29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
3 ŞUBAT 2014 PAZARTESİ EKONOMİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] ye i k r Tü nlar, , e r a na gö i soru ttığı y n Dü dyası indek i yara r me nomis k kend borçla eko den ço ve dış klara ’ Fed ari açıkırılganlı c ibi k ağlı b g Borsada ocak Ekonomi Servisi Borsa İstanbul (BIST 100) yılın ilk ayında özellikle banka hisselerinde etkili olan satışlarla son 6 yılın en kötü ocak ayını geçirdi. Ocak ayının ilk yarısında yatay seyir izleyen endeks, ikinci yarıda TL’deki değer kaybının etkisiyle düşüşe geçti. BIST 100, aralık sonuna göre yüzde 8.77 oranında geriledi. Endeks, ocak ayı içinde 60 bin 754 puan ile 24 Temmuz 2012 tarihinden beri gördüğü en düşük seviyeye geriledi. Bu, endeksin Ocak 2008’de gerçekleştirdiği yüzde 23.12’lik düşüşten beri en kötü performans. Ocak ayı içinde dolar karşısında yüzde 10’un üzerinde değer kaybeden TL, ayı yüzde 5.4 düşüşle tamamladı. Merkez Bankası’nın faiz artışı da maliyetleri artıracağı için banka hisselerini vurdu. Bankacılık endeksi yüzde 12.7 düşüşle 5 yılın en düşüğüne geriledi. kendin buldun Alman Deutsche Welle Türkiye’nin sıcak paraya bağımlı büyüme modelinin başarısız olduğunu vurgularken İngiliz Telegraph yine aynı nedenle Asya krizinin tekrarlanabileceğini yazdı. The Observer ise kur, enflasyon ve büyüme arasında sıkışan Türkiye’nin yatırımcıları hayal kırıklığına uğrattığına dikkat çekti. büyüme modeli başarısız oldu. Yabancı sermaye ülkeden kaçıyor, İstanbul Borsası baskı altında. Büyümenin yavaşlamasından korkan hükümet, faiz artırımıyla ilgili rahatsızlığını belli etti. Son yıllardaki büyüme, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın seçimlere ilişkin stratejisinde önemli bir rol oynuyor. Son gelişmelerle birlikte Erdoğan’ın otoriterlik ve ekonomik büyüme karışımı sona erebilir. Erdoğan’ın kafasında sermaye kontrollerinin olduğu spekülasyonları var. Sermaye kontrolleri muhtemelen hükümet içinde bile çok tartışmalı bir şey olur. Çok büyük bir olasılıkla Erdoğan, kabinedeki ekonomi uzmanlarının isyanını provoke eder. The Telegraph: Para birimini savunmak her zaman zorlu bir iş. 1997’de Tayland’da başlayan kriz Asya, Rusya ve Güney Amerika’ya yayılmıştı. 15 yılı aşkın bir süre sonra tarih tekerrür edebilir. Türkiye’nin 4.5 puan faiz artışı, bu berbat durumuna vurgu yapıyor. Cari işlemler açığı ve enflasyon yüzde 7 düzeyinde iken ülkenin kısa vadeli fonlara rahatsız edici bağımlılığı bulunuyor. The Observer: Türkiye gibi birçok yükselen piyasa köşeye sıkıştı. Türkiye’nin ekonomik görünümü 2011’den beri bozuluyor. Lira yüzde 25 değer kaybetti ve Başbakan’ın çevresine kadar uzanan bir yolsuzluk skandalı, yatırımcıların tedirginliğini yatıştırmaya yardımcı olmadı. Kuru savunmak, enflasyon ile mücadele etmek ve büyümeyi desteklemek arasında bir seçim yapmak zorunda. Morgan Stanley tarafından “Kırılgan Beşler” olarak adlandırılan Hindistan, Endonezya, Güney Afrika ve Brezilya ve Türkiye yatırımcıları hayal kırıklığa uğratan sorunları paylaşıyor. Kendin ettin 11 AKP’nin Maliyeti! Başbakan, Türkiye ile diğer ülkeler arasındaki ekonomik ilişkileri kazan kazan olarak açıklar. Şimdilerde sürekli kayıplar yaşanıyor. Ekonomi ve toplum AKP hükümetinin ağırlaşan maliyetini artık taşıyamıyor. HHH AKP’nin hukukun üstünlüğünü tanımaz tutumu, geçen mayıs sonunda başlayan Gezi olaylarıyla su yüzüne çıktı; rüşvet ve yolsuzluk soruşturmalarıyla 17 Aralık sonrasında da iyice açıklık kazandı. Çünkü hükümet, rüşvet ve yolsuzlukların soruşturulmasında, bir hukuk devletinde olması gerektiği gibi duyarlı davranmadı; tersine bu işi yapacak savcı, yargıç ve polisleri görevden almayı iş edindi; baskıcı tutumu yolsuzluk damgası ile tamamlandı. Başbakan’ın kendisini hukuk devleti, insan hakları ve demokrasi açısından eleştiren sermaye kesiminin önde gelenlerini vatana ihanet ile suçlaması, sermayenin hükümete olan güvenini iyice sarsıyor. Güven kaybı, 2014’te en az 225 milyar dolar dış kaynağa gereksinimi olduğu geçenlerde IMF tarafından açıklanan ekonomiyi iyice kırılganlaştırdı. Küresel sermayenin sözcülerinin olumsuz yorumları ile birleşen kırılganlık, her gün sokaktaki insanı bire bir etkileyen dolar, faiz ve fiyat değişikliklerine yansıyor. HHH Geçen hafta TCMB, gecikmeli de olsa, gösterge faiz oranını yüzde 4.5’ten yüzde 10.0’a çıkararak iki katından fazla arttırdı. Yüksek faizin, sermayenin maliyeti, yatırımlar ve fiyatlar üzerindeki olumsuz etkileri bir tarafa, yabancı sermayeyi çekeceği, doların çoğalacağı ve TL karşılığının ya da döviz kurunun çok daha artmayacağı umuluyor. Yüksek faiz, ülkeye dolar çekmeyi ve tüketimi azaltmayı başardığı oranda fiyat artışlarını belli bir dengede tutabilir. Ancak faiz artırımının geçen hafta boyunca dolara olan talebi azaltamadığı; sarsılmış olan hükümete güvenin onarılamadığı görülüyor. Pahalı doların, artan enflasyon yoluyla dar ve sabit gelirlileri daha da yoksullaştırdığı ise sır değil. Diğer taraftan unutulmamalıdır ki, geçen yıl enflasyonun yüzde 5.00 olması öngörülmesine karşın, bu hedef neredeyse yüzde 50 sapmayla yüzde 7.40 olarak gerçekleşmişti. Son yıllarda hedeflenenin çok üstünde gerçekleşen enflasyon oranının 2014 için öngörülen yüzde 6.6’yı tutturma olasılığı da çok zayıftır. Fiyat artışları ise en başta gelirini aynı anda ve oranda artıramayanları, yani, sabit gelirlileri vuracaktır. Uzağa gitmeye gerek yok; son on günde benzin ve mazotun litre fiyatının 1112 krş. arttığı göz önüne alınırsa halkın toplam kaybının boyutları da açıklık kazanır. Yüksek faiz yatırımcı için yüksek maliyet demektir. Bu nedenle, faizlerin yükselmesi sonucu yeni yatırımların azalacağı açıktır. Bu durum mal ve hizmet üretimi temelinin yeterince genişleyememesi, yani ekonominin büyüyememesi, mal ve hizmet ve sunumunun daralması ve fiyat artışları anlamına gelir. Diğer yönden ise tüketici kredilerine uygulanan faizlerin de yüzde 11.80’den yüzde 14.50’ye yükselecek olması, yaratacağı toplumsal sorunlar bir yana, toplam istemi ya da tüketimi azaltacaktır. Tüketimin azalması enflasyonu sınırlar; ancak, ekonominin yaşamakta olduğu tüketime dayalı büyüme de kaçınılmaz olarak yavaşlayacaktır. Ekonomi büyümediğinde, yani yeterince mal ve hizmet üretilmediğinde karşılaşılacak sonuç işsizliğin ve pahalılığın daha da artmasıdır. HHH AKP iktidarı, hukuk devleti ilkelerini hiçe sayan tutumu; rüşvet ve yolsuzluklar karşısındaki duyarsızlığı ve bunların sonucu olarak, içerde ve dışarda yarattığı güven bunalımıyla ekonomiye de, topluma da kaybettiriyor. Dövizi de faizi de tetikleyen asıl etken AKP’nin maliyetidir. Bu maliyetten bir an önce kurtulmak gerekiyor! sert geçti Ekonomi Servisi Türkiye ekonomisinde yaşanan çalkantılar dış basının gündeminden düşmüyor. Merkez Bankası’nın (TCMB) radikal faiz artırımına rağmen lirada değer kaybının sürdüğüne işaret eden yabancı basına göre, bunun en temel nedeni, ABD Merkez Bankası’nın (Fed) tahvil alımını azaltma kararından çok, Türkiye ekonomisindeki cari açık, yüksek enflasyon, dış borçlar, kısa vadeli sermaye akımlarına bağlı büyüme gibi kırılganlıklar. Öte yandan siyasi endişeler ve yolsuzluk operasyonu sonrası yaşanan güven bunalımı da Türkiye’nin riskini artırıyor. Deutsche Welle: Bocalayan ekonomi, sorunlarını büyük ölçüde kendi yarattı. Dolarların yükselen piyasalara aktığı günler artık son buldu. Türkiye’nin Kur yabancı turiste yarayacak İthal elektriğin faturası 334 milyon lira Türkiye 2013’te ithal elektriğe 334 milyon 202 bin 376 dolar harcadı. Elektrik enerjisindeki dış ticaret açığı 305 milyon 254 bin 313 doları buldu. Ekonomi Servisi Türkiye geçen yıl 5 ülkeden 4 milyar 650 milyon 370 bin kilovatsaat elektrik ithalatı gerçekleştirdi. İthal elektrik için 334 milyon 202 bin 376 dolar harcandı. AA’nın derlediği Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, Türkiye, ithal elektriğin yarıdan fazlasını Bulgaristan’dan aldı. Ülkeye bu elektrik tüketimi için 180 milyon 371 bin 697 dolar ödeme yapıldı. Elektrik ithal edilen diğer ülkeler ise Yunanistan, İran, Çek Cumhuriyeti ve Danimarka oldu. Yunanistan’dan 1 milyar 229 milyon 686 bin, 845 milyon 918 bin, Çek Cumhuriyeti’nden 16 milyon 510 bin, Danimarka’dan da 3 milyon 480 bin kilovatsaat elektrik alındı. Türkiye, elektrik ithalatı için Yunanistan’a 86 milyon 846 bin 211 dolar, İran’a 65 milyon 513 bin 663 dolar, Çek Cumhuriyeti’ne 1 milyon 162 bin 896 dolar, Danimarka’ya ise 307 bin 939 dolar ödedi. Yunanistan, Bulgaristan ve Irak’a ise 401 milyon 262 bin kilovatsaat elektrik satıldı. En fazla elektrik ihracatı 353 bin 146 kilovatsaat ile Irak’a yapıldı. Elektrik ihracatından üç ülkeden toplam 28 milyon 948 bin 63 dolar elde edildi. Elektrik enerjisindeki dış ticaret açığı 305 milyon 254 bin 313 dolar oldu. Gelişmiş ülkelerin borsalarında, 2010’dan bu yana en sıkıntılı ay bitti. Gelişmekte olan ülkelerin ekonomik sorunları da ağırlaşıyor. Capital Economics’in Gelişen Piyasalar (GP) uzmanı, Neil Shearing’e göre “GP’de merkez bankalarının sert faiz artırımlarına karşın, dövizlerin, piyasaların düşmeye devam etmesi, yeni potansiyel olarak daha kaygı verici bir aşamaya işaret ediyor” (RFE/L, 30/01/2014). ABD, İngiltere, Japonya, Avrupa borsaları geçen haftayı düşüşlerle kapadılar. Böylece ABD’de S&P 500, Dow Jones Sanayi indeksleri ocak ayını sırasıyla toplam yüzde 3.6, yüzde 5 düşüşle kapatırken aynı dönemde FT’nin, Japonya Nikkei’nin toplam yüzde 3 ve yüzde 6.5 gerilediği, FT Tüm Dünya İndeksinin toplam yüzde 4.1 düştüğü görülüyordu. Alman Dax, Fransız CAC 40’ın ocak ayı toplam gerileme oranlarıysa yüzde 1 düzeyinde kalmış. Ancak ayın 15’inden bu yana ölçersek, Almanya, Fransa, FT indekslerinde sırasıyla, yüzde olarak, 4, 3.6, 4.4 gibi daha keskin düşüşlere tanık olabiliyoruz. Özetle, genel olarak ocak ayında özellikle de ayın ikinci yarısında gelişmiş ekonomilerin borsalarında gerileme eğiliminin hızlandığını söylemek olanaklı. Cumartesi günü de CNN, CNNMoney’nin, piyasanın algısını ölçmek amacıyla 7 gösterge üzerinden hazırladığı Korku & Hırs (Fear & Greed) indeksinin “aşırı korku düzeyine düştüğünü” aktarıyordu. Diğer taraftan ocak ayı boyunca Gelişen Piyasaların sorunları daha da ağırlaştı. GP performansını ölçen MSCI indeksi ocak ayında toplam yüzde 6.6 geriledi. Ancak, bu düşüş salt bir borsa dalgalanmasından öte bir boyut içeriyordu. Bir taraftan ABD Merkez Bankası’nın bono alımlarında aylık 10 milyar dolarlık azaltmaya gitmesi, diğer taraftan, GP için önemli bir pazar olan Çin ekonomisindeki yavaşlamanın belirginleşmesi, bu ülkelerden kimilerinin ciddi cari açık, dış borç 2009’dan bu yana en kötü ay Piyasalarda Ocak Sıkıntısı… stokuyla boğuşmakta olması uluslararası mali piyasaların risk algısını değiştirmişti. Ocak ayı boyunca, uluslararası sermayenin Gelişen Piyasalardan, özellikle kırılganlığı çok artan Türkiye, Brezilya, Hindistan, Güney Afrika, Endonezya ve Arjantin gibi ülkelerden çıkışı hızlandı. Financial Times’ın aktardığına göre, ocak ayı sonunda toplam aylık çıkış 12 trilyon dolara ulaşmış. GP’de borç, bono piyasalarından çıkış da ocak ayında toplam 6.6 milyar dolar olmuş. (Financial Times 31/01/2014). GP’ye hızla doluşan, tüketimi, yatırımı hızlandıran, uluslararası mali sermaye çıkmaya başlayınca, GP’de büyümeyi, tüketimi destekleyen dış kaynak kurumaya başlıyor, ülkelerin paraları dolar, Avro gibi uluslararası paralar karşısında hızla zayıflamaya başlıyor. Bu dış kaynağı yeniden kazanmak (“Carry trade” olanağını açık tutmak), ulusal parayı korumak için, merkez bankaları, bir taraftan faiz artırımına gidiyor, diğer taraftan döviz rezervlerini kullanmaya başlıyor. Faiz artırımı, ülke ekonomisi üzerinde daraltıcı etki yaparken döviz rezervleri azalmaya, ithal malların fiyatları, enflasyonist bir baskı yaratarak artmaya devam ediyor. Bu koşullarda uluslararası mali sermayenin dikkatleri cari açık, borç ödeme kapasitesi, enflasyon riski üzerinde; talepleri de işçi ücretlerinin azaltılması, toplumsal harcamaların kısılması, ülkenin kaynaklarının uluslararası sermayeye aktarılması üzerinde yoğunlaşıyor. Kısacası mali sermaye, halkından alacak bana vereceksin diyor. Bu talebin bir de siyasi boyutu olduğundan, meşruiyeti zayıf ya da zayıflamakta olan hükümetlerin ekonomilerinden sermaye çıkışı daha da hızlanıyor. Böylece, mali kriz siyasi krizi, siyasi kriz de mali krizi beslemeye, GP’nin ekonomilerini “yöneten” hükümetler, siyasi seçkinler, kendi kuyruğunu yiyerek yaşamaya çalışan bir yılana benzemeye başlıyor. Bugünlerde yaşanmakta olan süreç aslında, yeniden yaşanmakta olan bir süreç. Biraz da “sende bu ense bunda da bu para varken...” diyen fıkrayı anımsatıyor. Gelin 1970’lerin başına gidelim: 1950’den sonra istikrarlı büyüme bitmiş (Fordist rejim tükenmiş, krizi başlamış). Dolar altından kopmuş, uluslararası döviz piyasaları oluşuyor. Bir petrol krizi, Avrupa’da hızla büyüyen dolar hesapları, merkez ülkelerde çok sert, eşzamanlı bir resesyon (stagflasyon) var. Merkezde yatırım olanakları azalan sermaye hızla çevre ülkelere gidiyor. Çokuluslu Şirketler, çevre ülkelerde aşırı borçlanma olgusu, borç balonu oluşmaya başlıyor. Bu balon 1980’lerin Kapitalizmin ‘ebedi’ döngüsü başında patlayarak “borç krizi” yaratıyor. Merkezde neoliberalizm başlarken sermaye merkeze geri dönüyor. Borsalar hızla yükseliyor. Yeni bir balon bu kez merkezde oluşuyor, 1987’de patlıyor. Neoliberalizm çevre ülkelerin piyasalarını açmaya başlıyor, “yükselen piyasalar”, “küreselleşme” kavramı söyleme giriyor. Sermaye yeniden çevreye doğru hareket halinde... Yolda 1994 Meksika, Türkiye krizleri, sıcak para kavramı... Yeni balonlar oluşuyor, patlıyor: 199799 Asya, Latin Amerika, Rusya krizleri... Sermaye hızla merkeze dönüyor ama kısa sürede oluşan borsa balonları patlıyor, sert bir resesyon başlıyor, “9/11” olayıyla daha da derinleşiyor; 1970’lerin başından bu yana ötelenen “aşırı birikim”, “fazla kapasite” sorunu birden görünür oluyor. ABD bir imparatorluk projesine başlar, Afganistan ve Irak’ı işgale hazırlanırken 1929 Büyük Bunalımı anımsamıyor. Başta ABD Merkez Bankası olmak üzere, gelişmiş ülkelerin merkez bankaları, faizleri sıfır düzeyine çekiyor, para musluklarını açıyor, “kapitalizmin tarihinin en büyük mali genişlemesi” başlıyor, kredifaiz türev piyasasının hacmi 890 trilyon dolara ulaşıyor. Bankacıların Kurumu IIF’nin 2006 sonunda yayımladığı bir rapor, 2006 yılında dengelerin hızla bozulmakta olduğunu gösteriyor. ABD Merkez Bankası, yatırım bankalarını uyarıyor, risklerin hesaplanamaz hale geldiğini vurguluyor. Ancak “tren” yavaşlayamıyor. Kredi balonu patlıyor, mali kriz ve “büyük durgunluk” başlıyor. Kurtarma paketleri, sonra niceliksel genişleme derken mali sermaye, durgunlukla boğuşan merkez ülkelerden çevreye gidiyor. Çevrede koşullar yeniden bozulmaya başlayınca sermaye yeniden merkeze dönmeye çalışıyor. Ama merkezde durum parlak değil. Devletlerin mali krizi söz konusu, yeni bir köpük şişirmek olanaklı değil. Sanırım mali sermaye için artık “kaçacak” yer kalmadı... 2014 çok tehlikeli bir yıl olmaya aday! Ot Ekonomi Servisi Tur operatörü Jollytour’un Onursal Başkanı Sinan Vardar , kurdaki artışın yabancı turistin Türkiye’ye olan ilgisini artıracağını belirterek “Döviz kurlarındaki anormal yükseliş, TL’nin değer kaybetmesi yabancı turist için çok büyük bir avantaj. Onun için bu sene otellerde doluluk oranları tavana vurur” dedi. AA’ya konuşan Vardar, erken rezervasyonla yerli turistin “yabancı müşteri daha ucuza kalıyor” eleştirisinin giderildiğini savunarak “Artık büyük tur operatörleri otellerden yerlerini bir yıl önceden aldığı için yabancılarla aynı fiyata alabiliyor. Bankalarla yapılan özel anlaşmalarla 12 ay vadeli, 9 ay vadeli imkânlar da sunuluyor. Onun için bu yıl turizm altın yılını yaşayacak” yorumunu yaptı. Ekonomi Servisi Otomotiv Distribütörleri Derneği (ODD) Genel Koordinatörü Hayri Erce, hem Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) kredi sürelerine getirdiği sınırlama, hem ÖTV ve kur artışları hem de faizdeki yükselişler nedeniyle 2014’ün sektör için çok zor bir yıl haline geldiğini belirtti. AA’ya konuşan Erce “Sektörün başına olumsuzluk adına daha başka ne gelebilirdi? Bunun iç pazardaki olumsuz etkilerini ister istemez yaşayacağız. Sektörde minimum yüzde 20, hatta yüzde 30’a varacak bir daralma konuşuluyor” dedi. Erce, Türkiye’de politik risklerin seçime kadar devam edeceğini belirterek büyümenin yüzde 4’ü bulmasının zor göründüğünü vurguladı. 30 darala üzde cak y v i ot om TIR’lar Kapıkule’de kaldı Ekonomi Servisi Türkiye ve Bulgaristan’ın karşılıklı “dovzola” restleşmesi sonucu Kapıkule ve Kapitan Andreevo Sınır Kapısı’nda yüzlerce TIR kontak kapattı. Bulgaristan’ın uluslararası anlaşmalar gereği vermesi gereken 250 bin dozvoladan (yol geçiş belgesi) sadece 5 binini vermesi üzerine iki ülke arasında kriz çıktı. Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, 30 Ocak’a kadar süre tanıdığı Bulgaristan’ın belgeleri göndermemesi üzerine bu ülke plakalı TIR’ların Türkiye’ye girişini durdurdu. Türkiye’nin kararından sonra Bulgaristan da ellerinde transit geçiş belgesi olmasına rağmen Türk TIR’larının ülkeye girişine izin vermiyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle