27 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
20 TEMMUZ 2014 PAZAR CUMHURİYET SAYFA 1963’ün sonlarında Kıbrıslı Türklerin evleri basılır, evler, işyerleri tahrip edilmeye başlanır. Olayların tırmanması üzerine, TBMM Mart 1964’te, adaya müdahale kararı alır. ABD, bölgede çıkacak bir savaşı kendi stratejik çıkarlarına aykırı bulmaktadır. 3 Haziran 1964 tarihli Johnson mektubu, İnönü’ye ulaşır. Çok sert ve kaba bir üslupla yazılan mektup, kamuoyundan gizlenir. Türk uçakları, 7 Ağustos’ta ihtar uçuşları yapsa da adaya çıkarma planından vazgeçilmiştir... DİZİ 50 YILDIR KIBRIS DAVASINI İZLEYEN CÜNEYT ARCAYÜREK İLE 9 LondraAtinaAnkara arasında mekik dokuyan ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Joseph Sisko, gece yarısı Başbakanlık’a gelir ve Ecevit’e “Bana 8 saat verin, size bir Amerikan formülü getireyim” der. Ecevit’in yanıtı nettir: “Hayır Mr. Sisko. Artık çok geç.” Bu konuşma yapılırken Türk birlikleri Girne kıyılarına ulaşmak üzeredir... Cüneyt Arcayürek, bu kez çıkarma gemilerindeki tek gazetecidir... 20 Temmuz 1974’te tarih yeniden yazılır... 50 yıldır Kıbrıs’ı yakından izleyen Arcayürek’le harekâtın 40. yıldönümünde, “dünden, yarına” Kıbrıs’ı konuştuk... BARIŞ HAREKÂTININ 40. YILINI KONUŞTUK Aradan 1.5 yıl geçer, 13 Ocak 1966 günü Hürriyet gazetesinin manşetinde yer alan haber, Johnson mektubunu bütün dünyaya duyurmaktadır. Haberin altında o dönem gazetenin Ankara Temsilciliği görevini yürüten yazarımız Cüneyt Arcayürek imzası bulunur... SUNUŞ Johnson mektubundan 10 yıl sonra Kıbrıs yine gündemdedir. Cumhuriyet, 16 Temmuz 1974 tarihli birinci sayfasında Makarios’u deviren Nikos Sampson darbesini okuruna duyurur... Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, yoğun bir diplomasi trafiği başlatır. ABD ve İngiltere Türkiye’nin yine müdahale edemeyeceğini düşünmektedir. Tarihler 19 Temmuz 1974’ü gösterdiğinde artık herkes Türkiye’nin ciddiyetinin farkındadır. O gün Ankara’da neler yaşandı Darbeyi duyunca kronometre çalıştı Savaş yolunda Mehmetçiklerin coşkusu. ‘Televizyonu açık tut Rahşan’ DUYGU GÜVENÇ l 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’na giden süreci özetler misiniz? Türkiye’yi Kıbrıs’ta Türk azınlığının güvenlik haklarını korumak için giriştiği askeri harekâtın nedenlerini iyi saptamak gerekiyor. 15 Temmuz sabahı, Kıbrıs’ta Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Makarios’u, Nikos Sampson adlı bir gazetecinin, Rum muhafızlarıyla birlikte devirdiği haberi geldi. O gün Başbakan Bülent Ecevit, Afyon’a doğru yoldaydı ve haber gelir gelmez Ankara’ya döndü. l Kimdi bu Sampson? Sampson, bir gazeteciydi. Motosikletle darbeden önce yer yer gezer, Türkleri katleder, sonra da gelip o katliamın haberlerini yazardı. Elbette Sampson’un darbesini kışkırtan ve destekleyen, Atina’daki cuntaydı. Makarios, darbeden sonra bir İngiliz helikopteri ile Malta’ya kaçtı. Sampson, Makarios yanlılarını temizlemeye girişirken Türklerin güvenliği hakkında teminat veren sözde demeçler veriyordu. İnandırıcı değildi tabii... l Ecevit döndükten sonra Ankara’da neler oldu? Milli Güvenlik Kurulu ile Bakanlar Kurulu’nu topladı. Sonradan bize yansıdığına göre, Başbakan Yunanlılarla daha önce de yapılan müzakerelerin hiçbir sonuç vermediğini, bundan sonra da vermeyeceğini belirtiyor ve Kıbrıs Anayasası’nın 3. maddesi gereği, Türkiye’nin garantörlük hakkı bulunduğunu söylüyordu. Zaten, kurullardan da müdahaleye karşı bir karar çıkmadı. Ecevit, harekât öncesi hem içeride, hem de dışarıda çok ince siyaset ve siyasetin bütün kurallarını işleten bir çalışma içerisine girdi. FIRAT KOZOK ‘Bari gelsinler, l Harekât öncesi dışarıdaki hava nasıldı? ABD ve İngiltere, Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale etmeyeceğini, edemeyeceğini düşünüyor ve Yunanistan’da mesela Yuannides adlı yetkili bir general, alaycı bir şekilde yabancı diplomatlara “Türkler mi adaya müdahale edecek? Bari elleri değmişken gelsinler Atina’yı da alsınlar” diyor ve “Daha önce de gördük... Bu Türkler, gemilerle yola çıkarlar, bir müddet sonra geri dönerler, müdahale falan da edemezler” diye ekliyordu. Nitekim, biraz geriye dönmek gerekirse 1964’te Kuzey Kıbrıs’ta Rumların Türklere karşı giriştikleri katliam hareketlerine, oradaki mücahit gruplarının savunması sonucunda çıkan kanlı çatışmaların ardından dönemin Başbakanı İsmet İnönü hükümeti toplamıştı. Genç bakanlar, Kıbrıs’a derhal müdahale edilmesini savundular. İsmet Paşa bu tezi reddetmedi ancak, önce yapılması gereken bazı şeyler olduğunu ifade etti. l Neydi onlar? Ordunun yurtdışında bir askeri harekâta girişecek yetenek ve imkânlarla donanmadığını görüyor ve biliyordu. Ama, hava kuvvetlerinin Kıbrıs’ta belirli yerleri bombalaması görüşünü savundu. Bu yönde emir verdi ama o zamanki Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İrfan Tansel, Başbakan’a benim öğrendiğime göre, “Paşam madem ki oraya askeri harekâtı havadan yapıyoruz, öyleyse Rumların bütün askeri birliklerini temizleyelim” önerisinde bulundu. İsmet Paşa bunu da reddetti. Atina’yı da alsınlar!’ Hava İndirme Tugayı personeli Gönyeli bölgesinde. “Biz aslında savaş için değil, barış için; yalnız Türklere değil, Rumlara da barış getirmek için Ada’ya gidiyoruz.” Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, Harekât kararını bu sözlerle anlatıyordu... Harekât Ada’da akan kanı durdurup kalıcı güvenliği sağladı. Ancak beklenen o barışın gelip gelmediği 40 yıl sonra hâlâ tartışmalı. Enosis hayallerini ve EOKA’nın katliamlarını durdurmak için başlayan harekât, Türklere yönelik vahşeti durdururken adada sonu gelmeyecek müzakerelerin de temelini attı. Harekâttan bu yana Kıbrıs Türkleri 40 yıldır güven içinde yaşıyor. Harekâtın canlı tanıkları ile 40 yıl öncesini konuştuk. O günün en önemli tanıklarından biri harekât kararını alan dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in eşi Rahşan Ecevit’ti. Gün boyunca Bülent Ecevit ile telefonla görüşüyordu: “Bir ara telefon etti, ‘Televizyonu açık tut’ dedi. Ben de o heyecanı tek başıma yaşayamayacağıma karar verip annemlere gittim. Sabaha karşıydı, yine aradı ‘Televizyon açık mı’ diye. Ve biraz sonra televizyonda onun sesini duydum. O sesle beraber Kıbrıs’a gökten yağmur gibi inen paraşütçülerimizi gördüm.” “Çıkarmayı bekliyorduk ama herkes gibi ben de Kurucu Cumhurbaşkanımız Rauf Denktaş’ın Bayrak Radyosu’nda yaptığı konuşma ile duydum. Harekâtı duyunca içimizi bir sevinç kapladı çünkü bu olay yıllardır gerçekleşmesini beklediğimiz, talep ettiğimiz gelişmeydi...” ODTÜ’den gemiye KKTC’nin 2. Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ise seferberlik çağrısına derhal uyarak adaya dönmek için harekete geçmişti: “Harekâtı duyduğumuzda ODTÜ’den yeni mezun olmuştum. Kıbrıs’a gitmek için bizim temsilciliğe başvurdum. Bizi Kıbrıs’a gönderdiler ama feribotla ancak Girne yakınlarına kadar geldik. Girne limanına feribot yaklaşamazdı, antik limana giremezdi. Başka liman da yoktu, Magusa Limanı da Türk kontrolünde değildi. Bizi bir çıkarma gemisine aktardılar da karaya öyle çıktık. Oradan da hemen askere alındım.” Perdeler örtüldü Ada’da Türk askeriyle birlikte umutlar yükselirken Ankara’da misilleme kaygısı hâkimdi. O dönem Dışişleri Bakanlığı’nda genç bir memur olan Yaşar Yakış da “Perdeler örtülür, otomobillerin ışıkları mavi sarıkla kapatılırdı. Türkiye’nin harekâtı üzerine, nerenin ne olduğu anlaşılmasın diye yapılırdı. Bir harekâta karşı mukabil bir saldırı olabilir diye düşünülmüştü. Hedefin Ankara olacağı düşünülmüş olsa gerek ki tedbirler alınırdı” diyor. ‘Bekliyorduk’ 20 Temmuz 1974 ile birlikte adada bir yandan seferberlik ilan edilmiş, bir yandan da Türkler için umut gelmişti. 40 yıl önceki o umudu bugün KKTC’nin 3. Cumhurbaşkanı olan Derviş Eroğlu anlattı: BM başta ‘işgal’ demedi! Kimseden askeri bir misilleme gelmedi. Hatta ilk harekât dünya tarafından meşru bile bulundu. Ancak 14 Ağustos’ta “Ayşe tatile çıksın” parolasıyla yapılan ikinci harekât ile tepkiler de başladı. Bugün KKTC’nin sınırlarını çizen harekât bu defa Batı tarafından “işgal” olarak tanımlanmaya başladı. KKTC Cumhurbaşkanı Eroğlu, BM’nin harekâtı hiçbir zaman “işgal” olarak tanımlanmadığına, resmi belgelerde hep “ele geçirme” ifadesini kullandığına işaret ediyor: “Bu harekâtı insani, hukuki veya siyasi açıdan bir istila veya işgal olarak tanımlamak mümkün değildir. Nitekim Birleşmiş Milletler bu harekâtı bir işgal veya istila olarak tanımlamamıştır. 1974’ten bu yana Kıbrıs’taki iki halk arasında barış ve istikrarı korumuş olan Türk askerinin, ancak kapsamlı bir çözüm çerçevesinde ve Garanti ve İttifak Antlaşmaları’nın baki kalması kaydıyla çekilebileceği, değiştirilebileceği Türkiye tarafından en yetkili ağızlardan açıklanmıştır.” Söz hakkı olmazdı Sonradan Türkiye’nin KKTC nezdinde Büyükelçisi de olan siyasetçi Ertuğrul Kumcuoğlu’na göre de Batı’nın tepkisi bahaneydi ve Türkiye’nin bu maliyeti ödemesi kaçınılmazdı: “Makarios Kıbrıs’ta ‘Türkleri Akdeniz güneşinde tereyağı gibi eriteceğiz’ diyordu. Ne yapılabilirdi ki? Kıbrıs meselesine Türkiye açısından Kıbrıs meselesi olarak bakarsanız maliyeti ağırdır. Doğu Akdeniz açısından bakarsanız bu maliyetin ödenmesi gerekir. Türkiye, 1974’te müdahale etmeseydi bugün Akdeniz’deki doğal kaynaklarda söz hakkınız olur muydu? Yunanistan ve Rum Kesimi, karasularını 12 mile çıkartsa Afganistan’dan farkınız kalmazdı, Türkiye’nin denize çıkışı kalmazdı.” İstikrarlı sükunet Kıbrıs davasının 40 yıldır en yakından takip eden isimlerin başında gelen eski Dışişleri Müsteşar Yardımcısı Tugay Uluçevik geri dönüp baktığında harekâtın Ada’ya “istikrar” getirdiği için başarıya ulaştığını düşünüyor: “En başarılı harekâttır. Çünkü 1974’ten bu yana istikrar vardır ve bu BM genel sekreterinin raporlarına da ‘istikrar kazanmış bir sükunet’ ifadesiyle yansır. Bu da Barış Harekâtı hedefine ulaşmış demektir” dedi. YARIN l İlk Hazırlık Şileplerle YARIN l Ecevit Çekici, Demirel Sempatik
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle