29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
31 AĞUSTOS 2014 PAZAR CUMHURİYET SAYFA PAZAR YAZILARI 15 İ İsveç’te sağ panikte ki hafta kaldı, dananın kuyruğu 14 Eylül’de kopacak. Maçın sonucu aslında iki yıl önce belli olmuştu. İsveç’te sağlık hizmetlerinin kötüleşmesi insanların canına tak ettiğinden ibre merkez sola kaymıştı. Kamuoyu yoklamaları ibrenin hâlâ solda olduğunu gösteriyor. Dörtlü koalisyon hükümetini oluşturan partiler panik halinde, en iyi savunma saldırıdır mantığıyla muhalefet partilerine saldırıyor. Çünkü bütün marifetleri kamu kuruluşlarını özelleştirmekti. Sattılar, devleti küçülttüler. Yetmedi vergileri düşürdüler. Devlet bütçesine artık 139 milyar kron daha az vergi giriyor. Gelir vergisini daha fazla düşürecek halleri kalmadı. Neyse onu açıkça söylediler. Ama önümüzdeki dört yılda ekonomide, eğitim sisteminde, sağlık hizmetlerinde neler yapmayı düşündükleri belli değil. Uluslararası değerlendirme kuruluşları da ekonomik kalkınma hızının gerileyeceğini söylüyorlar. Zaten kaplumbağa hızıyla yürüyen ekonomi demek ki yerinde sayacak. Başbakanın yeni liberal partisi de muhalefeti öcüleştirerek seçmeni ürkütüp korkutmaya çalışıyor. Her tarafa devasa afişler yapıştırdılar. Eskiden televizyonda reklam yoktu, o da başladı. Metro istasyonunda tren bekleyenler karşılarında koca afişleri görüyor. Kafelerde kahveye ödediğimiz para artacakmış. Restoranda yemek de daha pahalı olacakmış. Neden? Çünkü sosyal demokratlar KDV’yi yükseltecekmiş. KDV yükselince, restoranlara, kafelere giden azalacakmış, işverenler de işçileri çıkarmak zorunda kalacakmış. Kendileri dar gelirlilerin cebinde restorana gidecek para bırakmadılar, şimdi üç kuruşluk KDV hesabı yapıyorlar. Milletin zekâsıyla alay ediyorlar. Geleceğe ilişkin hiç projeleri yok demek yanlış olacak. Ortalıkta savaş rüzgârları estirdiklerinden bunun doğal sonucu olarak silahlanma meselesini kendilerine göre ısıtıyorlar. İşleri güçleri günün birinde Rusya’nın saldıracağı tezini işlemek. NATO ile de uzlaşıyorlar. Tehlike sinyali olunca NATO gelip İsveç’i koruyacak. Savunmayı aslında devlet giderlerini azaltmak için kendileri büyük ölçüde tasfiye ettiler. Dünya kadar kışlayı, garnizonu kaldırıp askeri STOCKHOLM personel sayısını azalttılar. Şimdi de tersini yapmaya çalışıyorlar. Savunma konusunu afiş kampanyasına OSMAN İKİZ taşıdılar. Sosyal demokratlar iktidara gelirse savunma biter diye seçmeni korkutuyorlar. Başbakan Fredrik Reinfeldt’i sekiz yıldır hiç bu kadar panik halinde görmemiştik. Geleneksel televizyon düellosunda da afişlerdeki saldırı üslubunu kullandı. Daha önce kazandığı iki seçimde sakin ve efendiydi. Galiba şimdi gerçek yüzü ortaya çıktı. Sosyal demokrasiye bile tahammül edemeyecek kadar soldan nefret ediyor gibi bir hali var. İsveç’te soldan nefret eden çoktur ama saldırganlık prim yapmaz. Irkçı parti bile parlamentoya girdiğinden beri “iyi çocuk” görüntüsü vermeye çaba gösteriyor. İsveç Demokratları adlı bu partiye yönelik saldırılar da onlara puan kazandırıyor. Böylelikle yüzde 10’da dayanmayı başardılar. Son kamuoyu yoklamasına göre Sosyal Demokrat Parti, Yeşiller ve Sol Parti yüzde 48.5 ile 175 sandalye kazanıp iktidara yaklaşmış görünüyor. Sağcıların afiş kampanyası istedikleri havayı yaratamadı. Birisi barajın hemen altında seyrediyor. Dördünün oy oranı ise yüzde 35.5. Seçim kamuoyu yoklamalarının gösterdiği gibi sonuçlanacak olursa Sosyal Demokrat Parti tarihinde ilk kez koalisyon hükümeti kurmak zorunda kalacak. Yeşiller ile söz kesildi ama Sol Parti ile ilişkiler flört düzeyinde. Komünizm düşmanlığı o kadar iliklere işlemiş ki Sol Parti ile koalisyon tabanı ürkütecek diye lafını bile etmeye çekiniyorlar. Bu arada sol kanat hükümet kurarsa, Yeşiller’den Mehmet Kaplan’ın bakan olması da çok güçlü bir olasılık. Bütün partilerin listesinde yabancı isimlere rastlanıyor. Sosyal demokratların Stockholm listesinde de iki Türk var. Türkler birisi için tercihli oy kullanırsa seçilme olasılığı yüksek. Öte yandan sol koalisyon Türkiye için pek hayırlı olmayabilir. Hatırlayacaksınız İsveç Parlamentosu, Ermeni soykırımı vardır diye bir karar almış ve hükümete konuyu uluslararası platformlara taşıma görevi vermişti. Muhafazakârlar bunu yapmadı. Sol kanat gelirse buzdolabına kaldırılan bu karar çıkarılıp ısıtılabilir. [email protected] E lbe Nehri kıyısının düzlüklerine ve yamaçlarına yayılı Dresden yaşanılacak bir kent. Kocaman bahçeler, yeşil korular ortasında yüzlerce yıllık saraylar, saraycıklar, şatolar, konaklar... Hepsi de birbirinden güzel ve zevkli bu yapılar Dresden’in zamanında ne denli bir zengin insanlar kenti olduğunun belirtisi. 16. yüzyıldan günümüze, soğuk savaş yılları dışında, Dresden hep zengin bir kent olmuş. Geçmiş yüzyıllarda bolluğun kaynağı yöredeki gümüş madenleri ve nehir ticaretiymiş. İtalya âşığı kral “güçlü” I. August’un 17. yüzyılda barok bir Dresden yaratmak istemesi, kente bugünkü tarihi yapıları kazandırmış. Floransa’yı andırması nedeniyle Dresden’e “Elbe kıyısındaki Floransa” da deniyor. Doğu Almanya’nın bu en ilginç kenti, çoğu son 25 yılda restore edilen Semper operası, dev yapılar, kiliseler, saraylar ve parklarla dolu. Dresden Sarayı paha Elbe kıyısındaki Floransa biçilmez hazineleri barındırıyor. Bir katı Görlitz Caddesi’ne açılan dar sokaklara, olduğu gibi Türk eserlerine ayrılmış! iç avlulara, loş geçitlere turistler pek Açılışını 2010 yılında zamanın Dışişleri uğramıyor. Yapılarının tümü Alman Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Demokratik Cumhuriyeti döneminden yaptığı salonlar paha biçilmez kalmış ve şu ana kadar çok azı iyice silahlar, kaftanlar, kaplar, at koşum bir elden geçirilmiş bu Dresden takımları, giysilerle dolu. Yaklaşık mahallesinde gezinirken kendinizi 600 eserin sergilendiği ve geçmişte hissediyorsunuz. DRESDEN adı “Türk Odası” olan Kimi sokaklarda kata girdiğinizde sizi, gerçekten 1989 öncesinin Polonya’dan savaş ganimeti havasını ciğerlerinize olarak getirilmiş dev bir dolduruyorsunuz. Osmanlı çadırı karşılıyor. Daha çok Dresden Restorasyonu tam 18 yıl insanına rastladığınız süren görkemli üç direkli mahallenin çekici yanı AHMET ARPAD çadır 160 metrekare. eski binalarından öteye Özellikle 16. yüzyılda orta son yılda buraya yerleşen Avrupa’da Türk kültürüne büyük bir küçük sanat atölyeleri, butikler, ilgi vardı. Dresden Sarayı’ndaki “Türk kitapçılar, çiçekçiler, şirin lokantalar, eserleri” Karlsruhe Sarayı’ndaki kahvehaneler ve loş barlar... Osmanlı ganimetlerini andırıyor. Ancak Dresden’e gelip de bir saat doğudaki, Elbe kıyısındakiler daha zengin ve daha Polonya sınırındaki Görlitz’i görkemli. Kent merkezine sadece on görmemek, köprüden karşıya yürüyüp dakika uzaklıkta, nehrin öteki yanında, Polonya sokaklarında dolaşmamak olmaz. 1945’te savaşın bitimiyle Neisse Nehri’nin ortadan ayırdığı, sokakları tarihi yapılarla dolu küçük kentin her köşesi görülmeye değer. Bin yıllık Görtlitz’in restorasyonuna sadece Alman devleti yatırım yapmıyor. 1995’ten bu yana adı açıklanmayan bir “eli açık” da her yıl yarım milyon Avro katkıda bulunuyor. Görenlerin “Almanya’nın en güzel kenti” dediği Görlitz son yıllarda, sakin ve ucuz yaşamı arayan Batı Almanyalı emeklilerin de ilgisini çekmeye başlamış. 2014 yılının en başarılı filmlerinden “The Grand Hotel Budapest”in çekimi için Hollywood bu küçük kentin sokak ve yapılarını kullanmış! Ünlü Alman yazarı Hans Fallada’nın sayısız dile çevrilmiş olan “Herkes Tek Başına Ölür” romanının çekimine de önümüzdeki haftalarda Görlitz’de başlanacak. www.ahmetarpad.de Golf topuna karşı Nazi miğferi B ellaire Golf Kulübü’nde Nazi SHERWOODPARK görünen Nazi miğferini parmağa dolamış golfcüler de bir süre sonra miğferli bir bahçıvan dolaşıyor. buna alışmıştır. Hikâyesi bu kadar Golf Kulübü, Alberta eyaletinin zannetmeyin, devamı var: Doug, Nazi meşhurlarından biridir. Kulübe üyelik miğferini o kadar sevmiş ki, onsuz bir için giriş ücretinin 20 bin dolar olduğu, yerlere gidemez olmuş. Bu yüzden yılda ikişer bin dolar aidat ödemekle arada bir polis, ayrıca kamusal alanda kalmayıp birçok masraf kapısına cüzdan MAHMUT kimi hoşgörüsüz, şakadan anlamayan açan EdmontonSherwoodpark taraflarının ŞENOL insanlar tarafından rahatsız edilmiş. paraca sıkıntısı kalmamış golfcüleri Nazi Nazi miğferiyle golf topuna karşı miğferli bahçıvana alışıktı; ben, görünce korunarak dolaşan Doug’un bir düşmanı da yıldırım afalladım. Golf arazisindeki çayır çimen işlerinden çarpmasıdır. İki kez, açık arazide Doug’un başına, sorumlu Doug McSorley’in başındaki miğferin kafasını koruyan çelik miğferine küçük şerâreler hikâyesi epeyi eskiye dayanıyormuş. Yıllar gibi elektrik yüklü şimşekler düşmüş. Gülerek evvel Bellaire Golf arazisine bahçıvan olarak işe alınıp sahaya çıkarken golf toplarından korunmasını tavsiye etmişler. Dinlememiş! Fakat bir musibet bin nasihatten iyidir! Doug, inişli çıkışlı, korular ve küçük göletler içinde yer alan golf alanında otları kesip biçerken birkaç kez başına golf topu yemiştir. İlk birkaçı önemli hasar yapmamış olmalı ki inatla kendisini korumaya kalkışmamış, gözü pek davranmıştır. Oysa kulüp yöneticileri korunması için inşaat işçilerinin taktığı baret cinsi şeyler vermişlerdir. Doug taş kafalıdır, söz dinlemez. Fakat golf topu dediğin yumurta kadar bir cesameti olsa da sürati akıl alır gibi değildir. İdmanlı olup sıkı vuran bir golfçünün topu saatte 340 km. hıza ulaşır, haliyle adamın başına çarptı mı komalık dahi eder. İşte bahçıvan Doug, birkaç kez pike yapan golf toplarına aldırmayıp inat edince, bir gün havan topu gibi başına sert bir golf topu yemiş, hastanelik olup bir süre tedavi görmüştür. Tedavi neticesinde azıcık aklını yitirdiği dahi söylenir. Doug, tekrar işbaşı yaparken antikacıda 2. Dünya Savaşı’ndan kalma bir Nazi miğferi görmüş, satın almıştır. Miğfere Almanlar Stalhhelm diyorlardı, çelik başlık anlamında... Sovyet kurşunu bile işlemez denilen anlatıyor, elektrik tiryakisi olmuş, “Şey gibiydi, bir çelikten! Er Ryan’ı Kurtarmak gibi II. Dünya rahatladım, bir rahatladım sormayın!” diyor. Savaşı’nın Aslan Conilerini anlatan Hollywood filmlerinden hatırladığımızca, bu miğferi başına bir Fakat Nazilik bulaşıcı olduğundan, bir süre sonra Doug işin cılkını çıkarıp bahçıvan arabasına kez geçiren kötü adam oluyordu. Lakin, tanıdığım döndürülmüş pancarmotor tarzındaki arazi aracını kadarıyla bahçıvan Doug kötü birisi değil, halimNazi bayrakları, flamalarla donatmaya başlamış, selim bir adamdır. Doug antikacıdan aldığı, sağ sağına soluna yapışkanı bol çıkartmalar iliştirmiş. ve sol şakaklarında azıcık boyası, cilası dökülmüş Bu vaziyette dolaşması, evvela mahallenin delisidir ancak Nazilerin gamalı hacını sergileyen miğfer gibi hoşgörüyle karşılandıysa da golfçu Yahudi başında olmaksızın artık araziye çıkmıyordu. cemaatinden kimileri, “Şakanın da bir haddi var, Başlarda azıcık tepki toplamış; haliyle... Golf şaka derken kaka olacak” diye şikâyete tekrar Kulübü’nün seçkin üyelerinden Yahudi asıllı başlamış. Hatta, aktarıldığına göre, kasetçalarında olanlar, buraların solcusu diye bilinen Liberal’lerin Deutschland BlitzkriegSS marşını da güya bangır desteğini de alınca, üstelik Mason Teşkilatı’nda bangır çalıyormuş. Mışlı, muşlu anlatımlara gülüp üstatlık derecesine varmış yaşlı golfçüler de geçiyor Nazi kafalı Doug, böyle bir şey yapmadığını aralarında olunca Doug’a ihtarname verilmiş. söylüyor; günâhı anlatanların boynuna... Golf Nazi miğferiyle Golf Kulübü’nde dolaşamazsın, tarlasında çalışkanlığına söz edilemeyen Doug’un derhal başından çıkartmalısın denilmiş. Doug’un istemedenkerhen bulaştığı Nazi tarafgirliğine yediği golf toplarından sonra azıcık terelelli olduğu birçok itirazdan sonra, Doug, “Nazi Mazi anlaşılınca, kendi haline bırakmaya sonradan karar anlamam, ben miğferimdem vazgeçmem!” diye vermişler. Bu kararı alırken elbette işe yararlı olup ayak direyince “Delidir, ne yapsa yeridir!” misali olmadığı ön plana çıkmış olmalıdır, zaten işini bu kadarına olsun göz yumulmuş. Siz siz olun, golf de iyi yapan bir bahçıvan olması ve bu kertede, alanında çalışıyorsanız ama Nazi ama Sovyet yapımı günde 8 saati 18 saat gibi çalışan başka bir akılsız bir miğfer edinin; miğfersiz bu iş zor! emekçi bulunamayacağından ses çıkarılmamış. [email protected] Yahudi, Mason, Liberal olup Doug’un şaka gibi Alkol ve country müzik eyaleti Teksas A merikan halk müziği diyebileceğimiz country müziğin en fazla dinlendiği Teksas alkol tüketimi ile tanınır. Sıradan bir Teksaslı ABD’nin en fazla içki içen kişilerinden birisi sayılıyor. Teksas’ta kişi başına yılda ortalama 135 litre bira tüketiliyor. Country müzikle birlikte içilen içki, giderek eyaletin önemli bir niteliği haline gelmeye başladı. Genel olarak muhafazakâr siyaset akımına oy verse de Teksaslılar hem müziklerinden hem de içkilerinden pek ayrılmıyorlar. Country müzik türü “uzun kırsal yollarda yalnız insanın duygularını anlatan bir çeşit yol arkadaşıydı.” Kendi kırsal köklerinden gurur duyan, delikanlılık, yiğitlik, bar kavgalarını anlatan, yaşamı bir mücadele olarak gören duyguları anlatan bu müzik türü 1980’lerden sonra kırsal kesimden kentlere indi ve üniversite eğitimlilerin de sevdiği bir müzik türü haline geldi. Dinci ve muhafazakâr Amerikalılar için bu müzik türü alkolü ve kadını çağrıştırdığı için pek tutulmasa da giderek orta sınıfın tercihi haline gelmeye başladı ve bir tür “kent yaşamına başkaldırma” yöntemi, kırsala özlem duyma, yalnızlık, kadere karşı çıkış olarak da algılanır oldu. Tıpkı Türkiye’de arabeskin benzer şekilde kullanılmaya başlanması gibi. “Country music and booze halk müziği ve içkinin” arkadaşlığı yeni bir olgu değil. Bu müzik türünün başladığı yıllardan beri, bu türün ünlü isimlerinin hemen hemen hepsinin alkol ile sorunları olmuş, başları belaya girmiştir. Ünlü şarkıcı Merle Haggard “Şişe bu gece bana ihanet etti” isimli şarkısında şunları söylüyor: “Her gece bardan ayrılırken her şey biter, TEKSAS Barın kapanış saatinde hiç acım kalmaz. Ama bu gece senin hatıran beni ayık buldu. Seni aklımdan çıkarmak için ne kadar içtiysem yetmedi. TEVFİK DALGIÇ Yakın arkadaşım diye bildiğim şişe bana ihanet etti.” Amerikan halk müziğinin efsane ismi Johnny Cash’in, o kalın sesiyle milyonları büyüleyen şarkılarında sanki alkol kokusu alır gibi olursunuz. Johnny Cash’in de alkol ile bir sorunu vardı. Alkole övgüler dizen ve onu erkeklik, yiğitlik, delikanlılıkla birlikte tutan kültür, sanatın değişik alanlarında da bu alışkanlığı övmüş ve onu değerlendirmiştir. Örneğin Hollywood bu kültürün en fazla yansıtıldığı çok sayıda film yapmış ve çoğu kez içki ile müziği de birleştiren yapıtlar ortaya çıkmıştır. Amerikan sinemasında alkol içen kişilikleri canlandıran aşağıdaki aktörlerin oynadığı filmlerin hepsi de bu roller ile Oscar kazanmışlardır: Lionel Barrymore “A Free Soul” (1930/31), Van Heflin “Johnny Eager” (1942), Ray Milland “The Lost Weekend” (1945), Lee Marvin “Cat Ballou” (1965), Robert Duvall “Tender Mercies” (1983), Nicolas Cage “Leaving Las Vegas” (1995), James Coburn “Affliction” (1998). Ünlü Hollywood yıldızı Jeff Bridges birkaç yıl önce oynadığı “Crazy HeartDeli Kalp” filminde bir Oscar Ödülü adaylığı ve Golden Globes’da ise en iyi aktör ödülünü kazandı. Filmde sarhoş bir country müzik sanatçısı olan Otis Bad Blake’i canlandırmıştı. Teksas’ta 2012 yılında içkili araç kullanma ve içki ile ilgili kazalarda ölenlerin sayısı 1300 kişi. 21 yaşın altında olup içkili araç kullanarak yaşamını yitirenlerin sayısı 169. Sarhoş araç kullanmaktan tutuklananlar: 85 bin 436. 2012 yılında 21 yaşın altında içki yasalarını çiğnemekten tutuklanan gençlerin sayısı ise 3610. Teksaslılar coutry müzik dinleyip kadeh kaldırmaya devam ediyorlar: “CheersŞerefe.” [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle