30 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
25 AĞUSTOS 2014 PAZARTESİ CUMHURİYET [email protected] SAYFA ANTAKYA MEDENİYETLER KOROSU KÜLTÜR 15 Somalı çocuklara destek Kültür Servisi Antakya Medeniyetler Korosu, Somalı çocukların eğitimine destek için Alaçatı Açıkhava Tiyatrosu’nda sahnede olacak. 6 Eylül’deki konserin geliri “TEV Soma Umut Fonu”na aktarılacak. Antakya’da yaşayan, üç semavi dine mensup kişilerden oluşan Antakya Medeniyetler Korosu, 2012 yılında Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilmişti. Konuyla ilgili açıklamada bulunan TEV İzmir Şube Başkanı Gülnur Soybayraktar “Türk Eğitim Vakfı olarak bu üzücü olay karşısında hızlıca harekete geçerek felaketin açtığı yaraların bir nebze olsun sarılmasına yardımcı olmak için Soma Umut Fonu’nu oluşturduk. Maden kazasında şehit ve çalışamayacak durumda olan vatandaşlarımızın çocuklarının eğitimlerinin yarım kalmaması için hayata geçirilen ‘Soma Umut Fonu’ ile eğitim hayatları boyunca Türk Eğitim Vakfı olarak çocuklarımıza destek olacağız” dedi. Fonun yoğun destek gördüğünü söyleyen Soybayraktar 6 Eylül’deki Çeşme Alaçatı Açıkhava Tiyatrosu’ndaki konserle fonun büyümeye devam edeceğini söyledi. (Konserin biletleri Biletix’ten temin edilebilir.) Doğan Kuban’dan ‘Cehalet’ Üzerine... Prof. Dr. Doğan Kuban’ın Cumhuriyet’in 22 Ağustos tarihi Bilim/ Teknoloji ekindeki “Osmanlı, Türk, İslam Kimliklerimiz” başlıklı yazısı şöyle başlıyor: “Sayın Okuyucular, bundan sonra yazacağım her yazı ‘Cehaletle Kavga’ başlığı altında olacak! Çünkü ister cumhurbaşkanı seçmek, ister kadınları boğazlamak, ister tarihi ve doğal çevreyi yok etmek, ister ağaç kesmek, ister hırsızlık yapmak, ister tarih bilmeden onunla övünmek, ister dindar olmadan dini istismar etmek, trafik kargaşası, plansız gelişme, sınırsız toprak spekülasyonu gibi olayların tümü cehalete dayalı olgular…” Doğan Kuban’ın kitaplaşmış ve henüz kitaplaşmamış yazılarının tümü, Türkiye’nin yakın kültür tarihinin ender rastlanır saydamlıkta bir çözümlemesidir. Tarihimizin gerektiğinde en uzak köklerine kadar uzanan bu çözümleme, bütünüyle eleştirel düşünce temeli üzerinde inşa edilmiştir. Bu nitelikten kaynaklanan belki de en önemli sonuç, söz konusu çözümlemeyi eline alan her okurun kaçınılmaz bir biçimde kendi zihinsel süreçlerini seferber etme zorunluğu ile karşılaşması ve böylece kendisine bu çerçevede sunulan bütün verileri bilgiye çevirebilmesidir. Bilim ve düşünce insanı yapısı ile katıksız bir “Rönesans İnsanı” kimliğini taşıyan Doğan Kuban, bundan sonra yazacağı her yazının “Cehaletle Kavga” başlığı altında olacağını ilan etmekle, okurlarına çok önemli bir çağrı yöneltiyor. Çünkü ülkemiz, günümüzde artık bütünüyle bir “derin cehalet” uçurumuna yuvarlanmış durumda ve Doğan Kuban’ın eski yazılarından birinde çok doğru bir tanımlama ile “örgütlü cehalet” diye de adlandırmış olduğu bu uçurum, uzunca bir zamandan bu yana iktidar katındakilerin “ilerleme” ya da “reform” diye nitelendirdikleri her girişim ile birlikte artık daha da derinleşmekte. Bu yazdıklarımı okuyanlar arasından kimilerinin şöyle bir soru sormaları rahatlıkla düşünülebilir: “Peki ama, üniversitelerinin sayısı neredeyse 180’i bulan bir ülkede böylesine vahim bir cehaletin egemenliğinden nasıl söz edilebilir?” İlk bakışta haklı görülebilecek böyle bir soru, ne yazık ki son derece “vahim” cevabını da beraberinde getirmektedir: “Asıl böylesine azgın bir üniversite enflasyonunun geçerli olduğu, üniversite açmanın böylesine ‘ucuzlaşabildiği’ bir ülkede böylesine örgütlü bir cehaletin varlığından söz edilebilir!” Eğer bir ülkede her yeni kayıt döneminde üniversiteler reklamlarını bilimsel başarılarıyla ve yayımladıkları bilimsel eserlerle değil, fakat binalarının ve tesislerinin resimleriyle yapıyorlarsa, eğer ülkenin 180 üniversitesinden hiçbiri bilim dünyasında kayda değer bir başarıya veya sonuca imza atamıyorsa ve son olarak yine böyle bir ülkede ortaöğretim son hızla dini eğitimin hizmetine giriyorsa, o ülkede düşünen her kafanın ve kalemin kendini cehalete karşı bir topyekun kavganın hizmetine adamasının da zamanı gelmiş, dahası neredeyse geçiyor demektir! Bu nedenlerle Doğan Kuban Hoca’nın “cehaletle kavgası” bütün aydınlanmadan yana olanlarca bir seferberlik çağrısı olarak değerlendirilmelidir! EROL MİNTAŞ’IN YÖNETTİĞİ FİLM, SARAYBOSNA’DAN BÜYÜK ÖDÜLLE DÖNDÜ En güzeli ‘Annemin Şarkısı’ Kültür Servisi Erol Mintaş’ın ilk uzun metrajlı filmi olan ve ilkgösterimi 20. Saraybosna Film Festivali’nde yapılan “Annemin Şarkısı”, festivalden büyük ödülle döndü. “Annemin Şarkısı” 60 ülkeden, 247 yapım arasından “en iyi film” seçilerek, “Saraybosna’nın Kalbi” ödülünü aldı. Jürinin başkanlığını bu yıl ünlü Macar yönetmen Bélla Tarr yapıyordu. Mintaş törende yaptığı konuşmada, “Burada bulunmaktan dolayı çok mutluyum. Annem de benimle birlikte burada. Film sayesinde Sincar’da neler olduğunu biliyorsunuz” dedi. Festivalde, en iyi erkek oyuncu ödülü aynı filmde rol alan Feyyaz Duman’a verilirken, en iyi kadın oyuncu ödülü ise “Brides” filminde rol alan Mari Kitia’ya verildi. Belgesel film dalında “Saraybosna’nın Kalbi” ödülü yönetmenliğini Tiha K. Gudac’ın yaptığı “Naked Island” filmine değer görüldü. Aynı dalda jüri özel ödülü ise Estzer Hajdu’nun yönettiği “Judgement in Hungary” isimli filme verildi. Bundan birkaç ay önce İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun Üsküdar Tekel Sahnesi’nde Heiner Müller’in “Hamlet Makinesi”ni sahneye koyarken sık sık El Greco’nun “Toledo’nun Görünüşü” tablosunu düşünmüştüm. Bu tablo, El Greco’nun 1577’de (36 yaşında) yerleşip 1614’te ölünceye dek yaşadığı Toledo kentinin aşağı yukarı bir kilometre kadar doğudan genel görünüşünü yansıtır. Ancak ressam, bir tepenin üstünde yer alan Don Juan Tavera Hastanesi’nin hem boyutlarını küçültmüş, hem de resmin bakış açısına göre görülmemesi gereken cephesini tabloya taşımıştır. Bu tabloyu bir montaj örneği olarak ele alan Sergey Ayzenştayn şöyle der: “Uzamın içindeki hiçbir gerçek noktadan Toledo’nun bu görüntüsü elde edilemez. Bu görüntü (…) montaj yoluyla elde edilmiş bir bileşik tasvirdir.” Gerçekten de “Toledo’nun Görünüşü” tablosunda tek bir bakış açısı değil, ayrı ayrı noktalardan elde edilmiş görüntülerin montajı söz konusudur ama karşımızda duran yine de Toledo şehridir, El Greco’nun Toledo’su… Üsküdar’da kaldığım otelin penceresinden Boğaz’ı ve “karşı yaka”yı eşsiz bir manzara halinde izleme şansı buluyordum. Benim bulunduğum noktadan, o “karşı yaka”nın tam merkezinde ise 1980’de ülkeyi terk edinceye kadar “dünya”mı oluşturan Maçka ve Teşvikiye yer alıyordu. Uzunca bir süre geniş bir aile halinde yaşadığı Merak etme Perdeci... mız, sonra yıkılan, dedemlerin ahşap konağının yerini arıyordu gözlerim ister istemez. Ben o konağın tavan arası katının balkonundan, şimdi içinde bulunduğum otelin ve Tekel Sahnesi’nin olduğu yeri çocuk gözlerimle kimbilir kaç kez seyretmişimdir. Şimdi ise karşı yakadan kendi geçmişimi seyrediyordum. Gözlerim biraz daha sola doğru kaydığında, göremesem de orada olduğunu bildiğim, meslek hayatımı şekillendiren ilk ocak, İstanbul Şehir Tiyatrosu düşüyordu aklıma. “Şuradan bakarak bir İstanbul resmi çizecek olsam, ben de El Greco’nun Toledo’da yaptığı gibi, ahşap konak ile Şehir Tiyatrosu’nu birbirlerini görecek şekilde aynı tabloya oturturdum herhalde” demiştim kendi kendime. İBŞT’de ilk oyunum: Ferih Egemen’in sahneye koyduğu “Hansel ile Gretel” (1966). Ayaktakiler (soldan sağa): Dobriç, ne yazık ki artık aramızda olmayan Osman Görgen, Argun Kınal, ben, Ferih Egemen, Dilek Türker, Tanju Yakın... Oturanlar (soldan sağa): Ersin Satkan, Şule…, en sağda da Turgut Atalay. u Muhsin Ertuğrul Sahnesi’ne doğru inerken “Evet, bina değişmiş, sahne değişmiş, pek çok şey değişmiş, ama Muhsin Hoca hâlâ burada, hâlâ bizi izliyor” diye geçiyor içimden. 12 Mart’tan sonra kadromu koruyup beni yeniden tiyatroya aldığında, “Emel kızım, devrimini sahnede yap” diyen sesini duyar gibi oluyorum. “Merak etme Perdeci, öğrettiklerinizi unutmadım, bizim kuşak daha tükenmedi” diyorum kendi kendime. Çalışmaya başlıyorum. Geçmişini seyretmek Muhsin Hoca hâlâ burada… Şimdi ise İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun müdüriyet bölümünün pencerelerinden “Hamlet Makinesi” macerasının yaşandığı tarafa bakıyorum. 1980… 2014… Tam otuz dört yıl geçmiş. Semt değişmiş, bina değişmiş, köprülerin altından çok sular akmış, ama Şehir Tiyatrosu’nun kapısından içeri adım attığımda kendimi hâlâ “Toledo’nun kalbinde” gibi hisse diyorum, tablonun odak noktasını bulduğum izlenimine kapılıyorum. Son yıllarda sık sık geçmişe bakma ihtiyacı duyuyorum. Daha önce de yazdım; belki de bu zamanın, bu ülkenin, bu sistemin elimden alıp eksilttiği her şeyi geçmişimden tamamlamaya çalışmamdan kaynaklanıyor bu duygu. Bir tür “altın çağ” arayışı gibi… Şehir Tiyatrosu’na bir oyun sahneye koymak üzere, geçici bir şekilde olsa da dönmek o geçmişin, o altın çağın bir bölümünü geri almışım, yeniden kazanmışım duygusu uyandırıyor bende. Bu meslekte ilk adımlarımı attığım dönemin unutulmaz arkadaşlarından, her daim dostum, Şehir Tiyatrosu’nun yeni genel sanat yönetmeni Erhan Yazıcıoğlu koluma girip beni seçmeleri yapacağımız Muhsin Ertuğrul sahnesine doğru indirirken “Evet, bina değişmiş, sahne değişmiş, pek çok şey değişmiş, ama Muhsin Hoca hâlâ burada, hâlâ bizi izliyor” diye geçiyor içimden. 12 Mart’tan sonra kadromu koruyup beni yeniden tiyatroya aldığında, “Emel kızım, devrimini sahnede yap” diyen sesini duyar gibi oluyorum. “Merak etme Perdeci, öğrettiklerinizi unutmadım, bizim kuşak daha tükenmedi” diyorum kendi kendime. Çalışmaya başlıyorum. Heybeliada Ruhban Okulu’nda altı farklı inancın müzikleri barış için bir araya geldi n TAHRAN (AA) Büyük hekim, yazar, filozof ve bilim insanı İbni Sina’ya ait 149 elyazması eser Meşhed kentindeki Merkez Kütüphanesi Müzesi’nde sergileniyor. İran Milli Kütüphaneler Kurumu Başkanı Muhammed Zahidi, İbni Sina’nın 980. doğum yılı ve tıp günü münasebetiyle yaptığı açıklamada, serginin açıldığını belirterek, “İbni Sina, İran’ın en ünlü filozoflarından biridir. Onun Aristo felsefesi ve tıp ile ilgili yazdığı değerli ilmi eserler önemlidir” dedi. İbni Sina’nın elyazmaları sergileniyor İnançlar müzikleriyle buluştu Kültür Servisi Adalar Müzesi tarafından organize edilen “İnançlar ve Müzikleri Tanrı’nın Evlerinde Yankılanan Sesler” konseri, Heybeliada Aya Triada Manastırı’nda (Ruhban Okulu) gerçekleştirildi. Farklı inançlar, müzikleriyle “savaş değil barış” dedi. 1200’den fazla izleyici tarafından izlenen konsere, sırasıyla Rum, Ermeni, Süryani, Alevi, Musevi ve Türkİslam Dini Musiki toplulukları katıldı. Konserin açılışını Ruhban Okulu Başrahipliği adına Peder Samuili yaptı. Samuili, Ruhban Okulu’nun bu organizasyonu ağırlamaktan çok mutlu olduğunu, okulun bu tür etkinliklere kapılarını açarak platform oluşturacağını söyledi. Adalar Vakfı Başkanı Halim Bulutoğlu, Ruhban Okulu başta, organizasyona katılan, destek olan tüm kurumlara teşekkür ettiği konuşmasında “Çevremiz ateş çemberi. Yanı başımızda din ve mezhep savaşları yaşanıyor. Her gün yüzlerce insan, masum hayatını kaybediyor, binlercesi topraklarından sürülüyor. Bizler ise farklı inanç ve mezheplerin bir çatışma değil, zenginlik olduğunu haykıran topraklardayız. Buradan, bu muhteşem okulun bahçesinden, 6 farklı dinin ve mezhebin mensupları olarak aynı Tanrı’ya yakarışımızın ifadesi olan müziklerimizle, barış mesajı veriyoruz. Umalım ki, bu mesaj çatışma süren topraklara uzansın, kulaklarında yankılansın, barış egemen olsun.” Konsere, Ermeni, Süryani, Rum, Yahudi ve Alevi cemaatinin İstanbul’daki temsilcilerinin yanı sıra, Vatikan Büyükelçiliği üst düzey görevlileri ve İstanbul’daki yabancı misyonlardan da çok sayıda kişi katıldı. Konserde Rum, Ermeni ve Süryani gruplar acapella (eşliksiz) olarak eserlerini seslendirdi. Alevi deyişleri iki usta isim, Erdem Şimşek ve Aydın Çakmakkaya tarafından saz icrası ve sesleriyle izleyicilere ulaştı. Gecenin en güzel tablolarından birisi ise, sahneye çıkan Yako Tarafano Sinagog İlahileri Grubu’na arkalarında sazlarıyla Mehmet Kemiksiz Türkİslam Dini Musiki Topluluğu’nun eşlik etmesiydi. Konserin bu bölümü izleyiciler tarafından ayakta alkışlandı. Mehmet Kemiksiz, muhteşem sesi ve gazelleriyle gecenin son grubuydu. Geceye son nokta ise grupların tamamının birlikte söyledikleri Alevi deyişi “Haydar Haydar” ile konuldu. Konser Büyükada’da geçen haziran ayındaki “Adalar’da Tanrı’nın Evleri” sergisinin devamı niteliğinde gerçekleştirildi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle