05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
16 KASIM 2014 PAZAR CUMHURİYET SAYFA HABERLER 100. Yılında 1. Dünya Savaşı sempozyumu’nda konuştular 9 İnen ve Çıkan “Yeni Türkiye”ye değil ama yeni bir döneme girdiğimizin çarpıcı belirtileri o tuhaf demagojik örtüyü etkisizleştiriyor. İçeride ve dışarıda birbirini geçmişe göre çok daha fazla belirleyen politik alanlar biraz karışık, biraz kaotik görünseler de ısınan değil, kaynayan bir döneme işaret ediyor. Evet kaynıyoruz. 12 yıldır amaçlarına adım adım planlanmış bir politika ile ilerlemiş olan AKP artık zirvededir. Ama her zirvede olduğu gibi oraya dikilen bayrak, aynı zamanda dönüş yoluna da işaret ediyor. İniş başlamıştır. HHH Bu inişin çıkıştaki düzenliliği gösteremeyeceği, hem içeride hem dışarıda birikmiş, biriktirilmiş sorunların ağırlığı ile sıkıntılarla dolu olduğu da görülüyor. Sıradan gidelim. Önce içeriye bakmak her zaman daha doğru olur. Gittikçe yükselen toplumsal muhalefet, iktidar partisine büyük tehlikeyi haber veriyor. Gezi’den çok önce başlayan, onunla nitelik değiştiren, daha sonra yaygınlaşan bu sivil muhalefet, iktidar açısından can sıkıcıdır. Deyim yerindeyse ilacı yoktur. Bu muhalefet, “sandıkta şu kadar oy aldık, milli irade bizimle” demagojileriyle karşılaştırılabilir bir olgu değildir. HHH Karşılaştırılamaz, çünkü pasif ve manipüle edilebilir sandığa göre aktif ve reeldir. Üstelik iktidarın hep kendinden yana olacağını varsaydığı sandığı, pasif desteği hızla etkileyebilme potansiyeline ve gücüne sahiptir. Eksiği, henüz siyasallaşamamış, itirazlarını olumsuzdan olumluya çevirme yeteneğine henüz kavuşamamış olmasıdır. Ama Türkiye’nin bugün karşı karşıya olduğu sorunlar yumağı ona bu olanağı hızla sağlayabilir; toplumsal muhalefet, çözümün kendisinde olduğunu hatırlatacak devrimci bir yükselişin sahipliğini üstlenecek siyasal niteliğe kavuşabilir. Bu iddia şimdilik ortada bu türden daha net işaretler görünmediği için hayal gibi gelebilir bize. Hayal değildir; siyasal sıkışma bu çözümü dayatıyor ve tarih bu türden sıkışma anlarının olumlu olumsuz hikâyeleriyle doludur. HHH Olumlu ve olumsuz; kuşkusuz öyledir. Toplumsal muhalefet siyasallaşmayı beceremez ise, iç ve dış sorunların altında bunalmış ve kendisi için tek çıkış yolunun baskıyı artırmak olduğunu “isabetle” kavramış olan iktidarın ağır zorbalığı ile karşılaşacaktır. Bunun hazırlıklarının hızla tamamlandığını görüyoruz. Siyaset sahnesinde rol alan muhalefetin bu durumun farkında olduğuna dair işaretler ne yazık ki pek azdır. Bunu söylememizin nedeni, farkındalığın aynı ölçüde eylemli karşı koymayla birleşememiş olmasıdır. Yoksa kuşkusuz bu gidişi parlamentodaki sosyal demokrat muhalefet de görüyor. Kaygı, seyretmekle ya da sistemin, rejim değişikliğine karşı kendini koruma refleksine güvenmekle muhalefet yapılamayacağının anlaşılmamış olmasından kaynaklanıyor. HHH İçeride iktidar partisini zorlayan, inişe geçişi hızlandıran bu gelişmeleri dışarıdaki kaotik ve emperyal güçlerin de yönetemediği gelişmeler tamamlıyor. İlkel, aydınlanmaya düşman politikalar, esneklikten yoksun, içeride hamasete, dışarıda boyun eğmeye dayalı çaresizlik, iktidarın bu alanda da ne yapacağını bilemez bir şekilde sağa sola savrulduğunu gösteriyor. Duyduğu “ABD Esad’ı devirmeye karar verdi” gibi bir “habere” inanarak demeç patlatan, doğru olmadığı bin kere kanıtlanmış politikasının doğrulandığı zehabına kapılan, “haberin” bir saat geçmeden yalanlanacağını bile hesaba katamayan siyasi liderin, karmaşık dış politika kulvarının acemisi olduğu besbellidir. Bu türden acemiliklerin zirveden inişin hızını artırdığını söylemeye gerek var mı? HHH İniştedirler. Bizi ilgilendiren ise yaygınlaşan toplumsal muhalefetin bu inişe paralel bir çıkışı gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceği, siyasallaşmayı becerip beceremeyeceğidir. İniş ve çıkıştaki karşılaşma Türkiye’nin demokratikleşme ile baskı rejimi arasındaki seçimini de belirleyecektir. Ünlü torunlar CANAN COŞKUN dedelerini anlattı Osmanlı İmparatorluğu’nu 1. Dünya Savaşı’na Almanya safında sokmakla sorumlu tutulan İttihat ve Terakki Fırkası hükümetinin lideri Enver Paşa’nın torunu Osman Mayatepek, dedesinin cepheden cepheye koşan, oğlu Ali’nin dahi sadece doğum haberini alabilen biri olduğunu belirterek “Enver Paşa’nın elbette hataları vardır. Alman hayranlığını falan artık bırakıp hakiki belgelerden anlama zamanı gelmiştir” dedi. Sempozyumda dedesiyle ilgili anıları en çok merak edilen torun Osman Mayatepek, dedesi Enver Paşa’nın yanlış, az veya hiç tanınmayan biri olduğunu söyledi. Mayatepek “Genç yaşta Harbiye Nazırı, Genelkurmay Başkanı, Başkumandan vekili ve bugün de öğrendiğim kadarıyla çiftçidir. Daha önce bilmiyordum” dedi. “Enver Paşa’nın 1. Dünya Savaşı’na girme sebebi olarak Alman hayranlığını yazmaya bayılan çok sayıda tarihçi vardır” diyerek tepki gösteren Mayatepek, “Osmanlı tek başına kalamaz. Enver Paşa bunu anlamıştır. Enver Paşa ve İttihat Terakki muhtemelen biliyordur ki bu harpten galip gelme ihtimalimiz yüksek olmasa bile neyi kurtarabilirsek kârdır” dedi. Mayatepek “Enver Paşa’nın Harbiye Nazırı olmasını Naciye Sultan ile evlemesine bağlamayı seven çok tarihçi vardır. Enver Paşa Naciye Sultan ile evlenmesinden 3 ay önce nazır oluyor. Enver Paşa Mustafa Kemal ilişkisinde rekabetten bahsetmeyi de seviyor tarihçiler. Bugün Genelkurmay Başkanı’nın bilmem ne tabur komutanını kıskanması mümkün ise o zaman da bu AK Saray’ın Odalarında Senaristler mi Çalışıyor? “Hayvanlar Çiftliği”ni bilirsiniz. George Orwell’in hiciv romanı, Stalinizmi eleştiriyor gibi görünse de aslında tüm totaliter rejimlerle dalga geçer. Mesela romanda köpeklerden bir polis gücü kuran “Napolyon” adlı bir domuz vardır ki aslında tüm diktatörlere uyar. “Bay Frederick”, Hitler’i çağrıştırır, ama “Bay Pilkington”da Churchill’den, Roosevelt’ten de izler vardır. Yani Orwell, komünizmle kapitalizmi, aynı çiftliğin kokuşmuş ideolojileri olarak eleştirir. “Totaliterlikte birbirlerinden farkları yok” demeye getirir. Fakat romandan çekilen çizgi film öyle değildir. Çizgi filmde “Bay Pilkington” karakteri geri çekilmiş, “çiftlik”in bütün pisliği “Napolyon”la, “Frederick”in üstüne yıkılmıştır. HHH Filmin neden kitaptan farklı olduğunu nice sonra öğrendim. Orwell 1950’de ölünce, “Kültürel Özgürlük Kongresi”, eşi Sonia’ya başvurmuş. Romanın film haklarını istemişler; tabii karakterlere müdahale hakkıyla birlikte… Sonia, “Bir şartla imzalarım” demiş: “Beni Clark Gable ile tanıştırırsanız.” Meğer yakışıklı aktöre pek hayranmış. Bu istek derhal karşılanmış, Sonia imzayı atmış ve Orwell’in romanı, bir “antikomünist propaganda filmi”ne dönüştürülüp dünyaya dağıtılmış. HHH “Kültürel Özgürlük Kongresi”, soğuk savaş döneminde kurulan bir CIA örgütlenmesi… “Sanat ve Edebiyat Dünyasında CIA Parmağı” (Orijinal adı: “Kültürel Soğuk Savaş”, Frances S. Saunders, Kırmızı Y. 2009) kitabında, Kongre’nin 1950’lerde nasıl kurulup paraya boğulduğu ve o parayla nasıl bir ideolojik savaşa soyunduğu belgelerle anlatılıyor. 35 ülkede bürosu olan Kongre’nin işi, “dünyayı komünizm hastalığına karşı aşılamak” diye tarif ediliyordu. CIA, filmleri, dizileri, sergileri, tarihçileri finanse ederek psikolojik savaş sürdürüyor ve kitleleri “Amerikan Çağı”na hazırlıyordu. Roman yazdırarak, film çektirerek kitleleri komünizmin kötü, kapitalizmin iyi olduğuna inandırıyordu. Çalışanların çoğu, Marksizme inancını kaybetmiş eski solcular ve kiralık aydınlardı. HHH 1940’lar Almanya’sının “Halkı Bilinçlendirme ve Propaganda Bakanı” Goebbels’in misyonu da aynıydı: Kitleleri yalana inandırmak… Goebbels, savaş öncesi çektirdiği filmlerde, saf Alman soylularını kandıran ve yönetimin üst katlarına tırmanan “kurnaz Yahudi”leri hedef gösteriyor, soykırımın altyapısını hazırlıyordu. Propaganda sineması, kitlelerin katliamlara göz yummasında ve Führer’in otoritesine ikna edilmesinde büyük rol oynadı. HHH Geçen hafta 1000 odalı KaçAK Saray’a 250 yeni oda ekleneceğini öğrenince, oraya illegal bir “Halkı Bilinçlendirme Bakanlığı”nın yerleştiğini, odalarda “Marksizme inancını yitirmiş” senaristlerin ve oyuncuların çalıştığını düşündüm ilkin... Halkın haber değil, dizi izlediğini fark eden yerli Goebbels’ler, popüler kültürün kitlelerin manipülasyonundaki gücünü kullanmaya karar vermiş görünüyor. Haber kuşakları gözden düştüğünden beridir, halka olup bitenler, dizi ve filmler aracılığıyla anlatılıyor. Kobani’de çatışma mı çıktı; haberin anlatamadığını, iki hafta sonra Star TV’de “Reaksiyon” anlatıyor; “Paralel yapı”nın nasıl İsraille el ele provokatörlük yaptığını, nasıl yönetimin üst katlarına tırmandığını gösteriyor. Hükümet, hırsızlık sicilinden köşeye mi sıkıştı; ATV’de bir hırsız, imam kılığına sokularak, dikkat başka yöne çekiliyor. Amerika’ya mesaj mı verilecek; Dışişleri yerine Polat Alemdar konuşturuluyor. HHH Manipülasyon dizileri, sadece izleyicinin olup biteni hükümet gözlüğüyle değerlendirmesini sağlamakla kalmıyor, bundan sonra olacaklara da bilinçaltında hazırlık yapıyor. Bu “araştırmacı dizicilik” sayesinde, mesela hırsızlık dosyaları kapatılırken hırsızlığı ortaya çıkaranlara operasyon başlatılacağını (“Fuat Avni”den önce) diziden öğreniyoruz. Nasıl büyük bir komployla karşı karşıya olduğumuzu filan anlıyoruz, hırsızlara üzülüyor, acıyoruz. İzlediğimiz şey, domuzları ayıklanmış bir Hayvanlar Çiftliği… Seyirci yer mi; yer. Hadi iyi seyirler! G Çiftçi olduğunu öğrendim azetemiz yazarı ve CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay’ın organize ettiği “100. Yılında 1. Dünya Savaşı” sempozyumunun 2’nci gününde İsmet İnönü’nün torunu ve Şişli Belediye Başkanı Hayri İnönü, Kâzım Karabekir’in torunu Pınar Feyzioğlu Akkoyunlu, Fevzi Çakmak’ın torunu Fevzi Çakmak ve Enver Paşa’nın torunu Osman Mayatepek dedeleriyle ilgili anılarını, duygu ve düşüncelerini anlattı. Tarihçiyazar Ayşe Hür ve Prof. Dr. Murat Belge de birer sunum yaptı. için devamlı onun yanında olmuş. Her türlü eğitim ve bilgisini ondan almıştır. 2 yaşımdayken mareşal hayatını kaybetti” dedi. Torun Çakmak, dedesinin Balkan Savaşı’ndan itibaren üstünde durduğu konu birlik ve ordunun siyasetten uzak kalması olduğuna dikkat çekerek, “Türkiye Cumhuriyeti’nde ordu siyasete zaman zaman karışmıştır 1950’lerden bu yana. Fakat bugün durum nedir hiç düşünüyor muyuz? Bugün ordu siyasete karışıyor mu? Siyaset orduya karışıyor mu bunu düşünmeliyiz” dedi. Tarihçilere sitem mümkündür. Enver Paşa Mustafa Kemal Paşa’nın askeri kabiliyetini son derece seviyor ve takdir ediyordur” dedi. Mayatepek, efsanelere son verilip tarihin hakikatlerle okunması gerektiğine vurgu yaparak Enver Paşa hakkında bir kitap yazmayı planladığını söyledi. Mayatepek, Enver Paşa’nın aile hayatının olmadığını aktararak “Cepheden cepheye koşmuştur. Hatta Naciye Sultan demiştir ki, ‘Ne mutlu kadınım ki ben vatanından sonra sevdiği 2. yaratılanım’. Enver Paşa’nın 3 çocuğu vardır. Mahpeyker, annem Türkan ve oğlu Ali. Oğlu Ali’yi hiç görmemiştir. Sadece doğduğu haberini almıştır” dedi. rdu siyasetten uzak kalmalı’ Mareşal Fevzi Çakmak’ın torunu Fevzi Çakmak da kendisinin Fevzi Çakmak’ın kardeşinin torunu olduğunu anlatarak “Benim dedem Çanakkale Savaşı’nda şehit düştüğünde babam 6 aylıkmış. Mareşalin de oğlu olmadığı, babam çocukluğundan bu yana, asker kökenli olduğu ‘O İsmet İnönü’nün torunu Hayri İnönü de “Almanlarla beraber savaşa girmenin yanlış olduğu ve baştan kaybetmek anlamını taşıdığını biliyordu ama yine de cepheden cepheye koştu. Kurtuluş Savaşı’na Mustafa Kemal kendisini çağırdı anında ceketini alıp çıktı. Giderken çok sevdiği karısını geride bıraktı. Bütün gelişmiş ülkeler Türkiye’yi 2 Dünya Savaşı’na sokmak için uğraşırken ülkesini savaşa sokmadı” dedi. Kazım Karabekir’in torunu Pınar Feyzioğlu Akkoyunlu ise dedesini hiç görmediğini anlatarak “Görmemiş olmak tanımamak anlamına gelmiyor. Yetişirken evin içinde bir Karabekir ilkesini somut bir şekilde hissederdik. Özellikle eğitim konusunda” diye konuştu. Ceketini alıp çıktı albay: Sempozyum kitap olacak Törenin kapanış konuşmasını yapan Balbay da, sempozyumu bir başlangıç olarak değerlendirdiklerini kaydederek “Bu projenin kooridnasyonunu üstlenmekten çok mutluyum. Kendimi doğmuş ve doğacak hissediyorum. Bu sempozyumu bir kitap haline getireceğiz” dedi. B 503. buluşma l İstanbul Haber Servisi Gözaltında kaybedilen ya da faili meçhul cinayetlere kurban giden yakınlarının faillerinin yargılanmasını isteyen Cumartesi Anneleri, Galatasaray Meydanı’nda 503. kez buluştu. Ellerinde kırmızı karanfiller ile yakınlarının fotoğraflarını taşıyan Cumartesi Anneleri, 77 yıl önce idam edilen Seyit Rıza ve arkadaşlarının akıbetlerinin açıklanmasını ve naaşlarının ailelerine teslim edilmesini istedi. Basın açıklaması yapan gözaltında kaybedilen Hasan Ocak’ın kardeşi Maside Ocak 503 haftadır, “kendilerini mezarsızlığa mahkum eden politikalarla hesaplaşmak için mücadele ettiklerini” söyledi. Ocak devlet yetkililerine söyleyerek “Dersim demek; Seyit Rıza demektir. Seyit Rıza ve arkadaşları mezarsızken, Dersim’in hakikâti devletin arşivlerinde hapsedilmişken yalnızca Dersim’de yaşananların katliam olduğunu kabul etmek yetmez” diye konuştu. (Fotoğraf: SERKAN YILDIZ) ABF’DEN TEPKİ ‘Alevilik AKP’nin can simidi olamaz’ AMASYA (Cumhuriyet) Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF) yayımladığı yazılı açıklamayla, hükümetin Alevilere yönelik açıklamalarını ve yeni Alevi açılımı planını eleştirdi. Alevilerin taleplerinin belli olduğu ancak hükümetin bu konuda adım atmadığı vurgulanarak “Çıkmaza sürükledikleri Türkiye’nin yönetilemediği gerçeğini örtmek için gündeme getirdikleri Alevilik sorunu, AKP’nin can simidi olamaz. Bu hükümet, Aleviliğe dair çözüm üretme konusunda inandırıcılığını yitirmiştir” denildi. Açıklamada, “AKP hükümeti, son günlerde yeniden Aleviliği diline dolamaya başlamıştır. Başbakanın, Aleviliğe ilişkin bu çıkışının çözüm üretmek amaçlı olmadığını; AKP’nin Türkiye’nin meseleleri konusunda sıkıştığını göstermektedir” ifadeleri kullanıldı. Fotoğraf: METE KIZIK Vardiya’dan doğa çığlığı! n İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) Vardiya Bizde Platformu tarafından düzenlenen geleneksel “Sessiz Çığlık” eylemlerinin 111.’si, dün Konak Alanı’nda gerçekleştirildi. Eylemde, asker ve sivil 9 vatanseverin hâlâ cezaevinde bulunmasının ağır bir insan hakkı ihlali olduğu vurgulandı. Etkinlikte konuşan eski Bornova Belediye Başkanı Prof. Dr. Kamil Okyay Sındır, AKP iktidarı döneminde doğanın talanına yönelik uygulamaların arttığını söyledi. l Haber Merkezi Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun 23 Kasım’da Tunceli’ye yapacağı ziyarette açıklaması beklenen “Alevi açılımı” ilgili pakette Seyit Rıza’nın mezarının yerinin aranması, Tunceli adının Dersim olarak değiştirilmesi gibi hedefler olduğu öne sürüldü. ANKA’nın haberine göre pakette, Seyit Rıza’nın mezarının yurtdışında olma ihtimali de değerlendiriliyor. Bulunması halinde Türkiye’ye getirilecek. Paketteki hedefler arasında, Madımak Müzesi’nin yeniden organize edilerek özel eşyaların da sergileneceği bir müze haline getirilmesi de yer alıyor. Cemevlerinin kültür merkezi olarak Kültür Bakanlığı bünyesinde olması da paketin hedefleri arasında. Dersim olaylarının araştırılması için bir Meclis Araştırma Komisyonu’nun kurulmasını planlayan hükümet, atacağı adımlar konusunda Cemevleri ve derneklerle toplantılar düzenleyecek. Seyit Rıza aranacak İdam edildiği yerde anıldı l Yurt Haberleri Servisi Dersim isyanına önderlik ettiği gerekçesiyle 6 arkadaşıyla 1937’de idam edilen Seyit Rıza, etkinliklerle anıldı. Seyit Rıza’nın idam edildiği Elazığ Buğday Meydanı’ndaki etkinlikte konuşan torununun oğlu Rüstem Polat, devletin Dersim ile yüzleşmesini ve dedesinin mezar yerinin açıklanmasını istedi. Polat, “77 senedir bu insanların hâlâ mezar yerleri belli değil. Bizim istediğimiz kefensiz yatan kemiklerini götürüp Dersim’in kutsal topraklarına gömelim, bir lokma dağıtalım, bir Kuran okuyalım” dedi. Elazığ HDP ve DBP il yöneticileri, Dersim Kolektifi, Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu, Elazığ Munzur Kültür Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği Girişimi, Ovacık Munzur Çevre Derneği, Zaza Platformu ve Tunceli’deki bazı ilçe belediye başkanlarının da bulunduğu yaklaşık 100 kişilik grup, Seyit Rıza’nın asıldığı Buğday Meydanı’na kadar yürüdü. Meydana yaktıkları mumları bırakan grup dua ettikten sonra lokma dağıttı. (Fotoğraf: DHA) Korsakoff hastası Çitikbel için toplanıldı İstanbul Haber Servisi İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi, F tipi cezaevlerindeki hasta tutukluların durumuna dikkat çekmek için 139’uncu kez Galatasaray Meydanı’nda buluştu. Bu haftaki eylemde 21 yıldır cezaevinde bulunan Wernicke Korsakoff hastası Recep Çitikbel’in serbest bırakılması istendi. Eylemde açıklama yapan Çitikbel’in kardeşi Türkan Çitikbel ve oğlu Murat Çitikbel, Recep Çitikbel’in cezaevinde tek başına yaşamını sürdüremediğini söyledi. Grup adına açıklamayı okuyan İHD Cezaevi Komisyonu üyesi Aylin Hacaloğlu da Çitikbel’in, cezaevine girdiği ilk yıllarda gördüğü işkenceler nedeniyle kafatasının sağ tarafının çöktüğünü belirtti.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle