02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
21 HAZİRAN 2014 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA Yarım yüz yıllık dostluk ALTAN ÖYMEN İlhan Selçuk, basınımızın ve edebiyat hayatımızın en usta kalemlerindendi. Basının yanında “edebiyat”ı da vurgulamamın nedeni şu: Her yazısı, liselerin edebiyat derslerinde, bir olayın veya bir düşüncenin en iyi nasıl anlatılabileceğinin örneği olarak okutulabilirdi... Olay veya düşünce karmaşık da olsa, nasıl basite indirgenebileceğinin, anlaşılır hale getirilebileceğinin örneği olarak... Kısa kısa cümleler... Çok sık satırbaşları... Soyut kavramları somutlaştırmalar... Kısa fıkra anlatımları... Bunlar, Selçuk’un ya zı tekniğindeki ustalığının öğelerindendi. Böyle teknik ustalıkla yazılmış yazıların içeriğinde ise, güçlü bir mantıkla idealizmin sentezinden oluşan tutarlılık vardı. İlhan Selçuk solcuydu, Aydınlanmacıydı. Atatürk devrimlerine inanırdı... Onların korunmasını ve Türkiye’nin, bağımsız bir devlet olarak çağdaşlaşma yolunda ilerlemesine devam etmesini isterdi. Buna aykırı hareketlere ve Cumhuriyet’in ilke ve kurumlarını tahrip etme eğilimlerine karşı çıkmayı görev sayardı. İLHAN VE TURHAN SELÇUK’U ANIYORUZ SÖZ ÇİZGİNİN Turhan Selçuk 11 İlhan, askerlikten sonra bir süre Akşam ve Tanin gazetelerinde yazdı. Ama yazılarının geniş bir okur kitlesi ile buluşması, 1962’de Cumhuriyet yazarlığına geçmesiyle başladı. O yıldan sonra artık ömür boyunca Cumhuriyet yazarıydı. Kimisi hapiste yatmanın, kimisi gazetedeki iç anlaşmazlıkların sonucu olarak zorunlu hale gelen birkaç “ayrılık” dönemi hariç... Adı, gazetenin sahibi ve başyazarı Nadir Nadi ile birlikte Cumhuriyet’le özdeşleşti. Nadir Nadi’nin vefatından sonra ise sorumluluğu daha da arttı. Gazetenin yeni bir oluşum içinde imtiyaz sahipliğini üstlendi. Cumhuriyet’in karşı karşıya kaldığı çeşitli güçlüklerin üstesinden gelmesinde ve ülkemizin en kıdemli gazetesi olarak yayın hayatına başarı ile devam etmesinde İlhan Selçuk’un payı büyüktür. ORTADOĞU’DA DURUM Kocaman yürekli adam: Dr. GÜRBÜZ BARLAS Evvelce yazılarını kıvançla okuduğum İlhan’ı ilk defa 1960 yılında, ağabeyim Cemil Sait Barlas’ın evinde tanıdım. Hafta sonları ağabeyim Cemil Sait Barlas’ın evine İlhan’la beraber Sabahattin Selek, Kemal Tahir, Tahir Alangu ve birçok aydın kişi gelirdi, sabahlara kadar her konu konuşulur tartışılırdı. O hafta sonlarını iple çekerdim. İlhan’la çok anılarımız var hangisini yazsam, birkaçını yazayım. Perşembe günleri Tarabya’da Cumhuriyet yazarları ve arkadaşları ile bir arada olurduk. Nadir Nadi, İlhan ve Turhan hakkında zırvalarına karşı kendini kaybedip bağırdığını gördüm. İlhan farklı bir adamdı. Paraya, rütbeye, koltuğa itibar etmezdi. Farklı bakardı hayata. Bir dostun evine akşam yemeğine davetliydik. İlhan’la beraberiz, İlhan kravat takmaz, aynı yere davetli bir zengin anlaşılan İlhan’ın yazılarına kızıyor birdenbire, İlhan’ı kravatsız görünce büyük bir hiddetle kravatını çıkartıp bize doğru fırlattı İlhan da gülüp geçti. Gaziantep öğretim üyeleri her ay bir düşünürü, yazarı Baltalimanı Profesörler Evi’ne konuşmaya davet eder, ben İLHAN SELÇUK önünde İlhan, “Nedir o elinizdekiler verin bir bakayım” diye ellerinden alıyor içkileri. Ben kapıyı açar açmaz da, “Bak bu içkileri ben getirdim. Bu görgüsüz Şükran’la Miyase böyle eli boş çıkagelmişler” demişti. Sonra Miyase ile Şükran’dan gerçeği öğrenip kahkahayı basmıştık. Güne, İlhan’ı “Pencere”sinde okuyarak başlardım, düşünüyorum da hep yazdıkları doğru çıktı. Hayran olduğum bu bilge kişiden çok şey öğrendim. Karım ve baldızım da onun hayranıydı, en ufak politik konuda telefonla arar ‘Suç ve Zekâ’ Onu 1950’lerin sonlarında tanıdım. O vakte kadarki hayatının özeti şuydu: 1925’te İzmir’de dünyaya gelmişti. Subay olan babasının görev yerleri değiştikçe, Anadolu’nun değişik kentlerine taşınmışlardı. Ağabeyi Turhan Selçuk’la birlikte öğrenim gördükleri okullar da bu taşınmalara göre değişmişti. Liseyi, Adana Erkek Lisesi’nde, üniversiteyi de İstanbul Hukuk Fakültesi’nde okumuştu. Turhan Selçuk, diş hekimliği öğrenimi görüyordu, fakat asıl merakı karikatüreydi. Mizahçı yanı daha çocuk yaşlarındayken gelişmişti. Aslında İlhan Selçuk’un da mizah yanı çok güçlüydü. O da karikatür denemeleri yapar, ama daha çok mizahi yazılar yaz ‘Avukatlıktan dergiciliğe’ Hayatının son yıllarında başına gelen, daha doğrusu “başına getirilen” onu Radikal’deki bir yazımda anlatmıştım. Burada da kısaca anlatayım: “Ergenekon davası” iddianamesinde hakkında yazılanları ben de okudum. İlhan Selçuk’un “suç”unun somut olarak ne olduğu yazılmıyor. Ama Selçuk’un “zeki” olduğu yazılıyor. Zeki olduğunun kanıtı olarak da 19721973 yılları arasında tutuklanarak yargılandığı bir dava hatırlatılıyor. O davada Selçuk, ünlü Ziverbey Köşkü’nde gördüğü işkenceyi, “akrostiş” yoluyla kayda geçirmişti. (Ziverbey’de el yazısı ile yazılan ifadesini o şekilde yazmıştı ki, ifadenin her cümlesinin belirli kelimelerinin, belirli harfleri bir araya getirilince, o ifadeyi “İşkence altında” verdiğini anlatan bir cümle ortaya çıkıyor.) Ergenekon iddianamesinde bu olay hatırlatılarak “şüpheli” İlhan Selçuk için maya ilgi duyardı. Bu eğilimi, ileride on yıllar boyunca yazacağı siyasi yazılara da yansıyacak, mizahi üslubu yazıları daha da renkli kılacaktı. 1950’lerin başlarında iki kardeş, bir vesileyle Akbaba dergisinin sahibi Yusuf Ziya Ortaç’la tanıştı. Turhan, dergiye karikatürler çizmeye, İlhan da onunla birlikte Babıâli’ye gidip gelmeye, yazarçizerlerle tanışmaya başladı. İlhan Selçuk, fakülteyi bitirince önce bir süre avukatlık yaptı, bir yandan da küçük fıkralar yazmaya başladı. Bunları yayımlayan ilk gazete, Yeni İstanbul’du. Bu başlangıçın arkasından iki kardeş birlikte bir karikatür dergisi çıkarmaya karar verdiler. 1952’de bir yayınevinin katkısıyla “41. Buçuk”un satışı başlangıçta iyi gitti. Özellikle siyasi karikatürleriyle ilgi çekti. Fakat yayınevi sahibi, karikatürlerdeki eleştirilerin dönemin iktidarını kızdıracağından endişe ediyordu. Bir süre sonra dergiyi kapattı. 1956’da bir süre Akbaba dergisi kadrosunda çalıştıktan sonra oradan ayrılarak “Dolmuş” adında ikinci bir karikatür dergisi çıkardılar. Yazarları arasında Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Refi Cevat Ulunay, Selami İzzet Sedes, Bülent Oran da yer almıştı. O derginin de, gene hükümete yönelik mizahi eleştiriler yüzünden başı dertten kurtulamadı. Defalarca toplatıldı. Yazarları, çizerleri hakkında soruşturmalar ve davalar açıldı. Bu davalardan İlhan Selçuk da nasibini aldı. Komünistlik yaptığı iddiasıyla takibata uğradı. Sonuçta “Dolmuş” da kapandı. İlhan Selçuk’la tanışmam, Dolmuş’un kapanmasından sonraydı. Ben Ankara’da Ulus gazetesindeydim. O da, biraz gecikmiş olarak askerliğini Yedek Subay Okulu’nda yapmak için Ankara’ya gelmişti. Birbirimizi, gazetecilik camiası içinde kısmen tanıyorduk. Şahsen de tanıdık... Ve ondan sonra dostluğumuz hayat boyunca devam etti. Bir dönem de Cumhuriyet’te çalıştık. ‘Selçuk ve Cumhuriyet’ şöyle deniyor: “Buradan şüphelinin ne kadar uyanık ve zeki olduğu anlaşılmıştır. Ergenekon Terör Örgütü içindeki faaliyetlerinde de hiçbir zaman açık vermemeye çok dikkat ettiği, örgütün gizlilik ilkesine maksimum uyduğu anlaşılmıştır.” “Bunu hatırlatmamızın nedeni şüphelinin en çok sorgulanmalarda ve ifadelerinde ne kadar tecrübeli ve profesyonel olduğunu vurgulamak içindir.” İddianamede, böylece “zeki, tecrübeli ve profesyonel” olduğu saptanan Selçuk’un Ergenekon davası sırasındaki izlenişinde de, aynı şekilde davrandığı “cep telefonu kullanmadığı”, “sabit telefondan yaptığı görüşmelerde de çok dikkatli konuştuğu” belirtiliyor. Bunun sonucu olarak da “örgütsel yapıyı deşifre edebilecek her türlü söz ve tavırdan uzak durduğu”nun “tespit” edildiği bildiriliyor. Bunlara benzer daha pek çok “tespit”i içeren iddianameden çıkan sonuç şu: İlhan Selçuk’a isnat edilen “suç işlemek için örgütlenmek”, “hükümeti devirmek”, “Meclis’in görevini yapmasını önlemeye teşebbüs etmek” gibi suçların hiçbir kanıtı yok. Ama bunun sebebi İlhan Selçuk’un suçsuz olması değil, “zeki” olması. Zekâ sayesinde suç kanıtlarının ele geçirilmesini önlüyor. Özetle: Türkiye’nin en usta, en tutarlı yazarlarından biri olan İlhan Selçuk’un ölmeden önceki gözaltına alınışının ve Ergenekon mahkemesi önünde sanık hale getirilişinin böyle bir “gerekçe”: “Mademki zekidir, öyleyse suç işlemiş ve bunu gizlemiştir.” Evet, İlhan Selçuk’un bütün “haslet”lerinin yanında “zeki” olduğu muhakkaktı. Ama zeki olmanın bir iddianamede “suç kanıtı” sayıldığı, herhalde ilk defa görülüyor ve bu “ilk”in herhalde ülkemizin adalet tarihinde unutulmaz bir yeri olacak. Eğer İlhan Selçuk yaşayıp bu iddaname karşısındaki savunmasını mahkeme önünde yapabilseydi, bunu da o unutulmaz mizah gücüyle en iyi o değerlendirebilirdi. Onu ve kendisinden üç ay önce kaybettiğimiz ağabeyi değerli karikatürist Turhan Selçuk’u sevgiyle, saygıyla, rahmetle anıyoruz. Selçuk, Melih Cevdet, Yaşar Kemal, Ali Sirmen, Agop Arat, İbrahim Çamlı gibi birçok değerli kişiyle birlikte. Tarabya’dan sonra, perşembeleri bir süre Ayazma’daki Neşe Restoran’da toplandık. En son toplantımıza Ali Sirmen’in konuğu olan Uğur Mumcu da katıldı, Uğur Mumcu’yu son görüşüm oldu. Çoğu akşamlarda Berin Hanım’la Nadir Bey’in evine konuk olurduk. Berin Hanım’la karşılıklı şakalaşırlardı, Berin Hanım’a patron diye takılırdı. Basit şeylerden keyif alırdık zira bizim için kıymetli olan şey sohbetlerimizdi. Bir akşam Divan Oteli’nde Aziz Nesin ve İlhan’la buluştuk, o ortamdan sıkılınca kalktık Aziz Nesin’in evine gittik, bakkaldan aldığımız peynir, ekmek, pastırmayı meze yapıp güzel vakit geçirdik. İlhan daima sakin, sesini yükseltmeyen bir kişiydi. Fakat inandıklarına bağlılığı konusunda hassastı. Yıllar evvel Ankara’da arkadaşımız Haluk Muratoğlu’nun evinde, sosyetik bir hanımın sol de İlhan’ı önerdim. Konuşma yapmak üzere geldi, birden kendisini karşılayan kişiyi görünce irkildi. Karşılayan kişi, askeri darbede İlhan’a yanaşıp, onun Ziverbey’e gitmesine neden olan MİT görevlisi, ajan provokatördü. Hemen araya yakınlarım girdi. Adama epey laf ettiler. İlhan soğukkanlılığını bozmadan güzel konuşmasını yaptı. Yüreği büyük bir adamdı. Kin tutmazdı. Güzel anılardan biri de bizim eve yemeğe geleceğini söyledi ve ekledi “İki hanım arkadaş getireceğim” dedi. Bu hanımlar sevgili Miyase ve Şükran’dı. Bize gelirken Miyase ve Şükran birer şişe içki getirmişlerdi. Kapının fikirlerini alırlardı. Nitekim İlhan’ın Ergenekon soruşturmasında üçümüzün de ismi geçiyor. Hastalandı bypass ameliyatı oldu, uzun süre hastanede kaldı, evine çıktı tekrar hastaneye yatmaya mecbur oldu. Hastane günlerinde her günümüz birlikte geçti. Hep Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni ve gazetesi Cumhuriyet’i düşündü, kaygılandı. Acaba bugünleri görse ne düşünür ne yazardı? Her an İlhan’ın yokluğunu hissediyor ve özlüyorum. Memleketine olan aşkını ve ideallerine olan bağlılığını düşünerek onu sevgiyle anıyorum.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle