03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 12 KASIM 2014 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Susturulan Bilim Kamuoyu ‘Ağaç İçin Balad’ A Nedendir bu yeşile, çevreye karşı kin, girişilen kıyım? Niçin kendilerini muhafazakâr olarak tanımlayan, din duygularını durmadan okşayan iktidar sahiplerinin bu yeşil yağması? Nedendir yağmur duasına çıkan politikacıların inadına tabiatı tahrip etmeleri? Nedir şu doyumsuz kazanç hırsı? “Orman, su varsa hayat var” diye reklamları işgal etmiyor muydu bir bakanlık? “Kıyamet koparsa dahi elinizdeki fidanı dikiniz” değil miydi kutsal emir? Akademik camianın susturulmasında son yıllarda yaşananlar en büyük etkendir. Anayasa Mahkemesi Başkanı “Gazeteciler direnmeli”, Yargıtay Başkanı hâkim ve savcılara “Başınızı dik tutun” demesinden sonra dönemin YÖK Başkanı’nın da “21. yüzyıl Türkiyesi’nde akademisyenlerin doğru bildiklerini kamuoyu ile paylaşması gerekiyor” demesi artık sözün bittiği nokta anlamına gelir. Prof. Dr. OSman inCi Jazeera’ye yaptığı açıklamada, “Susturulmuş bir akademik camia var… Türkiye meseleleri konusunda akademisyenler laf etmiyor” demiş ve nedenlerini sıralarken son 12 yıla hiç atıfta bulunmamış. Oysa bu yıllar unutulamaz. 7 Prof. Dr. Salih Özbaran tüne sürenleri, köklerini kazıyan yerli ortakları? Hiç öngörmezler mi çocuklarının, torunlarının karşılaşabilecekleri felaketleri, korkunç zararları? Nutkum tutulmuş vaziyette! Ne diyeceğimi bilemiyorum. Bilginlerin ne denli uyarılarda bulunduklarını yinelemeyeceğim. Bir şiir, Cevat Çapan’ın Lyudmila İsaeva’dan 25 Temmuz 2013 tarihinde Cumhuriyet Kitap’ta yansıttığı “Ağaç İçin Balad” dizelerini sıralayacağım yalnızca: “Ben bir ağaç tanıyorum, tanyeri kızıllığında, kendi kendini büyüten büyük yalnızlığında. Kuşlara seviniyor ve şafağın söküşüne ben nasıl seviniyorsam, Tanrı’nın her gününe. Geçen ömrü kesinlikle takmadığı besbelli ben nasıl umursamazsam cennetle cehennemi. … Ey ağaç, Sen bilmezsin ki o uzak dalgınlığında, biz ikimiz tutsağıyız aynı gücün aslında – acımasız yazgımızca her an izlenmekteyiz yani birbirine ait benzeş varlıklarız biz. Ömür mumum yavaş yavaş sönmekte seziyorum Bu demek ki bitmek üzere tansıksı güzel oyun; Bu demek ki beklenmedik en katil bir şafakta Seni de boğazlayacak görülmeyen bir balta… Her şeyim susacak benim. Dilim de dolaşacak. Senin yeşil kanın akıp benimkine koşacak Ve sen yükleyip ruhumu en süratli teknene Geçirip götüreceksin zaman ötelerine… Ve bir daha ne kuş sesi ne de doğuşu ay’ın… Bir daha başka bir dünya sen hem tabut, hem de haçBenim son sığınağım, kader dostum ey ağaç, Neredesin senin için önceden ağlayayım.” Kasım 2014 günü televizyon ekranlarında doğa tahribatına ilişkin haberleri izlerken ertesi gün sorumlu gazeteciliğin sayfalarına yansıyan görüntülere bakarken, kasabamın Çaldağı hiç çıkmadı aklımdan. Soma’nın Yırca’sında zeytinine tırpan vurulan köylü kadının feryadını izlerken muhtarın ağaç kıyımı karşısında çaresizgözü yaşlı duruşuna bakarken yüreğim parçalandı. Validebağ’da bir doğa parçasını korumak isteyen dirençli doğaseverleri seyrederken onlara karşı zırhlar içinde ve acımasızca girişilen kaba kuvvetlere tanık olurken beynim uyuştu. Tarihçiliğim beni yüzyılların kemirdiği tabiatı düşündürdü. Bir arpa boyu gelişemedik mi biz insan haklarını, doğa güzelliğini yüceltmede? 56 bin zeytin ağacının insafsızlarca harekete geçirilen makinelerle köklenip sürüklenirken kesilen ağaç (başta çam) sayısı 300.000’e dayandığı belirtilen memleketim Turgutlu’nun Çaldağı’ndaki doğa ve tarih kıyımını yeniden ve yeniden gözümün önüne getirdi. Nedendir bu yeşile, çevreye karşı kin, girişilen kıyım? Niçin kendilerini muhafazakâr olarak tanımlayan, din duygularını durmadan okşayan iktidar sahiplerinin bu yeşil yağması? Nedendir yağmur duasına çıkan politikacıların inadına tabiatı tahrip etmeleri? Nedir şu doyumsuz kazanç hırsı? “Orman, su varsa hayat var” diye reklamları işgal etmiyor muydu bir bakanlık? “Kıyamet koparsa dahi elinizdeki fidanı dikiniz” değil miydi kutsal emir? “Ormanlarımızdan bir ağaç kesenin kellesini keserim” diye rivayet edilen ferman Fatih Sultan Mehmed’e ait değil miydi? Kızılderili Geronimo’nun “Son ceylan vurulduğunda/ Son kuş öldürüldüğünde/ Son ırmak kuruduğunda/ Son ağaç kesildiğinde/ Paranız ne işe yarar?” sözlerini yinelemiyor muydu dönemin Başbakanı? Bu kadar kör eder mi insanı emperyalizm, insafsız kapitalizm? Hiç düşünmezler mi kendilerini yetkili sanıp, iş makinelerini zeytin ağacının, çamın üs kademik özgürlük ve özerklik üniversitelerin olmazsa olmazıdır. Bilim insanlarının en önemli görevlerinden birisi de toplumsal olaylar ve gelişmeler hakkında da görüş bildirmeleridir. Yaptıkları çalışmaları yayın yoluyla toplumla paylaşmak, toplumu aydınlatmak ve bilgi toplumunun oluşmasına katkı sağlamak görevleridir. Bizim gibi ülkelerde akademisyenlerin esas görevi bu olmak durumundadır. Bir ülkede akademik suskunluk baskının en önemli kanıtıdır. Akademik özgürlük akademisyenin araştırma yapma ve sonuçlarını yayımlama serbestliği ve en önemlisi de düşüncelerinden dolayı kurumundan baskı görmemesidir. Doğru olmadığı bilimsel olarak kanıtlanmış tutum ve düşüncelere karşı görüş bildirirken işini ve özgürlüğünü kaybetmeme tehlikesi taşımaması, suçlanma ve cezalandırma algısı yaşamamasıdır. niversiteler medreseleşti Akademik camianın susturulduğu saptamasına katılmamak mümkün değil. Sayın Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya 3 yıldır Başkanlık görevini yürütmekteydi. YÖK Yasası ve devam eden yılları sorgularken son 12 yılda olanları nasıl unuturuz? Üniversiteler medreseleşti, üniversite yerleşkeleri belirli siyasi görüşlerin denetiminde, cami yaptırma birincil görev oldu. Bilimsel araştırma fonları adamına göre dağıtılmakta, yurtdışı eğitime gidenlerde de belirli ayrıcalık yaşanmakta. Bir rektör bir tabela ile yüzlerce üniversite açıldı, öğrenci çok akademisyen yok. Nerede ise yoldan geçenler derslere girmekte. Üniversite giriş sınavındaki skandalları ile ÖSYM nasıl unutulur, Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) çıkarılan bir kanun hükmünde kararname ile özerkliğini kaybetti ve bir bakanlığa bağlandı, dünya ve İslam ülkeleri Bilim Akademileri yayımladıkları bildirilerle yapılanı “Türk usulü darbe” olarak tanımladılar. TÜBİTAK’ta neler yaşandı, tam 8 yıl uğraşıldı ve ele geçirildi. Yargı kararları Başbakanlık’ça uygulanmadı, başbakan manevi tazminata mahkum oldu. Tüm bu süreçler yaşanırken YÖK, Üniversitelerarası Kurul, Rektörler Komitesi ve üniversite senatolarının hiçbirisi bu kurumlara sahip çıkmadı. ÖSYM ve TÜBİTAK başkanlarına yapılanlar belleğimizdedir. Ü Akademik unvan dağıtılmasının suyu çıktı, “hülle profesörler” ortalığı doldurdu. Bu yılın başında bir Kardiyoloji Doçenti Yalova Üniversitesi’nde “Sosyal Hizmetler Profesörü” oldu. Bu üniversitenin rektörü o makamda hâlâ nasıl oturuyor? Bu hukuk ve etik dışılığa kim ne yaptı? Birçok rektör tiran gibi tutum ve davranışlar sergilemekte. Son yıllarda Rektörler Komitesi ve Üniversiteler Arası Kurul’dan hiç ses çıkmıyor. Bir önceki YÖK Başkanı 2008’de “ÜAK, kanunla belirlenen konular dışında görüş belirtemez” dedi ve “ben onların sicil amiriyim” diye de ekledi. Bunca yasa değişikliği, aynı yasanın defalarca değiştirilmesi, temel hak ve özgürlüklerin kısıtlandığı süreçlerde ülkeye hukuk insanı yetiştiren 135 yıllık İstanbul ve Atatürk tarafından kurulan 90 yıllık Ankara hukuk fakülteleri neredeler? Geçen 2012 yılında yapılan bazı üniversitelerdeki rektörlük seçimleri öncesi YÖK Başkan Yardımcısı, üniversitelerdeki bazı adayları Ankara’ya çağırıp odasında uzlaştırma, aynı siyasi görüşteki adayları tek adaya indirme toplantısı yaptı. Seçimlerde birinci olan adaylar YÖK Genel Kurulu’nda Cumhurbaşkanı’na sunulacak listeye dahi konulmuyor ise kim neyi konuşsun? Eski YÖK Başkanı ve rektörler sabah saat 05.00’te gözaltına alınıyor ve yıllarca tutuklu kalıyorsa, buna yükseköğretim kurumları seyirci kalıyorsa kim konuşsun? Örnekler çoğaltılabilir. Akademik camianın susturulmasında son yıllarda yaşananlar en büyük etkendir. Anayasa Mahkemesi Başkanı “Gazeteciler direnmeli”, Yargıtay Başkanı hâkim ve savcılara “Başınızı dik tutun” demesinden sonra dönemin YÖK Başkanı’nın da “21. yüzyıl Türkiyesi’nde akademisyenlerin doğru bildiklerini kamuoyu ile paylaşması gerekiyor” demesi artık sözün bittiği nokta anlamına gelir. Cumhuriyetin 91. yılında susan akademik kamuoyu kişiliğini ve kimliğini kaybederken darülfünunlaşmayı da kabul eder. Kim konuşşun? niversitelerin gerçek sahipleri Bilim kurumları bilimsel, yönetsel ve ekonomik olarak devlete karşı özerk olmak durumundadır. “Özerklik bilim ve düşünce özgürlüğünün yasal güvencesidir.” Yönetimsel ve mali özerklik asla denetimsizlik demek değildir. Kamu üniversitelerinin gerçek sahibi devlet değil, millettir. Ayrıca akademik etik, liyakat, kalite, performans (başarım), akademik hareketlilik ve serbesti, verimlilik ve üretkenlik gibi diğer öğeler de var. Fakat akademik özerklik ve özgürlük ön sıradadır. Bu temel ilkeleri bir kez daha belirttikten sonra sayın eski YÖK Başkanı’nın açıklamasını anımsayalım. Eski YÖK Başkanı Sayın Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya, Al Ü Yunus Nadi Ödülleri 70. yılına girdi. 2015 Yunus Nadi Ödülleri’nde üç ana başlıkta 8 ödül verilecek. Yunus Nadi Armağanı Yarışması, 1946’da kuruldu; hem geçmişe hem geleceğe dönük olan anlamı, gazetemizin kurucusu Yunus Nadi’ye saygı ve sevgiden kaynaklanıyor. Yalnız Cumhuriyet gazetesinin değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda büyük emeği bulunan Yunus Nadi’nin anısını her yıl tazelemek bizim için bir görev. Devrimci ve demokrat Cumhuriyet’in Ulusal Bağımsızlık Savaşımızla ve Türkiye Cumhuriyeti’yle zamandaş ve eşanlamlı bir kuruluş tarihçesi var. Yunus Nadi, gazetemizin temel taşlarını bu doğrultuda koydu. Yunus Nadi’nin ölüm yıldönümünü geçmişe dönük bir acı olarak değil, geleceğe yönelik bir kültür olayına dönüştürmek amacıy la bu yarışma düzenlendi. Yarışmanın ilk düzenlendiği yıllarda Türkiye’de sanat alanında hiçbir özel ödül yoktu; tek parti dönemiydi ve yalnız CHP’nin koyduğu bir şiir ödülü vardı. Aynı dönemde bütün dünyada sanat, bilim ve edebiyat ödülleri ün yapmışlardı. İsveç’te Nobel, ABD’de Pulitzer, Sovyetler’de Lenin, Fransa’da Goncourt ödüllerinin sonuçları Türkiye’de de izleniyordu; ama ülkemiz bu alanda da geç kalmıştı. Cumhuriyet gazetesi bu öncülüğü üstlendi, yetmiş yıl önce düzenlenen Yunus Nadi Armağanı’yla sanat ve kültür yaşamımızda bir yarışma coşkusu oluşturdu. Daha sonraki yıllarda Türkiye’de de yarışmaların ve ödüllerin sayısı çoğaldı, yirmiyi aştı. Bugün belki ödül enflasyonundan söz açılabilir; eleştirel bir yaklaşımla sakın 70. YIL YUNUS NADİ ÖDÜLLERİ 2015 caları gündeme getirilebilir, ama yine de kültür, bilim ve sanat konularında yapılan yatırımların çok yararlı olduğu rahatlıkla söylenebilir. Zamanla ödüller arasında ayrımlar ortaya çıkar; bir yarışma kurumsallaştıkça, amacı, nitelikleri, karakteri belirginleşir. Bu arada kimi holdinglerin kendi amaçlarına yönelik yarışmalar düzenlemeleri ve ödüller dağıtmaları da bu alanda kaçınılmaz çoğulculuğu yansıtıyor. Kimi bankaların, şirketlerin, ticari tekellerin reklam amacıyla düzenledikleri yarışmaların ödülleri, parasal açıdan ne kadar büyük olursa olsun; özü, maddi çerçevenin dışındaki anlamda odaklaşıyor. Ödüller, Yunus Nadi Armağanı Yarışması adıyla aralıksız olarak altmış yılı aşkın bir sürede düzenli olarak gerçekleştirildi, kültür ve sanat hayatımıza amaçlanan katkıları yaptı ve etkilerini duyurdu. Daha önce bir dalda yapılan ödüllendirmenin kapsamı 1990 yılından itibaren genişletildi ve Yunus Nadi Ödülleri adıyla sürmeye başladı. Ülkemizin kültür ve sanat yaşamı bütün baltalanmalara ve olumsuz yatırımlara karşın sürekli gelişiyor ve yaygınlaşıyor. Fikir ve sanat özgürlükleri Türkiye’de tam değil; siyasal iktidarın baskıları hâlâ sürüyor ve çağdaş demokratik ortamdan henüz yoksun sayılıyoruz. Buna karşın fikir, sanat, bilim, kültürde çabalar sürüyor. Tarihsel gelişim sürecinde elbette ‘aydınlanma’nın önüne hiçbir güç geçemez. Cumhuriyet, çağdaş uygarlığa giden yolun fikir, sanat, kültür, bilim yolu olduğunu kuruluşundan beri savunan bir gazete. Bu yoldaki çabaları desteklemek ve özendirmekte Yunus Nadi Ödülleri’nin işlevi sürecek. 2015 Yunus Nadi Ödülleri Edebiyat Ana Dalı’nda öykü, roman, şiir; Görsel Sanatlar Ana Dalı’nda karikatür, fotoğraf, kısa ve belgesel film; Bilimsel Araştırma Ana Dalı’nda Sosyal Bilimler Araştırması olarak sürüyor. Adaylara başarılar diliyoruz. ÖYKÜ Ödüle 1 Şubat 2014 ile 1 Şubat 2015 tarihleri arasında yayımlanmış bir kitapla aday olunabilir. Adaylar yapıtlarını altı adet olarak göndereceklerdir. Ödül bir yapıta verilir. Seçici Kurul, ödülü, iki yapıt arasında paylaştırabilir. Seçici Kurul: Hikmet Altınkaynak, Metin Celâl, Faruk Duman, Cemil Kavukçu, Osman Şahin. SOSYAL BİLİMLER ve ARAŞTIRMA Ödüle 1 Şubat 2014 ile 1 Şubat 2015 tarihleri arasında basılmış yayımlanmış bilimsel araştırmalar katılabilir. Daha önce başvurmamış olmak kaydı ile eserlerin son basım yılı esas alınır. Yapıt sahipleri daha önce Yunus Nadi Ödülleri’nden ödül almamış, T.C vatandaşları olmalıdır. Yapıtların da daha önce ödül almamış olması esastır. Tezler yapıt olarak kabul edilemez. Adaylar, Türkçe yapıtlar ya da Türkçe olmayanların tam çeviri metni ile başvuru yapabilirler. Adaylar yapıtlarını yedi adet olarak göndereceklerdir. Ödül bir yapıta verilir. Seçici Kurul, uygun gördüğü takdirde ödülü bölüştürebilir. Son gönderim tarihinden sonra tarafımıza ulaşan yapıtlar hiçbir koşulda yarışmaya dahil edilemez. Seçici Kurul: Erdal Atabek, Prof. Dr. Rona Aybay, Prof. Dr. Bozkurt Güvenç, Prof. Dr. Emre Kongar, Prof. Dr. İoanna Kuçuradi, Prof. Dr. Ahmet Mumcu. Behiç Ak, Ercan Akyol, Orhan Erinç, Musa Kart, Kâmil Masaracı, Tonguç Yaşar. HER DAL İÇİN GEÇERLİ GENEL KOŞULLAR Ödüller, her dalda amatör profesyonel herkese açıktır. (Cumhuriyet mensupları hiçbir dalda ödüle aday olamazlar.) Adaylar gerçek ad, adres ve telefon numaralarını belirtmek zorundadırlar. Ancak adaylar ad ve adreslerinin saklı tutulmasını isteyebilirler. Ödül koşullarına uymayan yapıtları yarışma dışında tutmak zorundayız. Adayların yapıtlarıyla birlikte adlarını ve soyadlarını arkasına yazacakları iki adet vesikalık fotoğraflarını, açık adreslerinin ve telefon numaralarının da yer aldığı yaşamöyküleri ile birlikte 20 Şubat 2015 Cuma günü saat 17.00’ye kadar ‘Cumhuriyet Gazetesi Yunus Nadi Ödülleri Prof. Dr. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli / İstanbul, adresine iadeli taahhütlü olarak posta veya kargoyla ulaştırmaları ya da elden teslim etmeleri gerekmektedir. Yapıtların daha önce herhangi bir ödül almamış olması şartı geçerlidir. Zarfın ya da paketin üzerine hangi dal ile ilgili olduğunun (şiir, roman, öykü vb.) yazılması zorunludur. Ödül dallarında konu sınırlaması yoktur. Yapıtlar hiçbir şekilde iade edilmez. Ödül alan ya da ödüle aday olan yapıtlar, genel yayın ilkelerimiz doğrultusunda gazetemizde yayımlanabilir. Ödüller gazetemizin kuruluş yıldönümü olan 7 Mayıs 2015 Perşembe günü dağıtılacaktır. FOTOĞRAF Ödüle en çok 4 adet siyahbeyaz fotoğraf ile aday olunabilinir. Gönderilecek fotoğrafların en az 18x24 cm. boyutlarında ve daha önce başka yerde ödül almamış olması gerekmektedir. Seçici Kurul: Hikmet Çetinkaya, İsa Çelik, Gültekin Çizgen, Ergun Çağatay. ROMAN Ödüle 1 Şubat 2014 ile 1 Şubat 2015 tarihleri arasında yayımlanmış bir kitapla aday olunabilir. Adaylar yapıtlarını altı adet olarak göndereceklerdir. Seçici Kurul, ödülü, iki yapıt arasında paylaştırabilir. Seçici Kurul: Adnan Binyazar, Ahmet Cemal, Turhan Günay, Güray Öz, Yüksel Pazarkaya. KISA VE BELGESEL FİLM Ödüle 1 Şubat 2014 1 Şubat 2015 tarihleri arasında yapılmış kısa film ve belgeseller aday olabilir. Kısa film ya da belgeselin daha önce herhangi bir festivalde gösterilmiş ve ödül almış olması katılımı engellemez. Ödül kısa film dalında bir, belgesel dalında bir yapıta verilir. Yarışmacılar hem belgesel film hem de kısa film dallarına aynı anda başvurabilirler. Yarışmaya katılan eserlerin hangi kategoriye (kısa film ya da belgesel) ait olduğu mutlaka zarfta belirtilmelidir. Adaylar yapıtlarını CD’ye kaydedilmiş ve altı adet olarak özgeçmişleri ile birlikte göndermelidirler. Seçici Kurul: Burçak Evren, Enis Rıza, Aslı Selçuk, Işıl Özgentürk, Prof. Dr. Bülent Vardar. ŞİİR Ödüle 1 Şubat 2014 ile 1 Şubat 2015 tarihleri arasında yayımlanmış bir kitapla aday olunabilir. Adaylar yapıtlarını altı adet olarak göndereceklerdir. Seçici Kurul, ödülü, iki yapıt arasında paylaştırabilir. Seçici Kurul: Ataol Behramoğlu, Egemen Berköz, Muzaffer İlhan Erdost, Doğan Hızlan, Sennur Sezer. KARİKATÜR Karikatürlerin boyutu 30X40 cm’yi geçmemelidir. Teknik serbesttir. Çizer, yarışmaya en fazla 5 karikatür ile katılabilir. Eserler orjinal olmalıdır. Sanatçı tarafından (ıslak imza) imzalanması koşuluyla dijital baskı kabul edilir. Seçici Kurul:
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle