29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 31 AĞUSTOS 2014 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER S onunda beklenen oldu: Soma faciasından sonra, meselenin özüne inilip bir daha böyle bir kaza olmaması için ne gerekiyorsa yapmak yerine, ya sonuç alıcı hiçbir şey yapmayarak ya da sadre şifa olmayan bir iki münferit teşebbüsle vakit geçirilmektedir. Bunun da sebebi, siyasilerimizin madencilik konularına yabancılığı ve ne yapılması gerektiği konusunda net bir fikre sahip olmamalarıdır. Nitekim muhalefetin torba yasaya sokmak isteyip de başaramadığı “belli büyüklükteki ocaklara yaşam odalarının konulması” teklifi bunun tipik bir örneğidir. Sanılmaktadır ki bir ocağa yaşam odası konulunca, bir kaza anında ölümlerde önemli bir azalma olacak. Bunun böyle olmadığını anlatmak, bu yazının çerçevesini çok aşar. Ancak kısaca temas etmek gerekirse; yaşam odaları birçok koşulda çok lüzumlu olsa bile, alınması gereken yüzlerce tedbirden sadece bir tanesi olup asıl tedbirlerin eksik olduğu durumlarda da kendilerinden beklenen sonucu vermez. Halbuki muhalefetin teklifi “Bu yasanın yürürlüğe girmesini takip eden en fazla bir veya iki ay içinde; a) madenlerle ilgili işçi sağlığı ve iş emniyeti konusunda Batı ülkelerindekine benzer kapsamlı bir yönetmelik ile, b) Gene Batı ülkelerinde olduğu gibi, ehil ve tecrübeli mühendisler vasıtasıyla yapılacak etkin bir denetim sisteminin kurulması amacıyla, uzmanlardan oluşan bir komisyon teşkil edilir ve çalışmaya başlar” şeklinde olsaydı çok daha anlamlı olurdu. Aslında bir bütün olarak ele alındığında gerek madencilik gerekse kazaları önleme konusunda söylenecek çok söz var ama biz burada, kazalar açısından, önemli olduğunu düşündüğümüz tek bir konuya odaklanacağız... Soma Faciasından Ders Alındı mı? u Türkiye’deki maden kazalarında birinci derecede rol oynayan husus, Batı ülkelerindekine benzer, kapsamlı ve net ifadeler içeren bir emniyet yönetmeliği ve etkin bir denetim sisteminin eksikliğidir. İki husus da devletin görevidir. Türkiye’deki madenciliğin fıtratında, siyasilerimizin madenciliği bilmemeleri ve sorunlarına duyarsız kalmaları varsa da bu durumun böyle devam etmemesi yine onların elindedir. Siyasilerimiz, ölenlerin vebalini hafifletmek istiyorlarsa bir an önce çalışmaya başlamak zorundadır. Prof. Dr. ŞİNASİ ESKİKAYA / Yüksek Maden Mühendisi kınları ve göçükler” takip eder. Grizu ile ilgili olup da kazalar açısından, hayli önemli olmakla birlikte ülkemizde çok ihmal edilmiş bir konu vardır: “Metan drenajı.” Bugün, ABD, Kanada, Çin, Polonya gibi birçok ülke, şartlar elveriyorsa kömür ocaklarında üretime başlamadan önce, ocaktaki metanı çekip önce ortamı gazdan temizlemekte ancak ondan sonra, yani grizu açısından emniyetli bir ortamda çalışmalarını sürdürmektedirler. Olayın boyutu açısından bazı rakamlar vermek gerekirse; dünyada kömür yataklarında mevcut metan miktarı 130160 trilyon metreküp civarında tahmin edilmekte olup bunun bugünkü teknoloji ile çıkarılabilir kısmı 37 trilyon metreküptür. Bunun da bir trilyon metreküpü zaten bugüne kadar çıkarılmıştır. ABD’nin, on yıl önceki verilere göre kömür ocaklarından yılda çıkardığı metan miktarı 25 milyar metreküptür. Bugün bu konuda Çin lider durumundadır. Ülkemizdeki duruma gelince, konu üç çeyrek asırdır zaman zaman gündeme gelmekle birlikte, bu konuda henüz ciddi ve sonuç alıcı hiçbir adım atılabilmiş değildir. Yapıldığı söylenen tek tük çalışmalar ise, hem çok yetersiz hem de çoğu defa, bilimsel temellerden ziyade, iyimser tahminlere ve temennilere dayanmaktadır. Halbuki, başta Zonguldak ve Soma havzaları olmak üzere, kömür ocaklarımızda, bu konuda bilgi ve tecrübe sahibi olan kişi ve kurumlarca çalışmalar yapılıp neyin mümkün olduğu hususu ortaya konmalıdır. Unutulmamalıdır ki metan drenajının çok önemli iki sonucu vardır: Ocak gazdan temizlenip kaza riski bertaraf edilir ve çıkan metan da enerji olarak kullanılır. Nitekim Çin, Shie kömür ocağından çekeceği metan gazı ile 120 MW gücünde bir santralı çalıştırmayı hedeflemektedir. Dolayısıyla, maliyeti ne olursa olsun, bu çalışmanın mutlaka yapılması gerektiği kanaatindeyim. ABD, Çin veya gelişgidiş kolaylığı açısından, Polonya’dan teknik yardım alınabilir. Çin, bu konuda kendini dünya liderliğine taşıyan 199196 periyodundaki atağını yaparken Dünya Bankası, EPA, UNDP ve GEF gibi kuruluşlardan çeşitli destekler sağlamıştır. Her ne kadar ülkemiz madenciliğinin fıtratında, siyasilerimizin madenciliği bilmemeleri ve sorunlarına duyarsız kalmaları var ise de bunun bu şekilde devam etmemesi gene onların elindedir. Gerek madencilik gerekse maden işçilerinin sorunlarına vakıf olmak, yeraltında işçilerle üç beş dakika sohbet edip peynir ekmek yeme boyutuna indirgenemez. Dolayısıyla siyasilerimiz, kazalarda ölen yüzlerce işçinin vebalini biraz hafifletmek istiyorlarsa bir an önce çalışmaya başlamak mecburiyetindedirler. Gitti ‘Darbe’ Geldi ‘Paralel’ Seçildikten sonra, anayasayı ihlal ederek partisinden ve milletvekilliğinden ayrılmayan Erdoğan’ın yönetiminde yapılan “devirteslim törenlerinde” en çok vurgulanan konu “Paralel” ile savaşta kararlılık idi. Bu konu, Erdoğan’ın “herkesi kucaklayıcı” diye nitelenen konuşmasının içine, genel mesajla çelişki bahasına yerleştirilen, “düşman” kavramı ile vurgulandı: Herkesi “kucaklayacak” ama “Paralel devlet” diye nitelenen Gülen Cemaati ile mücadeleyi sürdürecekti! Aynı konu, Davutoğlu’nun konuşmalarında da öne çıktı: O da “Paralel” ile mücadeleyi “kararlılıkla” sürdürecekti! Konu sadece konuşmalarla da sınırlı kalmadı... Yandaş medyadan destekleyici yorumlar da geldi: Davutoğlu’nun AKP Genel Başkanlığı’na ve Başbakanlığa seçilmesindeki en önemli nedenin “Paralel” ile mücadele kararlılığı olduğu yazıldı. Öyle anlaşılıyor ki, Erdoğan’ın damgasını taşıyan ve artık AKP’nin genel siyasal politikası olma özelliği kazanan “düşman yaratma” ve “çatışma” stratejisi, “Yeni Türkiye” dedikleri “Restorasyon” (yıkılan monarşik rejimin yeniden kurulması) döneminde de sürecek... Mezhepler, etnik gruplar, avukatlık, doktorluk, mühendislik gibi meslekler, çevrecilik, plancılık gibi yaklaşımlar, medya ve STK’ler, özellikle de tüm muhalifler, hedefte kalacak! HHH Aslında Erdoğan’ın tutumunu anlamak çok da zor değil: Erdoğan’ı 12 yılda Çankaya’ya taşıyan strateji, düşman yaratma ve çatışma stratejisi değil miydi? Mademki başarılı, o halde sürmeli, sürdürülmeli! HHH Üstelik bu strateji yoluyla, Erdoğan’ın kişisel iktidarına ortak olan ya da ortak olmak isteyen siyasal güçler de tasfiye edilmiyor mu? Önce Türk Silahlı Kuvvetleri... Onlar tasfiye edildikten sonra, bu tasfiyeyi yapmakta öncü ve etkin olan, ama artık Erdoğan’ın kişisel iktidarına rakip görünen eski müttefik Gülen Cemaati. (Şimdi, tasfiye edilenler arasına “ağabeyler” denilen eski “dava arkadaşları” da girdi ama, onların ne zaman “düşmanlaştırılacağını” kestirmek zor.) HHH Bu strateji şimdilik başarılı gibi görünüyor ama işin aslı hiç de öyle değil... Çünkü lider, müttefiklerini ve çevresini tasfiye ettikçe toplumsal ve siyasal desteği azalır, yalnızlaşır... Ve unutmayın: Korku dağları bekler! Not: Bu akşam İzmir Fuarı’nda konuşmam ve kitap imzam var. Ciddi tedbir yok Bugün, gerek Soma bölgesi gerekse tüm ülkeye dağılmış diğer madenlerde faaliyetler tehlikelerle dolu bir ortam içinde sürdürülmektedir. İşverenin ve mühendislerin ellerinde bir rehber (yani yol gösterici bir yönetmelik) olmadığı için, ne kadar iyi niyetle olursa olsun alınan tedbirler, bu şahısların bilgi seviyeleri içinde kalmaktadır. Dolayısıyla bu ocaklardaki tedbirlerin, “alınması gereken tedbirler”e göre yeterli olup olmadığı belli değildir. Aynı durum müfettişler için de söz konusudur. Konuya bu açıdan bakıldığında ülkemizde asıl eksik olanın ne olduğu ve neden ülkemizin maden kazalarında daima en üst sırada yer aldığı kolayca anlaşılır. Durum, salgın bir sıtma hastalığında, köydeki sağlık ocağının detayları ile vakit geçirip bitişikteki bataklığı görmemekle aynıdır. Kazalarda birinci derecede rol oynayan husus Batı ülkelerindekine benzer, kapsamlı ve net ifadeler içeren bir em Elde rehber yok niyet yönetmeliği ile, gene olması lazım gelen kalitede etkin bir denetim sisteminin eksikliğidir. Her iki husus da devletin görevidir. Artık nicedir, bu işi bilen çevrelerden yükselen “kral çıplak” çığlığına kulak vermek gerekir. Düşününüz ki, ekonomisi ve gelişmişlik düzeyi bizimki ile kıyaslanamayacak küçük bir Afrika ülkesinin bile, yeraltı maden ocaklarında alınacak emniyet tedbirleri ile ilgili yönetmeliği yüzlerce sayfa ve hatta, yüzölçümü Türkiye’nin onda biri ve nüfusu da sadece yüzde biri kadar olan gene minicik bir ülkenin bile aynı mahiyetteki yönetmeliği 130 sayfa iken, bizim yürürlükteki mevzuatımız, o da muğlak ifadelerle dolu olarak, sadece 9 (dokuz) sayfadır. Kazaların ana sebebini bundan daha güzel ne açıklayabilir? Bu açıdan bakıldığında, kazada ölen işçilerin ailelerine devletin yapacağını vaat ettiği yardımlar, asıl failin devlet olması hasebiyle, aslında onlara ödenen bir tazminat niteliğindedir. Yani işçi ailelerinin devlet ya da sorumlu bakanlar aleyhine açıp da kazanacakları tazminatın küçük bir kısmı. Tabii aynı şeyi ceza davaları için de söylemek mümkün değildir. Zira ülkemizde hem böyle bir savcı nın çıkması hem de böyle bir davanın açılması hayal bile edilemez. Ancak, kazaların ana sebebi konusunda nereye odaklanılması gerektiği hususunda kamuoyunda ufak da olsa bir algı oluşması açısından başka bir şey yapılabilir: TBMM’de bu maksatla kurulan komisyona ilgili bakanlar davet edilerek dinlenilmesi yoluna gidilebilir. Bu arada belki, muhalefet milletvekillerinden biri, Batı ülkelerinden birinin emniyet mevzuatı ile bizimkini yan yana koyarak aradaki farkı sorabilir.Ya da bu ülkelerde müfettiş olmak için en az 3 ya da 5 yıllık madenlerde çalışmış olmak şartı aranırken Türkiye’de bir günlük tecrübesi bile olmayanların nasıl müfettiş yapıldıklarını izah etmeleri istenebilir. Bu noktada bir hususu, altını çizerek belirtmekte yarar var: Devletin, üzerine düşen görevi tam olarak yapmamış olması, maden kazalarının oluşunda, emniyet tedbirlerini almakla yükümlü işveren ile, onları uygulamak durumunda olan teknik personelin sorumluluklarını kaldırmamaktadır. Ölümlü büyük kazaların neredeyse tümüne yakını kömür ocaklarında meydana gelmekte olup, en sık rastlanan sebep de “grizu patlaması”dır. Bunu sırasıyla “ocak yangınları, su bas Grizu patlaması Emniyet mevzuatı Ülkenin ve CHP’nin Temel Sorunu B GÜNGÖR AYDIN ugün ülke olarak geldiğimiz yerde ülkemizin ve CHP’nin temel sorunu nihai anlamda, temelde ve yazgıda aynılaşmış bulunmaktadır: “Felsefe ve kadro sorunu.” Yalnız ülkemizin sorunu yönetim felsefesi, CHP’nin sorunu ise siyaset felsefesidir. Ancak ikisi de sonul anlamda birleşmektedir. Çünkü siyaset felsefesi de ülkeyi doğru yönetebil me yetisi ve yetkinliğinin arayışıdır. Kadro sorunu ise bütünüyle eşanlamlıdır. Bu saptamayı yaptıktan sonra şimdi aynılaşan her iki felsefenin içine ve içeriklerine bakabiliriz. Ülkemizin temel sorunu, Büyük Türk Devrimi sonrasında oluşturulan Cumhuriyetin, devrimin ni hai hedefi olan çağımızın yönetim felsefesi demokrasiye dönüştürülememiş bulunmasıdır. Cumhuriyetin başlangıcında zorunlu ve devrimsel olarak yürürlüğe konulan otoriter ve devlet merkezli yönetim felsefesinden demokrasiye geçilebilmesi için bu felsefenin demokratik ve insan merkezli bir yönetim felsefesine evrilip taşınamamış, bu yeni ve çağcıl felsefenin kadrolarının oluşturulamamış olmasıdır. Ülkenin bütün sorunlarının temelinde yatan sorun bu ana sorundur. CHP’nin evrensel anlamda var olmayan, iktidar seçeneği olabilmek için zorunlu iki koşulundan biri bulunan, halkın desteğini sağlayabilmesi için üretmesi gereken ulusal, özgün, bütünsel, sistematik ve demokratik bir siyaset felsefesinin önce üretilme yönteminin unsurlarını belirlemeliyiz. CHP; l Demokrasimizin gelişmişlik düzeyinin, geçirdiği aşamaların, uğratıldığı kesintilerin, temel sorunlarının ve önündeki engellerin; çok partili döneme geçildiğinden bu yana var ola gelen iktidarların, ülkenin içinden gelip geçmekte olduğu yönetsel, sosyopolitik uğrağın nitelik ve felsefesinin; genel oya dayalı olmakla birlikte uygulamaları ile ve giderek radikal, despotik, Osmanlıcılık yolunda, çağ ve hukuk dışı arkaik bir dinsel yönetime dönüşen, meşruluğunu yitirme durumuna gelmiş ve bu durumu Anayasa Mahkemesi kararları ile de belgelenmiş demokrasi dışı, din merkezli politik iktidarın iç ve dış egemen güçlerinin doğru bir değerlendirme ve çözümleme Felsefe ve kadro sorunu sine dayalı, l Ülkemizde çeyrek yüz yılı aşan bir süredir devam etmekte olan huzursuzluk ve terör ortamının, bunun devlet içinde yol açtığı üniter devletten sapmaların, demokrasi, hukukun ve sivil demokratik yönetimin üstünlüğü yolundan sona erdirilerek barışın gerçekleştirilmesine ve huzurun sağlanmasına öncelik veren, bu doğrultuda Kürt sorununun demokrasi içinde, üniter ulus devlet temelinde ve ulusal bir uzlaşma/konsensüs içinde, soruna dönüştüğü yerden temelden çözümüne öncülük eden, l Halkın gereksinmelerine, özlem ve beklentilerine göre belirlenmiş; ülkemizin ekonomik ve toplumsal yapısına, ortam ve koşullarına uyarlanmış; halkın gereksinmelerini, özlemlerini ve istemlerini, ülkenin ortam ve koşullarını saptayarak, bunu yaparken de halkın, en duyarlı olduğu alanları, örneğin inanç özgürlüğü ve sivilleşme istemlerini, işe ve aşa ulaşmak için önce bunu gerçekleştirecek bir yönetim arayışı ve ortak duyusu içinde olduğunu önemle göz önünde bulundurarak, l Ülkenin yönetiminde sermayenin, küreselleşmenin, uluslararası finans kurumları ile tekellerin, askerseldinselfeodal güçler tarihsel blokunun belirleyiciliğinin azaltılıp aşılarak ekonomik yönden güçsüz geniş halk yığınlarının ve emeğin ağırlığının artırılması, ulusal bağımsızlık, kimlik ve kültürün korunabilmesi için başvurulacak temel araçları, yol ve yöntemleri gösteren, Özgün, ulusal, bütünsel, sistematik ve demokratik bir siyaset felsefesi üretmek durumundadır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle