06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
15 ARALIK 2014 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] EKONOMİ 11 Asgari ücretlinin ekmeği küçüldü Bir yılda gıdada alım gücünü yüzde 3.31 yitiren emekçi, en büyük kaybı yüzde 10’la yataklı tedavi hizmetlerinde yaşadı u DİSKAR’ın araştırmasına göre mutfağında yangın çıkan asgari ücretli, geçen yıl 100 liralık alışverişini bu yıl 114.6 liraya yapabiliyor. Emekçi, asgari ücretin 1800 lira almasında ısrarcı. Ekonomi Servisi Mutfaktaki alım gücünü bir yılda yüzde 3.31 yitiren asgari ücretlinin ekmeği de iyice küçüldü. Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Enstitüsü DİSKAR’ın TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) Madde Fiyatları, TÜFE ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı verileri üzerinden yaptığı hesaplamaya göre asgari ücret son 1 yılda gıdada alım gücünü yüzde 3.31 kaybetti. Asgari ücretli en büyük kaybı yataklı tedavi hizmetlerinde yaşadı. Araştırmaya göre, alım gücü kasımda bir önceki yılın aynı ayına oranla yüzde 10.7 artan asgari ücretli geçen yıl 100 liraya yaptığı bir alışverişi bugün ancak 114.6 TL’ye yapabiliyor. Buna göre asgari üc retli mutfakta alım gücünü yüzde 3.31 yitirirken, gelirinin bütünü ile geçen yılın aynı dönemine göre 60 ekmek (12 kg) daha az alabiliyor. Pirinçte kayıp da yüzde 21. Asgari ücret, her ne kadar enflasyon sepetinde yer alan pek çok madde karşısında alım gücünü artırmış görünse de başta gıda ürünleri olmak üzere en temel ihtiyaç maddelerinin fiyatlarında yaşanan yükselişler can yakmaya devam etti. Gıdanın enflasyon içerisinde yeterli ağırlığa sahip olmaması, enflasyon verilerinin asgari ücretin yaşadığı yoksulluğu örten bir nitelik göstermesine neden oldu. Hükümet Orta Vadeli Programı’nda 2015’te gıda fiyatlarındaki artışın yüzde 9, genel enflasyonun yüzde 6.3, 2016’da gıda fiyatlarındaki artışın yüzde 8, genel enflasyonun yüzde 5 olacağı tahmin ediliyor. Bu durum enflasyona dayalı ücret artışı halinde mutfaktaki alım gücünün 2 yılda yüzde 5 daha azalacağı anlamına geliyor. “Türkiye’de kişi başına düşen milli gelir 2014 yılı itibarıyla aylık 1800 TL’nin üzerindedir” denilen araştırmada, 4 kişilik hane için işçilerin payına düşenin sadece birini talep etmesinin en tabii hakkı olduğu belirtilerek, “Asgari ücret artış oranı, bu dönem için Cumhurbaşkanlığı bütçesinin artış oranına eşitlenmelidir. Bu rakam yaklaşık net 1800 liradır” ifadeleri yer aldı. Taşkından zarar gören üreticiye destek Ekonomi Servisi Edirne’deki taşkın nedeniyle ekili arazilerini su basan çiftçilerden sigortalı olanların zararının ödeneceği açıklandı. Tarım Sigortaları Havuzu (TARSİM) Yönetim Kurulu Başkanı Ramazan Kadak, bu yıl 65 ilde yaygın şekilde don olayı yaşandığını belirtti. Kadak, “Bir milyona yakın çiftçi don afetinde etkilendi. Aynı şekilde 39 vilayette de 215 bin çiftçinin etkilendiği dolu afetleri yaşadık. Ciddi anlamda kayıplara yol açtı. Özellikle meyvelerde rekolte düşüşlerine neden oldu ve sigortası olanlara ödeme yapıldı” diye konuştu. Petrolde kaybeden işçi oldu Petrol savaşında ilk kaybeden işçiler oldu. Dünyanın ikinci dev petrol şirketi zarar etme korkusuyla 1.000 kişiyi işten çıkartma kararı alırken, Yıldız Türkiye için de benzer bir sinyal verdi. AYŞEGÜL ALTIN ‘Görüşsüz’ Bütçe Görüşmesi! Geçen hafta 2015 yılı bütçesinin TBMM Genel Kurulu’nda görüşülmesine başlandı. Ekonomi ile siyasetin kesiştiği alan olarak bütçe çok önemlidir. Bütçe görüşmelerinin açılış oturumunun ayrı bir önemi var. Açılışta, geleneksel olarak, başbakan ve parti genel başkanları, ülke sorunlarına nasıl baktıklarını ve bunlar karşısında izleyecekleri çözüm politikalarını sergiler. Önümüzde bir de genel seçim olmasına karşın, bütçenin açılış görüşmelerinde sergilenen yalnızca düşünce kısırlığıydı. Konuşmalar, ana sorunlar karşısında duyarsız, tümüyle içeriksiz ve güdüktü; salı günleri yapılan grup konuşmalarının uzatmalı bir tekrarı gibiydi. HHH Muhalefetin, yolsuzluk, kaçak saray, kamuda yakın kayırmacılığına dayalı görevlendirmeler ve yoksulluk konularında hükümete yönelttiği eleştiriler kuşkusuz önemliydi. Ancak görüşmelerde, yüksek işsizlik ve enflasyon oranları; büyüme oranının hükümetin beklentilerinin yarısı düzeyinde kalmasından doğan ekonominin kırılganlığı yeterince irdelenmedi. Seçim güvenliği ve barajı konusu hiç tartışılmadı; çözüm süreci hak ettiği önemde konuşulmadı. HHH Bütçe görüşmelerinde muhalefetin tamamıyla suskun kaldığı çok daha önemli bir konu vardı: AKP’nin kamusal alanı İslamlaştırması. İslamlaştırma çabasının sayısız örneği içinde en önemlilerinden biri, bütçe görüşmelerinin hemen öncesinde Milli Eğitim Bakanlığı Şurası’nda alınan kararlardı. Toplumun geleceğini derinden ilgilendiren o kararlardan bile görüşmelerde hiç söz edilmedi. Şurası çok açıktır ki, gelinen noktada AKP’nin siyasal İslamcılığı nitelik değiştiriyor. Ülke şimdiye kadar siyasette İslamlaşıyordu; şimdilerde bir adım daha atılıyor; süreç, eğitimden başlayarak, hukuk, kültür, kamu yönetimi ve sermaye kesimini, yani, toplumsal yaşamın tamamını kapsıyor. Toplumun Osmanlı’dan başlayan ve Cumhuriyetin daha yukarılara taşındığı bütün çağdaşlaşma kazanımları, düzenli olarak ağır saldırı altına alınıyor. Bu çok önemli konu bütçe görüşmelerinde bile konuşulamıyor! HHH AKP iktidarının izlediği yöntem de sorunludur. Şöyle ki, AKP, her konuda olduğu gibi İslamlaştırma uygulamalarının da kamuoyunda önceden tartışılmasına kesinlikle olanak tanımıyor. Kamuoyu ile paylaşılan hiçbir bilimsel ön hazırlık ve yapılabilirlik çalışması, etkinlik, maliyet, yarar ve zarar çözümlemeleri yapılmadan, kararlar, tam bir olupbitti olarak uygulamaya konuluyor. AKP’nin bu katı tutumu, düşünce özgürlüğünü hiçe sayan niteliğini de gösteriyor. HHH AKP’nin kamusal alanı tamamıyla İslamlaştırma politikası, bütçe görüşmelerinde, artıları, eksileri ve Türkiye’nin 200 yıllık çağdaşlaşma tarihinden verilecek somut örneklerle ele alınmalıydı. Bu politikanın hukuk, eğitim, bilim, kültür ve ekonomide yaratabileceği olası sonuçlar, bu alanlarda insanlığın ulaştığı evrensel ölçülerle tutarlı, ilkeli ve bilimsel olarak değerlendirilmeliydi. HHH Ülkenin geleceği açısından yaşamsal olan bu konudan hiç söz edilmemesi, bütçe görüşmelerinin yalnız görüşsüz özelliğini değil, tarih ve toplum önünde muhalefetin siyasal ve toplumsal sorumluluk anlayışının da, 2015 genel seçimlerine gidilirken bile, ne kadar sığ ve yetersiz kaldığının da somut bir göstergesi oluyor! Petrol fiyatlarındaki düşüş nedeniyle ABD’nin kendi ekonomisine zarar vereceği yorumlarının ardından bir hafta geçmeden dünyanın en büyük ikinci büyük petrol üreticisi Halliburton petrol fiyatlarının düşmesinden dolayı 1.000 kişiyi işten çıkaracağını açıkladı. Şirketin toplam personel sayısı 80 bin. İşten çıkarmalar ise şirketin Afrika, Asya ve Avrupa kıtalarındaki tesislerinde yapılacak. Şirketin Üst Yönetisici Chevalier Mayes işten çıkarmalarla ilgili olarak AFP’ye yaptığı açıklamada, “İşten çıkarma kararı almak hiçbir zaman kolay olmaz. Yetenekli personelimiz şu ana kadar başardığımız her şeyde pay sahibidir” dedi. 2008 yılından itibaren küresel istihdamın yüzde 15’in enerji sektörü kaynaklı olduğu belirtiliyor. Ne kadarının petrolle ilgili olduğu bilinmese de durum küresel işsizlik açısından önem kazanmışa benziyor. Durum Türkiye’de de çok farklı değil. Zira Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız geçen hafta, petrolde yüksek fiyatların tüketiciyi, düşük fiyatların da üreticiyi tehdit ettiğini belirterek, “Anlık da olsa 40 dolarlara düştüğü anda, maliyeti 40 doların üstündeki tüm kuyular durma noktasına gelir” dedi. Maliyeti 40 doların üstündeki kuyuların kapatılması da yüzlerce hatta binlerce emekçinin işini kaybetmesi demek. Geçen hafta iki rapor yayımlandı. Bunlardan biri, Amerika Senatosu İstihbarat Komisyonu’nun açıkladığı, CIA’nın işkenceleriyle ilgili rapordu. İkincisi de internetin gelişmesini izleyen World Wide Web Vakfı tarafından hazırlanmış WEB İndeks 201415 raporuydu. Birincisi malumu ilan ediyordu ama “dünyayı sarstı.” İkincisi, internet kullanımı ilk yayılmaya başladığında büyük bir heyecanla savunulan, “eşitlik, özgürlük getiriyor” iddialarının ne kadar abartılı olduğunu sergileyen “beklenmedik” gelişmelere ilişkindi ama medyada gördüğü ilgi, tek tük yorumcuların köşelerinden öteye geçmedi. İki Rapor: Kontrol, Eşitsizlik, İşkence… yüzlerce işkence fotoğrafı ortaya çıktı, Guantanamo’da tutuklulara uygulananlar da biliniyor. Pentagon onaylı filmlerde de sık sık işkence yapılıyor. Bu rapor bu yüzden en fazla malumu ilan etmiş oluyor. Bu raporu, üzerinde fazla durmadan, geçen ay bir yazımda (10 Kasım 2014) sözünü ettiğim “çifte hükümet” yapısında, “seçilmiş ama aslında iktidarsız vitrin hükümetinin yıpranan meşruiyetini arada sırada güçlendirme gerekir” varsayımı içinde değerlendirmek, ulusal güvenlik kurumlarının bildiklerini okumaya devam etmesini beklemek bence yeter. “politikacılar artık yalan söyleyemeyecek” iddiaları ama sonra radyonun devletlerin ve diktatörlerin propaganda, sermayenin para kazanma aracı haline geldiği çoktan unutulmuştu. “Her teknolojinin, kendisinin üretilmesine olanak veren toplumsal ilişkilerin bir ifadesi olduğu” da... Daha sağlıklı bir yaklaşımla, internetin de her teknoloji gibi “farmakolojik” olabileceği, toplumsal sağlığa “hem iyi gelebileceği hem de zehir etkisi yapabileceği”, bu konuda kararı toplumdaki ekonomik siyasi güçler arasındaki pazarlık ve mücadelenin dinamiklerinin verebileceğini düşünmek gerekirdi. Toplumsal güçler dengesi ise kapitalizmden ve onun devletlerinden yanaydı... Kapitalizme muhalefet uzun bir gericilik döneminde çıkmaya çalışıyordu, örgütsüz, programsızdı; en yeni ve dinamik kesimleri (internetle de ilişkili bilişim sektöründe, simgesel kültürüretim alanında çalışan işçiler) henüz “kendisi için bir bilinç” geliştirmekten uzaktı, geleneksel kesimleri (sanayi işçileri) de yılgın, savunmada, hatta muhafazakâr (dinci, milliyetçi, ırkçı basınçlarla bölünmüştü) bir ruh halindeydi. WEB indeksi 201415 Raporu’nun “web gittikçe daha az eşitlikçi, daha az özgür oluyor, hükümetlerin denetimi ve gözetimi altına daha çok giriyor” olarak özetlediği bulguları, bu durumu çok iyi yansıtıyor. Rapora göre internetten ve “dijital devrimden” en çok, görece daha zengin ve iyi eğitimli insanlar yararlanıyorlar. Bu yalnızca bireyler için değil ülkeler için de geçerli. Zengin ülkelerde internet kullanımı anama’dan Ebu Gariyb’e Amerika Senatosu İstihbarat Komisyonu’nun, dokuz yıl ıkınıp sıkıldıktan sonra hazırlayıp ancak ufak bir kısmını açıklayabildiği rapor, CIA’nın tutuklulara Güçlendirilmiş Sorgulama Tekniklerini (işkence) yaygın biçimde uyguladığını ama bu tekniklerin hiçbir sonuç vermediğini anlatıyordu. CIA başkanı televizyona çıktı, “aslında abartılıyor, tehlike ne kadar büyük bilmiyor musunuz? Bu teknikler sayesinde terörist planları bozduğumuz da olmuştur ama sorgulama teknikleriyle, ulaşılan bilgilerin doğruluğu arasında nedensonuç ilişkisi kurulamaz, ne kadar etkin olup olmadıkları bilinemez” gibisinden kimseyi tatmin etmeyen açıklamalarla kurumu savundu. Artık yapmıyoruz açıklaması üzerine “Bir gün gelen bu tekniklere geri dönebilir misiniz” sorusuna “Buna karar vermek bizim işimiz değil siyasiler bilir” gibi bir cevapla, işkence olasılığını tümüyle yadsımadı CIA ve (genel olarak istihbarat çevreleri) işkence (pardon güçlendirilmiş sorgulama tekniklerini diyecektim) sözcükleri 1970’lerden beri sık sık yan yana geldiler. Panama’daki işkence okulu, buradan mezun olanların, Latin Amerika’dan Tayland’a cuntalara verdiği hizmetler üzerine çok yaygın bir literatür zaten vardı. Irak’ın işgalinden sonra P nternet ve düş kırıklığı WEB indeksi 201415 Raporu bence CIA işkence raporundan çok daha önemli. Bu rapor internet ortaya çıktığından bu yana dijital teknolojiye atfedilen “eşitlik, özgürlük” getirme beklentilerinin sınırlarını, düş kırıklığı yaratacak düzeyde ortaya koyuyor. Raporun ayrıntılarına geçmeden, bu beklentileri kısaca şöyle özetleyebiliriz: İnternet yeni ve toprağa bağlı olmayan (deterritorialized) bir “sanal uzay” yaratıyordu. Burası herkesin bilgi alışverişine açık, dahası hükümetler tarafından denetlenmesi olanaksız bir özgürlükler alanıydı. Dünyanın hemen her yerinden insanlar, kültürler etkileşim içinde kaynaşacak, birbirlerini anlamaları kolaylaşacak, giderek daha bütünleşmiş, özgür, eşitlikçi demokratik bir dünya inşa edilebilecekti. Radyo ilk ortaya çıktığında da benzer bir iyimserliğin yayıldığını İ son 10 yılda yüzde 45’ten yüzde 78’e yükselirken yoksul ülkelerde hâlâ yüzde 10’un altında kalmış. Yoksul ülkelerde internete bağlanma maliyeti zengin ülkelerden 80 kez daha yüksek. İşgal ve isyan hareketlerinin, hackers saldırılarının gösterdiği gibi internet çok güçlü bir silah ve hükümetler bunun kendilerini eleştirenler tarafından kullanılmasından hoşnut değiller, interneti gittikçe artan oranlarda denetim altına alıyorlar. Rapora göre, kullanıcıların ifade özgürlüklerini, özel yaşam haklarını koruyan yasalardan yoksun ülkelerin oranı, toplam içinde on yılda yüzde 63’ten yüzde 83’e yükselmiş. Freedom House’un yayımladığı bir başka raporda da ülkeler internet kullanma özgürlüklerini kaybetme hızına göre sınıflandırılmışlar. İnternet özgürlüklerinin en hızlı gerilediği, kişi özelinin ortadan kalktığı ülkeler listesinin başında Rusya ve Türkiye geliyor. Siyasi iktidarın muhalefetin interneti kullanmaya başlamasına ilk tepkisi, yasaklamayı denemek oluyor. Ancak hükümetler bu yönde kaygılanırken internetin “sanal uzayın” alanları, adeta emperyalizme açılan yeni toprakların sömürgeleştirilmesine benzer biçimde özel şirketler tarafından ticaret amaçlı olarak “çevreleniyor”, giriş çıkış serbestisi kaldırılıyor, erişim ücret ödemeye bağlanıyor. Bu koşullarda internet yasaklamanın ekonomik maliyeti bir yandan, interneti veri madenciliği yapmak, trafiği izleyebilme olanakları öbür yandan, hükümetleri, doğrudan yasaklamak yerine, interneti muhalefeti izlemek, halk üzerinde yaygın bir denetim, istihbarat toplama ağı oluşturmakta kullanmaya doğru itiyor. Rapor, “halkın konuşma ve ifade alanının gittikçe daha fazla güçlü devlet aktörleri ve ekonomik seçkinler tarafından belirlendiğini vurguluyor.” Rapora göre en az 1.8 milyar kullanıcı, sansür ve izleme teknikleri yüzünden ifade özgürlüklerini, özel yaşamı mahremiyetini kaybetmiş durumda. 500 bin öğrenci tasarruf öğrenecek Doğuş Grubu’nun kurucu destekçisi olduğu, Milli Eğitim Bakanlığı, Para Durumu, Finansal Okuryazarlık ve Erişim Derneği’nin (FODER) katkılarıyla yürütülen “3 Kumbara Finansal Okuryazarlık Eğitimi Programı”, 2012’den bu yana Türkiye genelinde 22 ilde 112 binin üzerinde öğrenciye ulaştı. Aile bütçesinde önemli bir yere sahip olan çocuklara tasarruf kavramını ve önemini anlatmak, onları tasarrufa yönlendirmek amacıyla başlatılan programın 2017’de tamamlanması ve toplamda 500 bin çocuğa eğitim verilmesi hedefleniyor. DenizBank Özel Bankacılık’a ödül DenizBank’ın kişiye özel çok yönlü hizmetler sunduğu Özel Bankacılık hizmeti, 10. yılında finans dünyasının uluslararası saygın yayınlarından Global Banking and Finance Review tarafından verilen 2014 yılı ödülleri kapsamında “Türkiye’nin en iyi Özel Bankacılık” ödülüne layık görüldü. Londra’da düzenlenen törende ödülü DenizBank Özel Bankacılık Genel Müdür Yardımcısı C. Cem Önenç aldı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle