29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 3 ŞUBAT 2014 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Kadın Cinayetleri eşini, unutamayacağı anasını nasıl öldürebilir? Korku romanlarının kadın düşmanı “Homongolos”u mu? Karanlık istibdat devirlerinin namus zaptiyesi mi? Yoksa “efendice içmenin” ne demek olduğunu hiç öğrenmemiş kara cahil bir terbiyesiz mi? Belki, hayvanlar için bile artık terk edilmiş bağırmalı, sopalı, dayaklı terbiye yöntemlerinin, sıkı ve şiddetli asker disiplinlerinin baskısının ve hatta ezilmişliğinin hıncını kadınlara zulmetmekle çıkaran eski tür bir “erkeklik” anlayışının hiç bitmeyen kalıntısı mı? Yine, her zamanki alışkanlığımızla “çare eğitimdir” denecek ama, nasıl bir eğitim? Okulsuzluğun kalmadığı, hatta eğitim fakültelerinin çoğaldığı bir cumhuriyet döneminde artık bu soruya doğru bir yanıt bulamamış olmamız en büyük ayıplarımızdan biridir. “Aile terbiyesi” dediğimiz kavramın bile dengesiz ve çok tartışmalı bir ekonomiksosyal düzende gitgide zorlaşmakta olduğunu yabana atamayız. “Önce eğitim” sloganının doğru, akılcı, planlı ve özgürlükçü niteliklerle tamamlanması gerekiyor. Felsefesiz, tartışmasız, derinlikten ve dünya çapında karşılaşmalardan yoksun ve siyasal ufuksuzluğa kurban edilmiş bir eğitimden uzaklaşmak ve aydınlanmayı doğru boyutuyla gerçek aydınlığa kavuşturmaya yönelmemiz gerekmiyor mu? Soykırım Nedir, Ne Değildir? Doğan HASOL ANLAŞILIR gibi değil; yedi aylık, yedisinde, on yedisinde, yetmişinde de olsa kadın cinsinin her yaşta olanları canavarca öldürülüyor: “Gayrimeşru” sayılan yasal ya da yasadışı bir ilişkinin ürünü denen bebekler, çok ağlayınca “keyif kaçıran” küçücük kız çocukları, oğlanlarla konuşup sinemaya gittikleri için öldüresiye dövülerek sokağa atılan genç kızlar, namus kirlettiğine inandıkları hamile kuzenlerini boğarak derin B bir kuyuya veya balkondan cadde asfaltına atıverenler, yastık altındaki paralarına göz koydukları ninelerinin yüzüne yastıkla bastırarak nefessiz bırakanlar, hatta koyun keser gibi zarif boyunlarını kesenler… u tür cinayetlerin nasıl işlendiğine akıl erdirmek sahiden güçtür. İnsan, biraz büyüdüğünde gururla dizine oturtarak bağrına bastığı kızını, sevip okşadığı sevgilisini, değerli D oğu Perinçek, İsviçre’ye karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde açtığı davayı kazandı. Bu karar Perinçek kadar, hatta daha da çok Türkiye’yi sevindirmeli. Davanın konusu neydi? Önce onu anımsayalım. İsviçre devleti, çıkardığı bir yasayla, Türkiye’yi kendince mahkum etmişti. Yasa, Osmanlı devletinin 1915 yılında tebaası olan Ermenilere soykırım uyguladığını kabul ediyor ve bugün bunu inkâr ve ifade edenleri cezalandırıyordu. Temelde en az iki bakımdan sakat bir yasaydı bu. Birincisi, 1915 tehcir (sürgün) olaylarının soykırım sayılıp sayılmayacağı kararı İsviçre’nin ya da başka bir ülkenin takdirine kalmış değil di. Soykırım (genocide) olgusunun Birleşmiş Milletler’ce kabul edilmiş bir tanımı vardı. Bir olayın soykırım sayılabilmesi, o karara göre ancak yetkili bir mahkeme tarafından saptanmalıydı. Genocide (soykırım) sözcüğü 1944 yılında ABD’deki Duke Üniversitesi’nden Prof. Raphael Lemkin tarafından ortaya atılmıştı. “Geno” Yunanca genos’tan alınmıştı ve ırk anlamına geliyordu; “cide” ise Latincede öldürme anlamına gelen cedere’den. Kavram iki yıl sonra Nürnberg yargılamalarında, daha sonra da 1948’de Birleşmiş Milletler’ce kabul edilecekti. Genocide (soykırım) şöyle tanımlanıyordu: “Bir etnik grubun bireylerinin imhası ve siyasal, sosyal, kültürel, dilsel ve dinsel kurumlarının parçalanması yoluyla metotlu tahribi...” Bu tanıma uymayan olayların soykırım sayılması, kimsenin keyfi takdirine bırakılmış değildir. İsviçre yasasının ikinci sakatlığı da şuydu: İnsanların herhangi bir konuda görüşlerini açıklamaları, “düşünce ve ifade özgürlüğü” olarak tanımlanan bir temel insan hakkıydı. Özetlersek, İsviçre iki bakımdan da haksız konumdaydı: 1915 olaylarını soykırım olarak ilan ederken de… O fikri kabul etmeyenleri suçlayıp cezalandırmak isterken de… Anımsanacağı gibi Fransa da bir süre önce böyle bir yasa çıkarmaya yeltenmiş, ancak süreç Anayasa Konseyi’nin, Ermeni soykırımı iddialarının reddini suç sayan yasayı iptal etmesiyle tıkanmıştı. İspanya’da da meclis dışişleri komisyonu benzer bir girişimi reddetmişti. İsviçre’nin yasasına karşı T.C. devlet olarak gerekli tepkiyi göstermedi. Bu na karşılık yürek li bir tepki, İşçi Partisi Başkanı Doğu Perinçek’ten geldi: 2005’te İsviçre’ye gitti ve orada düzenlenen konferanslarda yasayı delen türden açıklamalar yaptı ve soykırım iddiaları nı “uluslararası yalan” olarak nitelendirdi. Lozan Mahke mesi bu çıkışı yasaya aykırı bularak Perinçek aleyhine dava açtı ve kendisini “ırkçı ayrımcılık”tan suçlu buldu. Neyse ki biraz basiretli davranıp yabancı bir ülkenin bir parti başkanını tutuklama yoluna gitmedi. Dava 2007’de Lozan Mahkemesi’nde görüldü; Perinçek, mahkemeye konuya ilişkin Rus ve Ermeni belgelerini de içeren mükemmel bir dosya sunmuştu. Bu na karşın mahkeme, Perinçek’i İsviçre’nin soykırımı inkâr yasasına göre 90 gün hapis cezasına çarptırdı. Ceza paraya çevrildi, iki yıl için tecil edildi, sonra da Temyiz Mahkemesi’nce onaylandı. Perinçek durmadı… Konuyu 2008’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşıdı. Mahkeme 2013’ün son günlerinde, Perinçek’i haklı buldu ve özgürlükler ülkesi(!) İsviçre’yi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ndeki ifade özgürlüğü maddesine aykırı davranışı nedeniyle mahkum etti. Bir yandan da 1915 olaylarının hukuki açıdan “soykırım” tanımına uymadığını belirtmiş oldu. AİHM kararı ülkemiz açısından son derece önemli. Ne var ki, kararın önemi, ülkedeki iç ve dış kavgalar nedeniyle yeterince değerlendi rilemedi; yeterince sevinemedik bile… Bu karar, zaman zaman, Türkiye’yi, Ermeni soykırımı konusunda yasa çıkarmakla tehdit eden, kimi ikiyüzlü Batı ülkelerinin o silahını ellerinden almış bulunuyor. Artık hiçbir ülke Türkiye’yi soykırım yapmış olmakla suçlayamaz. Soykırımı inkâr etmekle ise hiç suçlayamaz. Fransa Cumhurbaşkanı Hollande’ın ülkemizi ziyareti sırasındaki sözleri ülkesinin iç kamuoyuna yönelik popülist bir yaklaşım olarak algılanmalıdır. Görüldüğü gibi, uluslararası kararlar ve insan hakları hukuk işlediği sürecekimi kurumların ya da ülkelerin insaf ve takdirine bırakılmış durumda değil. Önümüzdeki yıl 1915 olaylarının yüzüncü yıldönümü oluyor. Dolayısıyla, istismara açık bu konu çeşitli çevrelerce çok fazla işlenecektir. Amacım, 1915’teki Ermeni tehciri olayının niteliğini, soykırım sayılıp sayılamayacağını burada tartışmak değil. Bu, benim işim de değil zaten, konu ilgili tarihçilerin özgür tartışma alanı… Hukuki sonuç ise AİHM kararıyla belirlenmiş oldu. Yalnız şunu be lirtmekte yarar var: Perinçek’in bu girişimi sürerken T.C. Dışişleri Bakanlığı büyük dünya meseleleriyle, komşulardaki BOP süreciyle çok meşguldü. Girişimi desteklemedi, hatta belki de girişimden hoşlanmadı bile… Hiç değilse, şimdi Doğu Perinçek ’e kocaman bir teşekkür borçlu olduğunu anlamış olmalı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle