedenle Ethem’in annesi Sayfi, kardeşleri Mustafa, Cem ve İkrar Sarısülük hakkında dava açılmıştı. Ankara 5. Asliye Ceza Mahkemesi’nde devam edilen duruşmaya, “müşteki” Ahmet Şahbaz, tutuklu bulunduğu cezaevinden SEGBİS sistemi ile katıldı. Duruşmada, polis memurları İbrahim Y. ile Gaffari G’nin tanık olarak talimatla verdikleri ifadeleri dava dosyasına girdi. Tanık İbrahim Y. ifadesinde, Şahbaz’ın Sarısülük’ü öldürmek suçundan Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanmaya başlandığı davanın ilk günü güvenlikten sorumlu olduğunu belirterek “Sanığı geniş güvenlik önlemleri altında salona getirdik, peruk ve gözlük takılı idi” dedi. Duruşma sırasında meydana gelen kargaşa sırasında izleyicilerin bulunduğu bölümden mahkeme heyetine doğru “Hâkim davayı kaça sattın, şerefsizler, satılmış köpekler” şeklindeki sözleri duyduğunu, ancak kimin, neyi söylediğini bilmediğini anlatan tanık, “Ölenin kardeşi olduğu ifade edilen ismini bilmediğim uzun boylu bir erkek şahıs, sanığa doğru hamle yaptı, ben ona engel oldum, vuramadı” dedi. Tanık Gaffari G. de, bir kısım avukatlar ile maktulün yakını olduğunu söyleyerek daha önceden salona girmiş bulunan sivil kişilerin Şahbaz’a saldırdığını belirterek “Sanık Ahmet Şahbaz’ı darp etmeye çalıştılar. Fakat ben bu kişilerin kim olduğunu bilmiyorum” dedi. Duruşma sırasında tanık ifadeleri üzerine söz alan Ahmet Şahbaz, “Olayda darp edildiğime ilişkin görüntüleri dosyaya sunduk. Darp edildiğimiz ortada. Ancak kimin küfür ettiğini fark etmedim” dedi. Hâkim Hasan Akçam, Sarısülük ailesinin avukatlarına tanık ve kanıt listesini bildirmesi için süre vererek duruşmayı erteledi. ATTIĞI TWEETLER NEDENİYLE HAKKINDA DAVA AÇILAN VELİ ENCÜ: Fotoğraflar: MAHMUT ORAL Önce 34 kişinin hesabını verin Yurt Haberleri Servisi Şırnak 23. Jandarma Sınır Tümen Komutanı Tümgeneral Abdullah Baysal, attığı tweet’ler nedeniyle Roboski Derneği Başkanı Veli Encü’ye dava açtı. Şırnak’ın Uludere ilçesi sınırdaki Roboski köyünde 28 Aralık 2011’de 34 kişinin savaş uçakları tarafından bombalanarak öldürüldüğü dönemde Şenoba Tugay Komutanlığı’nda görev yapan Baysal, katliamdan 3 yıl sonra geçen ağustos ayında Şırnak 23. Jandarma Sınır Tümen Komutanı olarak yeniden bölgeye atandı. Katliamın ardından silah bırakan koruculara, “Bunu unutun kazaydı. Diyelim ki ben yaptım ne olacak? Sizler devlete karşı ne yapabilirsiniz ki” dediği iddia edilen Baysal, attığı tweet’ler nedeniyle, Roboski Derneği Başkanı Veli Encü’den kendisine hakaret ettiği iddiasıyla şikâyetçi oldu. Encü hakkında kamu görevlisine hakaretten iki yıla kadar hapi istemiyle dava açıldı. 2 Nisan’daki davaya gitmeyeceğini ve ifade vermeyeceğini belirten Encü, “Daha önce koruculara ‘Veli Encü’nün yazdıklarını gördüm. Çok konuşuyor’ demiş. Bunu korucular bana anlattı. Bunun üzerine ‘Bir komutan bozuntusunun tehditlerinden korkmayacağım’ diye yazınca benden şikâyetçi oldu. Roboskili ailelerin hak arama mücadelesini sürdürdüğüm için, katliamın faillerinin yargılanması için mücadele ettiğim için bizi susturmak, yıldırmak istiyorlar. Önce öldürülen 34 kişinin hesabını versinler sonra bizden davacı olsunlar” dedi. AİHM’den Türkiye’ye iki mahkumiyet PARİS (AA) Avrupa İnsan hakları Mahkemesi (AİHM), devlet hastaneleri kabul etmediği için erken doğan bebeği ambulansta ölen Asiye Genç’in başvurusunda, “Türkiye’nin insan hakları ihlalinde bulunduğuna” hükmetti. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin yaşam hakkıyla ilgili 2. maddesinin ihlal edildiğine karar veren AİHM, Türkiye’nin Asiye Genç’e 65 bin Avro maddi tazminat ödemesini kararlaştırdı. Yeni doğan bebeğin zamanında tedavi altına alınmadığı için hayatını kaybettiğini kaydeden AİHM, gerekçeli kararda, “tıbbi hizmet vermeyi reddederek bir kişinin yaşamının tehlikeye atılmasının insan hakları ihlali teşkil ettiği” değerlendirmesinde bulunuldu. AİHM, Şanlıurfa’da 1994’te bu yana kendisinden haber alınamayan Mustafa Saygı’nın eşinin yaptığı başvuruda, “Türkiye’nin insan hakları ihlalinde bulunduğuna’ hükmetti. AİHM, “Türkiye’nin etkili bir soruşturma yapmadığı” görüşüne vararak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. maddesinin ihlal edildiğine karar verdi. AİHM, Türkiye’nin Mustafa Saygı’nın eşi Dursun Saygı’ya 20 bin Avro maddi tazminat ödemesini kararlaştırdı. DAVUTOĞLU’NUN BAŞDANIŞMANI MAHÇUPYAN ERBİL’DE KONUŞTU: HDP barajı PKK silah bırakırsa geçer ERBİL (AA) Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Başdanışmanı Etyen Mahçupyan, Türkiye, Kürtler ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi Paneli için geldiği Erbil’de çözüm sürecine ilişkin soruları cevapladı. Cizre’de 3’ü çocuk 7 kişinin yaşamını yitirdiği olayları değerlendiren Mahçupyan, “Cizre’de de olayların olması tesadüfi değil, oradaki olayların olması iradidir. Yani Kandil’in iradesi. Eğer Kandil’in iradesi buysa o zaman çözüm sürecinde nasıl ilerleyeceksiniz! Geldiğimiz noktada esas problem sürecin doğal olarak vaat ettiği şeylerin, Kandil tarafından yetersiz bulunmasıdır. Kandil’in ayrıca kendisi için bir şeyler istiyor olması halidir. Esas mesele bu” dedi. HDP’nin yüzde 10 barajını aşması halinde Meclis’teki ağırlığının artacağını, baraj altında kalırsa da çözüm süreci karşıtlarının elini güçlendirmiş olacağını savunan Mahçupyan, “Çözüm sürecinin bundan sonraki aşamasında Öcalan, silahların tamamen bırakıldığını deklare eder, Kandil de bu deklarasyona sahip çıkar ve bütün dünyaya ‘ben Türkiye’de silahlı hareketi bıraktım’ derse toplumun teveccühünün artacağını düşünüyorum. O zaman HDP’nin barajı geçme ihtimali vardır.” İstanbul Haber Servisi Kobani eylemleri sırasında Sultanbeyli’de 7 Ekim 2014’te meydana gelen olaylarda başına saplanan demir çubuk nedeniyle hayatını kaybeden Serdar Arslan’ın ölümüne ilişkin iddianame hazırlandı. İddianamede, Recep Arslan’ın, demir çubuğunu protestocu gruba doğru fırlattığı, çubuğun kendisiyle aynı grupta bulunan Serdar Arslan’ın kafasına saplandığı anlatıldı. Tutuklu Recep Arslan hakkında 25 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açıldı. Arslan’ı arkadaşı öldürmüş C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle