24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
25 AĞUSTOS 2014 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA DİZİ l Moğol kovboylar Kilometrelerce aralıklarda tek tük gerler, at sürüleri, deve sürüleri. Artık kimse arabasını durdurup fotoğraf çekmiyor. Ama olmuyor işte, haydi gene fotoğraf makineleri, işte Moğol bir kovboy… Kemendini atıp rüzgâr gibi koşan bir yaban atını yakalıyor. İşte bir Moğol kadın motosikletinin üstünde uçarak yanıbaşımızdan geçiyor. Şimdi artık biraz Moğol kadınlarından söz edebiliriz. Bir defa çok güzel ve zarifler. Hemen hepsi incecik. Saf protein beslenmesi demek ki böyle bir şey. Gram yağ yok. Ve her alanda varlar. Özellikle kentte inşaat işçisi kadınlar beni çok etkiledi. Başlarında kaskları, kocaman kocaman binaların tepesinde korkusuzca çalışıyorlar. 7 Gizemli sonsuz büyük Kendin Pişir Kendin Ye... Cumhurbaşkanlığı seçimi sonuçlarını Resmi Gazete’de yayımlattırmayarak Erdoğan’ın başbakanlığını ve AKP genel başkanlığını kurtardıklarını sananlara bir darbe de kendi içlerinden geldi. YSK kararının Resmi Gazete’de yayınını engelleyerek devlet kayıtlarına geçirtmeme girişimi bir kez daha havada kaldı. TBMM Başkanı Cemil Çiçek, seçim sonucunun kesinleşmiş olduğu kanısına varmış olmalı ki, TBMM’yi yemin töreni için 28 Ağustos saat 14.00’te toplantıya çağırdı. Bütün engelleme çabalarına karşın Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmiş olduğu böylece devlet kayıtlarına geçmiş oldu. Geçti de ne oldu derseniz, “Ben yaptım oldu” anlayışının egemenliği sürdürüldüğünden anayasa bir kez daha yok sayılıverdi. Devlet yönetimine, yeni bir yöntemi de eklemiş oldular. “Kendin pişir kendin ye” yöntemi Uludağ’daki et lokantalarından başlamıştı ama devletin tepesine kadar çıkmayı başardı. HHH Osmanlı ve Cumhuriyet tarihlerimiz pek çok kez çarpıtılmıştı. Son çarpıtmayı, Çamlıca’da yapılmakta olan görkemli cami sayesinde yaşadık. Başbakan Erdoğan o caminin “selatin cami” niteliğinde olduğunu açıklamış, Suriçi İstanbul’un dışında yapılan ilk selatin cami olduğunu da özenle vurgulamıştı. “Selatin” sözcüğü sultan sözcüğünün çoğulu. Osmanlı padişahlarının kullandığı özel sanlardan biri de sultan. “Selatin cami” tanımını birden fazla minaresi bulunan camiler için kullanırsanız yanlış yaparsınız. Bu mantıkla Erdoğan’ın önderliğinde yapılan Mimar Sinan (Ataşehir) ve Hazreti Ali (Altunizade) camilerini de yok saymış olursunuz. Türkiye’de kendisini sultan sananlar olsa da selatin cami yapma olanağı yok. Çünkü selatin cami “Padişahlarla şehzadeler ve sultanlar (padişah eşleri, anneleri) tarafından yaptırılmış olan camilere verilen addır.”(*) Bir ayrıcalığı daha var. Devlet hazinesinden, bağışlardan ya da salma usulü toplanan paralarla değil, yaptıranın özel gelirlerinden verdiği paralarla yapılmış olması. Osmanlı’da cami, hem de en görkemlisinden yaptıran çok sadrazam var ama onlara selatin cami denmiyor. Çamlıca’nın İstanbul surları dışında yaptırılan ilk selatin cami olduğu savı bu yönüyle de gerçeği yansıtmıyor. Eyüp’teki Eyüp Sultan Camii ile Üsküdar’daki Ayazma ve Beylerbeyi camileri de selatin camilerden.(*) Uzun sözün kısası nasıl demokrasi denildiğinde demokrasi olmuyorsa selatin cami denildiğinde de selatin cami olmuyor. Ne kadar öykünürseniz öykünün beceremiyorsunuz. HHH Söz selatinden açılmışken bir başkasını da anımsatalım: “Selatin meyhane.”(*) İstanbul’un dillere destan ve akşamcılık âlemlerine sahne olan kimi büyük meyhaneleri Abdülaziz döneminin sonlarına doğru selatin meyhane adıyla anılır olmuş... (*) Mehmet Zeki Pakalın / Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları. l Okyanus... Büyük Moğol İmparatorluğu’nu kuran ve İpek Yolu üstündeki tüm devletleri kendine bağlayan Cengiz (Çingis) Han adı Moğollar için “okyanus” anlamına geliyor. Denizlere uzak bu coğrafyada bu ad neden? Bu ad “gizemli sonsuz büyüklüğü” ifade ediyor. Cengiz Han, farklı bir coğrafyada Büyük Roma İmparatorluğu kadar yayılmacı ve güçlü bir imparatorluk kurar. Hışmından ne Çinliler ne de Türk boyları kurtulur. Türk boylarının bulunduğu Semerkand ve Buhara’yı ele geçirip yerlebir eder. l 1000 at gezdirilir... Cengiz Han, “gizemli sonsuz büyüklük” ne yazık ki, ölümsüz değildir. O da ölür ama cenazesi alışılmış bir cenaze değildir. Çünkü cenazesinin avlandığı bir ağaç altına gömülmesini ve insanlar tarafından bilinmemesini vasiyet eder. Bu nedenle cenazesini taşıyan insanların tümü öldürülür ve 1000 at mezar üstünde günlerce gezdirilir. Bu nedenle şimdilerde mezarı bilinmemektedir. Öte yandan 40 güzel kıza da en güzel giysileri giydirilir ve Cengiz Han’a hizmet etmek için öldürülür. Özgürlük bu olsa gerek. Şarkı söyleyen Ş kumullar imdi Cengiz Han’ın Moğolistanı’nı bırakarak biraz daha günümüze gelelim. Her yerde olduğu gibi burada da Budist rahipler uzun yıllar güçlü olanın yanında olmuşlar. Ancak 1926 yılında devrimciler bu dinsel güce son vermişler. Yazımda daha önce de belirttiğim gibi son yirmi yılda yeniden güçlenmeye başlamışlar. Herkesin inancına saygımız sonsuz. Manastırları gezerken Köklere Yolculuk en çok dikkatimi çeken şey, kavuniçi kahverengi elbiseleri sırtlarında en son model arabalardan inen ve hemen cep telefonlarına saldıran rahipler oldu. Maşallah teknolojiyi ve lüksü çok seviyorlar. Öte yandan bir ayin vardı ve ayini idare eden rahip hiç durmadan insanların para bıraktığı kupaya bakıyordu. IŞIL ÖZGENTÜRK 2 Bırakılan paraları tek tek saydığına eminim. Yani her dinde para çoktan tanrı olmuş. Hadi artık 4x4’lerimize binip uçsuz bucaksız Gobi’ye açılalım. Çünkü ben bir albino deve arıyorum. l Çölün ortasında bir ger Moğolistan Konuk olduğumuz bir gerde koku ikramı. Yıldızların altında Ama açıkça söyleyelim, insanoğlu her şeye uyum sağlıyor. İkinci günden itibaren ger çadırlarımızı sevmeye başladık. Tamam elektrik kesik, internet bağlantımız yok, cep telefonlarımız çalmıyor, olsun ne gam, yıldızların elle tutulacak kadar yakın olduğu bir gök altında sonsuz sessizliği dinleyerek kendimize geliyoruz. Yol çok uzun ve fazlasıyla ıssız. Üstelik yol öyle bildiğiniz asfalt yol değil. Kısaca çöl rallisi yapıyoruz. Çünkü Gobi’deyiz ve Khongor Kumulları’na gidiyoruz. Rüzgârın yön değiştirdiği kum tanelerinin sesi çok uzaklardan duyulmaya başlıyor. Tuhaf etkileyici bir ses, bu nedenle Khongor Kumulları’na şarkı söyleyen kumullar denmiş. Kumulların eni 720 kilometre arasında değişiyor ve 180 kilometre uzunluğunda. Nihayet kumullara geldik, çöl bize hoş geldin diyor, ayakkabılarımızı çıkarıp çocuklar gibi kum tepelerinin üstünde debeleniyoruz. Az sonra bölgenin en dayanıklı hayvanı ve korumaya alınan Baktriyan develeriyle kumulların tepesine çıkacağız, güneşi batırmak için. Ve benden söylemesi hiçbir şey çölde güneşin batması kadar görkemli olamaz. Sanki bir rüya gibi. Develerimiz geldi ve biz üstüne bindik ve ağır ağır kum tepelerine doğru ilerliyoruz. Tam bir ıssızlık, sadece kumulların şarkıları duyuluyor ve deveye binen bizler suskunuz. Konuşmak içimizden gelmiyor. Doğrusunu söylemek gerekirse ben kendimi çölde bir kum tanesi gibi hissediyorum, sanırım diğerleri de öyle. Uzun yürüyüşten sonra kumul tepelerine varıyoruz. Güneşi burada batıracağız. Rüya başlıyor, güneş tüm renkleriyle kumulları defalarca selamlıyor. Sanki onlara veda ediyor. Usul usul uzaklaşıyor ve tam o sırada ay ufaktan kendini gösteriyor. İşte o zaman her gün bu muhteşem olaya tanık olan Moğol göçebelerin kendilerine neden “Biz güneşin ve ayın çocuklarıyız” dediklerini anlıyorum. Artık güneş veda etti, alaca karanlıkta develerimiz bizi kamp yerimize götürüyor. Tuhaf, etkileyici bir ses kampındayız. Gerler bizim Yörük çadırlarının biraz büyüğü ve yuvarlağı. İçinde iki yatak ve bir masa var. Tepeleri ruhlar rahatlıkla girip çıksın diye açık. Ayrıca tam tepeden genellikle mavi renk bir ip sarkıyor, ruhlara kolaylık olsun, diye. Tuvalet ve banyoların ortak kullanıldığı her ger kampında büyük, geniş bir yemek salonu var. Yemekler doğal olarak hep et üstüne. Seyahatin sonunda soslu kızarmış patlıcan ve biber hayal etmeye başladığımı söylersem, durumu daha iyi anlatırım. Kımızın tahtına votka oturmuş Gerlere girerken mutlaka eşiği atlıyorsunuz, bu, çevrede dolaşan ruhlara ben geliyorum demek. Sonra saat yönünde ilerleyip hemen her gerde var olan divana oturuyorsunuz. Çadır kapısının tam karşısında ev sahibinin kıymetli eşyaları ve fotoğraflar duruyor. Onlara asla saygısızlık etmemek gerek, yani arkanızı hiç dönmeyeceksiniz. Bir gere girdiğinizde ev sahibi size hemen kımız ve kendi yaptıkları çok sert, yemenin mümkün olmadığı peynirlerden sunuyor. Ben kımız içmedim, bilmiyorum, içenler ekşi ve ayran tadında olduğunu söylüyorlar. Epey bir zamandır bu geleneksel içki yerini votkaya bırakmış. Ve votkalar oldukça sert. yumurtası Dinozor ene yollardayız. Sabah vakti G Gobi Çölü soğuk. Rüzgâr insanın içine işliyor ama 4x4’lerimiz çok konforlu ve istikamet “Alevli Uçurumlar.” Çok geçmeden ruhların cirit attığı bir bölgede olduğumuzu anlıyoruz. Çünkü yolumuzun üstüne sürekli koni şeklinde taş yığınları görüyoruz. Taş yığınlarının üstünde çakılmış tek bir sopa var ve sopanın çevresi özellikle mavi kurdelelerle sarılmış. Moğollar bunlara “ovoo” diyor. Bizim dilek taşı gibi bir şey. Arabalar onların yanından geçerken mutlaka korna çalıyorlar, bir çeşit ruhlardan izin istiyorlar. İstek üstüne arabalarımız daire şeklindeki çevresi 15 metreyi bulan bir ovoo’da duruyor. Civardan eline bir taş alan önce ovoo’daki taş yığınına taşı atıyor ve dileğini söyleyip üç kez ovoo’nun çevresinde dönüyor. Böylece hemen hepimiz sır gibi sakladığımız dileklerimizi Gök Tanrı’ya ulaştırmaya çalışıyoruz. Benim dilek 10 Ağustos gecesi için, anladınız herhalde. Ovoo’larda sadece taş yok, peşinde Gobi Çölü’nde sık sık karşımıza çıkan bir ‘ovoo’. Dilek tutmak isteyen buyursun. şeker, oyuncak ve fazlaca votka şişesi var. Nihayet alevli uçurumlarıyla ünlü Bayanzag’a varıyoruz. Burası kızıl kayalardan oluşmuş, biraz Kapadokya’ya benzeyen bir alan ve güneş vurduğunda alev alev yanıyor… Önce tepelere çıkıp sonra dar uçurumlardan ilerleyerek aşağıda bizi bekleyen arabalarımıza ulaşmaya çalışıyoruz. Oldukça zor bir yol! Ama yolu ilginç kılan bir söylenti var: Dinozor fosili görebiliriz. Gözümüz bir yandan uçurumu kesiyor, öte yandan çevreye bakınıp dinozor yumurtası arıyoruz. Bir iki kocaman kaya mı, yumurta mı olduğu meçhul yuvarlak cisimler görüyoruz. Tam uçurumun orta yerinde beni bir gülmedir alıyor. Yani bu kadar mı enayiyiz, burada bir zamanlar dinozor yumurtası olsa bile dinozorlara meraklı Amerikalı film yönetmeni Spielberg çoktan götürmüştür. Evet gidiyoruz, gidiyoruz ve Karakorum ve Orhun Vadisi uzaktan görünüyor. YARIN: DÜNYA MİRASI ORHUN VADİSİ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle