30 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 25 AĞUSTOS 2014 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Kitlesel Hipnoz Ne Zaman Biter? T oplumsal olgularda yukarıdaki gibi bir soruya kısa ve kestirme bir yanıt vermek olası mıdır? Bir grubun özlemi diğer grubun korkusu olduğu sürece, ki sınıflı toplumlara geçildiğinden günümüze, iktidar çatışmalarının en önemli dayanağı çıkar çatışmaları ve dayanışma algısı olmuştur. Çözümü uzun bir süreç gerektiren sorunlarda süreci hızlandırıcı etkenler büyük çatışmaları ve kan dökülmesini beraberinde getirmiştir. Bir gruba ve lidere tam sadakat ve bağlılık, felaketlere yol açtıktan sonra şaşkınlık ve korku uyandırmıştır. Nazizmin yükseliş evresindeki kahramanlık, coşku, birlik ve dayanışma duygusu liderin totaliter, ayrımcı, üstünlükçü, yok edici tutum ve eylemlerine dönüşmeye başladıkça önce mağdurlar ve ötekiler, daha sonra da kendi inananları tarafından korku ve endişe dolu bir beklentiye dönüşmüştür. u Karşıtlarını yok sayan, ezen veya kimilerine göre içinde yoğun bir yok etme arzusu, tahammülsüzlük bulunan bir liderin söylemleri, kitleleri bir arada tutabilecek malzemeler sağlar. Bir baba edasıyla kendisi kaybederse herkesin dağılacağı, yok olacağı, yenileceği korkusunun kitlelerde (bilinç dışında) sürekli üretilmesi, kitlelerde liderinin etrafında sevgi ve hayranlık duygularının çevresinde korku ve kaygı çemberi oluşturur. O nedenle her lider hareketinde hipnozdan söz edemeyiz. Prof. Dr. LEVENT SEVİNÇOK toplumda kitleleri iktidarla karşı harekete geçirebilecek ekonomik ve sosyal etmenler, bazı toplumlarda din ve milliyetçilik taleplerinin ve beklentilerinin en önemli psikososyal olgular olduğu toplumlarda; lidere bağlılığın çözülmesi ve sadakatin azalabilmesi için kitle bilincindeki temel söylem kodlarının değiştirilmesi gerekmektedir. Ekonomik, sosyal ve politik olarak işlerin iyiye gitmediği birçok ulusal ve uluslararası merkezler tarafından tespit edilmiş bir toplumda; halihazırda bu kadar şaşırtıcı bir destek yalnızca lider despotizmi ve karizması ile açıklanamayacak kadar karmaşıktır. Gruba, partiye, lidere büyük bir inançla bağlı grupların gözünde kodlanan gereksinimler ve eylem planları, kendisiyle ilgili tanımlar dışında diğer bütün çelişkiler, gereksinimler, acılar unutulur, bilinç düzeyinde terk edilir. Liderin buyrukları doğrultusunda unutulur, unutturulur. İşte hipnotizma budur. Kendilerine olduklarından, temsil ettiklerinden farklı resimler gösterilen kitleler bu görüntüye inanır. Duygu, düşünce ve davranışları otomatikleşir. Otomatik boyun eğme, itaat başlamıştır ve sürmektedir. Birkaç adım ötesi fanatizmin getireceği şiddet ve karşıtlarını liderin buyruklarını gözünü bile kırpmadan yerine getirme arzusu içinde kendilerini histeri denizinde yitirebilecek ve lideriyle tek beden olma arzusu ile hiçbir şey düşünmeden her şeyi, kendini ve kendi gibi olmayanları yok edebilecek yoğun bir kitlesel patlama evreleri olma olasılığı bulunan yıkımlardır. Konunun başlığına dönecek olursak, bu kitlesel hipnozu sona erdirecek olan hipnozu yaratanın hipnoz altındakileri uyandırmasıdır. Hipnozcunun bunu yapma niyeti veya isteği yoksa (tarihte de böyle bir hipnozcu örneği yoktur), liderin kendi kitleleri üzerindeki bu gücünü ve inandırıcılığını yitirmesini sağlamak gerekecektir. Ama nasıl?.. Lider despotizmi Kitlelerin körü körüne, sorgulamadan ve büyük bir sadakatle liderine sağladığı desteğin, her zaman uygulanan politikaların doğruluğuyla açıklanamayacağı kesindir. Kitlelerin aldatılmasından söz etmek gerekirse, bir topluluğun böyle bir girdap içine sürüklenmesi nasıl açıklanabilir. Bu insanların hepsinde kitle içinde ve lidere bütün benliğini teslim etmek arzusu varsa, bu nasıl bir güdülenmedir de hiçbir evrede tercihinin yanlışlarını veya sonunun nereye gideceğini, kendisi gibi düşünmeyenlerin uğrayabileceği felaketleri hiç umursamadan olaylara seyirci kalma gibi bir edilgenliğe sürüklenebilir. Liderin dayanak yaptığı geçmişteki mağdurluklar, ezilme, horlanma, aşağılanma gibi ideolojik söylemler, kitlelere kazanımlarını yitirme korkusunu aşılayabilir. Bu da bir korkutmadır. Yeni mağdurlar yaratılırken bu grupların ileride kendisine yapılanları ödetme gibi bir anlayış, bu kesimlerin inançla liderine bağlanma gereksinimini besleyebilir. Kendi benliklerini, siyasi ve ideolojik gücünü yitirdiğini düşünen karşıt gruplar, yaşadıklarının sorum Kitlelerin lidere desteği lusu gibi gördükleri mevcut destekçi gruplara karşı kin ve nefret söylemleriyle karşı şiddete başvurabilir. Uyuşturulmak bu grupların bilinçsiz tercihleri ve tamamen kitle psikolojisi ile mi açıklanabilir, yoksa bilinçli bir sadakatle kazanımlarını yitirme korkusuyla liderinin yanında yer almak kalıcı bir güçlülük etkisi mi yaratmaktadır. Karşıtlarını yok sayan, ezen veya kimilerine göre içinde yoğun bir yok etme arzusu, tahammülsüzlük bulunan bir liderin söylemleri, kitleleri bir arada tutabilecek malzemeler sağlar. Bir baba edasıyla kendisi kaybederse herkesin dağılacağı, yok olacağı, yenileceği korkusunun kitlelerde (bilinç dışında) sürekli üretilmesi, kitlelerde liderinin etrafında sevgi ve hayranlık duygularının çevresinde korku ve kaygı çemberi oluşturur. O nedenle her lider hareketinde hipnozdan söz edemeyiz. Kendi grubunu kendisi üzerinden üstün kılmak, ileri sürülen ve dayanak alınan geçmiş travmalar üzerinden bir daha o günlere geri dönmemek üzere; kendisini kurtarıcı ve koruyucu gibi göstererek, bir tür azizleştirerek, kendisini kutsallaştırarak istediği bağları kurup yeniden üretebilir. Yoksulluk, devlet şiddeti, işsizlik gibi çoğu Laikliğe Saygı Prof. Dr. R. RUŞEN DORA Cumhuriyet, demokrasi, laiklik, özgürlük, doğru, adil hukuk, insan hakları vb. korunması gereken yaşamsal değerlerimizdir. Genç cumhuriyetimizin özüne dayatılan onca engellere karşın; inançla savunmamız gereken ulusal onurumuzdur. Uğruna bunca can vererek kavuştuğumuz bu ilkelerden, amaçlarından ayrı düşemeyiz. Bu değerler ulusumuzun bireysel ve toplumsal kimliği ile uygarlık yolunda önlenemez yürüyüşünün kilometre taşları, göstergesidir. Bu uygarlık adımları zaman zaman engellenmeye, durdurulup aşağılara çekilmeye uğramıştır. İnsanlık ve ulus bilincinin gelişmesine uyamayan ya da istemeyen aymaz, hayın ve kötü amaçlı zavallıların; davranış bozukluk ve sapkınlıklarının zaman içinde saldırgan, zalim, delice çılgınlıklara dönüşmesine pek çok kez tanık olunmaktadır. İnsanlık ayıplı, utanmaz, yüz karası, hasta ruhlu, zalim, çıkarcı olayları unutmak ya da umursamazlık aşınmaları ile yok etmekte aynı suçu işlemekle eşdeğerlidir. Bu suçları işleyenler de kendi düşüncelerini oluşturamayan zavallılardır. Biz insanları öte canlılardan ayıran, yanlışlara “dur!” diyebilen; hoşgörü, sevgi içeren aklımızdır. Şimdi biraz düşünelim. Uygarlık nasıl yaratıldı? Kuşkusuz insanlığın özgür bilinci idi bunun kaynağı. Acıma duygusundan yoksun yarım akıllılarca yok edilemeyecek olan, insanlık onurlarımızdır. Aklı tutsak olmayanların bu insanlık onurlarını gene insanlığa armağan etmeleri çok büyük bir armağandır. Bu armağan; laik, demokrat ve cumhuriyetimizin temelindeki Atatürkçü bir ulus olma kimliğidir. Kubilay’lardan, Menemen’lerden Sivas’lara ve benzer sapkınlık, aymazlık ve hayınlıklara dur deme zamanları çoktan gelmiş ve geçmektedir. İşte; 1200’lerden bugünlere seslenebilen koca Mevlana’ya kulak verelim. “ Boynumuzu bağlamak için bahane arıyorlar. Tuzakdan, kayışdan kurtulmamızı herhalde istemiyorlar. Ey kandırılmış, ey aldanmış; iyiye erişmek için vakit gecikmesin diye, biliyorum gözün yukarlarda, ama bil ki; tef’i yanlış sallıyorsun.” İşte başka bir Anadolu büyük insanı: Yunus Emre; “Ten geçicidir. Can ölmez, Gün gider geri gelmez Ölür ise ten ölür O güzel canlar ölesi değil” diyerek; kime ve kimlere yol gösteriyor? Bizler Cumhuriyet tarihimizde kurtuluşumuzun temelindeki Sivas kongrelerini; kıyım günlerini ve benzerlerini, ne de o giden güzel canları unutmalı mıyız? İki temmuz gününün birbiri ile bütünleşen; Cumhuriyetdemokrasi, laikliğe saygı anısı günü olmasını, hep yaşatılmasını ve belleklerden çıkarılmamasını ta 1994’te Sanatçılar Kurultayı’nda söylemiştik, gene aynı isteği tekrar ile diliyoruz. Sözlerimizi ortaçağ karanlığından kurtulamayanlar için gene bir büyük kişiden izleyelim. (Şapka Kanunu çıktığında) “Ne küfür şapkanın altında Ne sevap fesin içinde Ne var ise benim kafamın içinde” diyen Galata Mevlevihanesi son şeyhi (postnişin), şapka devriminin ilk uygulayıcıları arasında yer alan Ahmet Celaleddin Baykara(*) dededir. Ve söz yine Yunus Emre’nin: “Az söz erin yüküdür Çok laf hayvan yüküdür Bilene (anlayana) bu söz yeter Sende güher var ise...” (*) Prof. Ruşen Dora’nın büyük dedesi (Efendi Dedesi). Gazetem ve Partim ERHAN SEVİMLİ Eski CHP Bursa İl Bşk. İkisi de her zaman gururum, zaman zaman da ince bir hüznüm oldular. Gazetem tacir, partim yeterince inkılapçı olamadı. 1958 59 yıllarında kasabadan Bursa Erkek Lisesi’ne öğrenime geldiğimde beni yanında barındıran dayım marangoz Salih Usta’nın gazetesi idi Cumhuriyet. Orada tanıştım gazetem ile. Demokrat Parti’nin en baskıcı ve partizan olduğu dönemde orta halli bir zanaatkâr, gazeteyi alıp okuyabiliyordu. Elbette ki gazetemin değeri parayla ölçülemez ancak acaba bugün bedava gazeteler dışında bir buçuk lira verip gazeteyi alıp okuyabilen kaç esnaf vardır? Öte yandan gazetemin genç, yürekli kalemleri kadrosuna katmış olmasını kuvvetle destekliyorum. Temel ilkelerden ödün vermeden değişim zorunludur. Gazetenin “profesyonel” kadrolarının en zor zamanlarda yazıları ve duruşlarıyla verdikleri emek elbette ki yadsınamaz. Ne var ki, genç okuyucu kitlelerinin beklentileri, yaşam ve espri anlayışları, dünyaya bakışları bizim kuşağımızdan oldukça farklı. Radikal gazetesinin dijital baskıya geçmesi, gazetemin bu genç okuyucu kitlesini kazanması yönünde bir fırsat olarak durmaktadır. Genç yazarlar Cumhuriyet’e iyi gelecek ve bir değişimin öncüleri olacaktır. Gençlere yer açmak açısından profesyonel yazarlar ve gazete yönetimi kendini gözden geçirmelidir; bazı maddi ve manevi fedakârlıklar yaparak yeni düzenlemelere gidebilmelidir. Partime gelince... Yine kurultaya gidiyoruz. Değerlendirme yaparken ülkenin ulusal güçlerine ve bütünlüğüne yapılan saldırıları gözden uzak tutmamak gerekir. Genel Başkan Kılıçdaroğlu olağanüstü koşullarda partide bütünleştirici olmuş, yapılan seçimlerde oy oranını birkaç puan da olsa artırabilmiştir. Beklediğimiz devrimci atılım, üst üste gelen seçimler ve parti içi hesaplar nedeniyle gerçekleştirilememiştir. Akademik alanda, hukuk alanında başarılı olanların siyasetteki başarılarının da doğru orantılı olmadığını görmüş bulunuyoruz. Tabandan gelen, başarılı bulduğum hatta cumhurbaşkanı adayı olarak düşündüğüm Muharrem İnce’nin genel başkan adaylığını yadırgadığımı söylemek isterim. Vakitsiz bir çıkıştır ve üstüne geçmişte denenenlerin gölgesi düşmüştür: Bu kurultayın değişimden yana, hak ve özgürlükleri öne çıkaran, sosyal demokrat kadroların ön aldığı bir yapıyı getirmesi dileğiyle...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle